Paylaş
Perşembe günü Bulgaristan'ın Varna kentindeydim.
İdam istemiyle yargılanırken, Burdur Cezaevi'nden firar eden ‘‘Ülkücü Baba’’ Kürşat Yılmaz'ın bu kentteki duruşmasını izledim, ayrıca kendisiyle Varna Cezaevi'nde görüştüm.
Kürşat Yılmaz'ın Türkiye'yi sarsacak iddialarına geçmeden önce Varna Adliyesi'ndeki gözlemlerimi aktarmak istiyorum:
VARNA ADLİYESİ
Duruşma sabahı gittiğimiz adliye binasının girişinde bir basın odası hazırlanmıştı. Medya mensuplarına çay, kahve ikram ediliyor, yargı prosedürüyle ilgili tüm sorulara, yetkili kişilerce net yanıtlar veriliyordu. Duruşmanın yapılacağı beşinci kattaki salona çıkarken dikkat ettim, her taraf pırıl pırıldı. Salona sanık yakınlarının yanı sıra, belirli sayıda gazeteci alınacağı ve toplam 20 kişinin girebileceği söylendi. Duruşma sırasında bu sayının dışına çıkılmadığı için, küçük sayılabilecek salonda izdiham yaşanmadı! Foto muhabirleri ve kameramanların girmesine ise izin verilmedi.
Duruşma bir dakika bile gecikmeden tam saatinde başladı.
Ekonomik sıkıntılar içinde kıvranan Bulgaristan'da duruşma kayıtlarının daktilo yerine bilgisayarla tutulması, dikkat çekiciydi.
Çok kısa süren ve bir başka tarihe ertelenen duruşmadan çıktıktan sonra, Varna Adliyesi'nin en üst düzeydeki yetkilisi basın açıklaması yaptı. Beni şaşırtan bir başka gelişme ise, yetkilinin ‘‘Şimdi sorularınızı alabilirim!..’’ demesiydi. Salonun yetersizliği nedeniyle duruşmayı izleyemeyen medya mensupları, böylece ayrıntıları öğrenme olanağını buluyorlardı.
Dünyanın birçok ülkesinde adliye binaları gördüm, çeşitli oturumlar izledim. Varna Adliyesi'ndeki sıcak ilgiye, hoşgörü ve konukseverliğe, hiçbir yerde rastlamadım.
Kürşat Yılmaz'ın açıklamalarına gelince... ‘‘Ülkücü Baba’’ olarak bilinen Yılmaz daha önce ‘‘Artı Haber’’ Dergisi'nde Cafer Özilhan'a yazılı açıklamalar göndermiş ve önemli iddialarda bulunmuştu. Varna Cezaevi'ndeki görüşmemizde bir adım daha ileri gitti ve bu iddiaları netleştirdi.
Yılmaz'ın açıklamalarını salı akşamı ARENA'da ayrıntılı şekilde ekrana getireceğiz. Aşağıda özetini sunuyorum:
‘TOPRAK'I
ÖLDÜRMEM İSTENDİ’
‘‘Abdullah Çatlı'nın ölümünden sonra ve aynı yıl içinde birisi benden işadamı Halis Toprak'ı öldürmemi istedi. Gerekçe olarak da Toprak'ın PKK'yı finanse etmesini gösterdi. Operasyonlar sırasında kullanılmaz hale gelen PKK barınaklarında Halis Toprak'ın fabrikasında üretilen ilaçlara bol miktarda rastlandığını söylüyordu. Ünlü işadamını öldürmemi isteyen kişi, MİT'le bağlantılı olduğunu iddia eden bir bilim adamı. PKK ve Ermeni terörü konularında uzman. Bu konularda dersler veriyor, medyaya açıklamalarda bulunuyor. (Kürşat Yılmaz bu görüşmenin yapıldığı bilim adamının Ankara'daki ikametgâhını tarif ediyor, ancak şimdilik isim vermiyor!)
Tetikçilik yapamayacağımı söyleyip, teklifini reddedince, şaşkınlıktan elindeki viski bardağını düşürdü!’’
***
‘‘1989 sonu, ya da 1990 başında, Behçet Cantürk'ü öldürmem istendiğinde yine aynı davranışı sergilemiş ve reddetmiştim. Ama daha sonra Behçet Cantürk'ü temizlediler.
***
‘‘Abdullah Çatlı eski arkadaşımdır. Ölümünden yaklaşık bir yıl kadar önce, Ünye Cezaevi'nde ziyaretime geldi. Yanında özel harekâtçı polisler de vardı. Susurluk'taki kazadan sonra ortaya çıkan pislikle birlikte yapmamızı istedi. Kendisini eskiden severdim. Ancak son dönemde kokaine bulaşmıştı. Onaylamadığım ilişkiler içindeydi. Ona da tetikçi olamayacağımı söyleyerek, önerisini reddettim.’’
***
‘‘Cezaevlerinden firarımın kamuoyunu rahatsız ettiğini söyleyen bazı yetkililer, benden artık ülke yararına işler yapmamı istediler! Onlara 'Abdullah Öcalan veya Dursun Karataş'a intihar saldırısı yapayım' dedim. 'Hayır, senden ünlü bir kumarhane patronunun şoförünü sorgulamanı istiyoruz!' dediler. Şaşırmıştım. İlk ve son kez onların isteğini yerine getirip, şoförü sorguladım. İtiraflarını da videoya kaydettim. Neticede ortaya aile içi hesaplaşma, özel sorunlar çıktı. Sorgu kasedini, Ankara'ya gönderip teslim ettim. Ancak tedbiri elden bırakmayıp, bir kopya da kendim için sakladım. İyi ki de öyle yapmışım! Daha sonra ünlü kumarhane patronunun (Ömer Lütfü Topal değil. Ayrıca konu özel hayat kapsamına girdiği için adını da vermiyorum) bana işi havale eden kişilerce korunduğunu ve kasetin şantaj amacıyla hazırlatıldığını öğrendim!..’’
ŞOK DALGALARI
Kürşat Yılmaz, sorgu isteğinin şu sıralar MİT'te pasifize durumda olan iki görevliden geldiğini söyleyerek şu yorumu yapıyor:
‘‘Eğer PKK ile mücadele görünümü altında uyuşturucu ve kumardan gelen karaparaların üstüne konmak için oynanan kirli oyunda tetikçilik rolünü üstlenmiş olsaydım, bugün işlemediğim suçların dosyaları üstüme yıkılmazdı!’’
Ünlü işadamı Halis Toprak ise ‘‘Artı Haber’’ Dergisi'ne yaptığı açıklamada, Kürşat Yılmaz'ın doğru konuşmadığını belirtmişti. PKK ile hiçbir bağlantısının bulunmadığını vurgulayan Toprak, şöyle konuşmuştu:
‘‘Tansu Çiller, başbakan olduğu dönemde benim ülkeye çok faydam dokunduğunu, ancak ortalığın karışık olması nedeniyle korunmam gerektiğini söyleyerek 4 koruma polisi vermişti. Halen beni aynı ekip koruyor.’’
***
Susurluk'taki kazadan bu yana, üst üste şoklar yaşıyoruz. Kürşat Yılmaz'ın iddiaları da, bu şok dalgalarının yeni bir boyutunu oluşturuyor.
Anlaşılan, kendilerini devletin duyarlı kurumlarının üstünde gören bazı sorumsuz kişiler, bu kurumları hiç de hak etmedikleri ölçüde yıpratmışlar. Tahribatın derinliği babalar konuştukça ortaya çıkıyor.
Devlet her yıl ülkeye bin kişilik istihdam hacmi yaratan, fabrikalarında 20 bin işçi çalıştıran bir işadamını hiç öldürmek ister mi?
Yüzlerce milyon dolarlık yatırım yapan bir sanayiciye teşekkür etmek yerine, onun öldürülmesini isteyenlerin korkunç talepleri çılgınlık değilse nedir?
Sanırım dayanılması zor acılar çekerek, gerçek hukuk devletine doğru gidiyoruz.
Paylaş