Paylaş
Mardin’de sıcaktan, soğuktan, yağmurdan, rüzgardan korunmak için yapılmış daracık geçitlere “abbara” deniyor. Taş evleri, bin yılı aşkın geçmişi, camileri, kiliseleri, sıcakkanlı ve misafirperver insanları, telkarisi, kozmopolit kültürü ve bu sayfaya sığdıramayacağımız kadar çok özellikleri bünyesinde barındıran Mardin, kesinlikle Türkiye’nin en özgün şehirlerinden biri.
Sokakların içine saklanıp abbara önünden geçen insan ve arabaları bekleyip, fotoğraf çekmeyi çok seviyorum. Evlerin altından geçen ve birbiriyle kesişen abbaraların içinde kaybolmak, zamanı yavaşlatmak ve şehrin sesini dinlemek her bünyeye iyi geliyor, biraz sabırlıysanız çok farklı kareler yakalayabilirsiniz. Zihnimde Murathan Mungan’ın söylediği cümle; “Bir kez girdi mi Mardin hayatınıza, kader gibi takip eder sizi.”
ŞAHMERAN’LARLA SÜSLÜ ŞEHİR
Kemerlerin süslediği, taş evlerin arasından yürüyorum... Bugünü Mardin çarşısına ayırdım, dükkanlarda, çörek kokan sokaklarında uzun uzun zaman geçirmek istiyorum ve şahmeran yapan Kadir ustayı ziyaret edeceğim. Kendimi şehrin mistik atmosferine saldım işte yine. Batı’da hissedemeyeceğiniz duygular sarıyor insanı. Eski Mardin sokaklarında kaybolmak için sebebiniz çok. Bir şehri tanımanın en iyi yolu olan yürüyerek keşif sırasında yıllar önce karşıma şahmeranların duvarlara asılı olduğu kemerli bir çarşı sokağı çıkmıştı. Bir antikacı dükkanı duvarlara astığı rengarenk şahmeranlarla adeta Mardin öyküsünü tamamlıyordu ve belki de Mardin fotoğraflar karelerinde en çok olması gereken köşe orasıydı.
İŞLENMİŞ MANGALDA KAHVE
Ulucami’nin minaresini takip ederek o dükkanı tekrar buldum, her şey aynı şekilde duruyordu. Tabii siz bir de o dükkanı yaşatmaya çalışanlara sorun. Günler nasıl geçiyor, dükkancılık zor iş. Sabırla, umutla geçen günler, umutsuzluk ve endişe ile geçen günlerden daha fazlaysa sorun yok belki ama sonuçta çarşıda geçen bir ömrün karşılığı ne kadar alınıyor bilinmez. Dükkanın ortasında bir mangal duruyor. Hafif kor var ve üzerinde de güneydoğuya has bir cezve. Dükkanı ve kahve pişen cezveyi ısıtan döküm pirinç mangal, raflarda onlarca bakır ibrik, bakraç, kildan. Gelen müşterilerin oturması için üzerine kilimler atılmış bir sedir. Duvarda asılı cam altı çalışması, çerçevelerinin de el yapımı olduğu belli olan şahmeranlar. Mangal deyince, aklınıza öyle sıradan, piknikte kullanılan bir mangal gelmesin, belli ki bir ustanın elinden çıkmış, yanları işli pirinç figürlerle süslenmiş, kömürün arasında duran cezve de öyle...
TABLOLAR YAPILIYOR
Mardin’de şahmeran ustası olarak tanınan Abdülkadir Özcan, ana cadde üzerinde dükkanı olan Hasan ustanın oğlu. Mardin’de sabah ilk iş, dükkanın önünde mangalı yakmak oluyor. Odunlar köz haline gelince mangalın üzerinde kahve hazırlayıp güne başlıyor; sonrası Allah kerim!
Kadir ustanın sözünü ettiği, mırra olarak da bilinen acı kahve. Hazırlanması zahmetli ve Batı’da içilen kahveye benzemez, damak tadınıza da uymayabilir. Bölgede düğünlerde, taziyelerde ikram edilir misafirlere. Hatta aynı fincandan içer herkes, ‘acıda da sevinçte de birlikteyiz’ demek için. Kadir usta ve kız kardeşi Sema dükkanlarında hem bakır eşyalar satıyorlar hem de cam altı tekniği ile şahmeran tabloları yapıyorlar.
Aslında Hasan baba ve oğlu Kadir, bakırcılık işi yaparken sonradan şahmeran yapmaya başlamışlar. Mardin’de bir gelenek olarak genç kızlar evlilik öncesi bezlere işlermiş şahmeranları. Bunları şans ve bereket getirsin diye çeyizlerinde saklarlarmış, sonra eve asmak için. Kadir usta bir gün evlerden getirilen cam altı şahmeran resimleri görmüş. Bunların çok daha güzel olduğunu fark etmiş ve kendisi yapmaya karar vermiş.
ZAMANA AYAK UYDURDU
Eskiden evlerde bakırdan yapılan mutfak eşyalarının çok kullanıldığını söyleyen Kadir usta, hediyelik eşyalar yapmaya başlamasını anlatıyor: “Biz de evlerde kullanılan bakırları üretiyorduk ama sonra her yere modern eşyalar girmeye başladı. Bakır kap tencere kimse kullanmıyor. Bakırdan mutfak aleti kullanmak istesen, yılda bir kalaylaman lazım. Ama artık kalaycılar da kalmadı. Biz de böyle hediyelik eşya ve şahmeran tablolar yapmaya başladık.”
BU SENE ÇOK TURİST BEKLİYORLAR
HEM bakır üzerine hem de cam altı şahmerana turistlerin de ilgi gösterdiğini ifade eden Kadir usta, “Bu sene daha çok turist bekliyoruz, sizin gibi başka insanların da gelmesini bekliyoruz” diyerek, yarım bıraktığı bir işi tamamlıyor. Yan masada kardeşi bir şahmeran tabloyu tamamlamış, eksikleri gidermeye çalışıyor. Şahmeran’ın pullarını yapışını izliyorum. Karşı dükkandan zaman zaman yükselen çekiç sesleri sohbetimizi bastırıyor. “Çay içelim mi” diye soruyor bana. Buradaki çay da daha çok kaçak çay dedikleri yani o bildiğiniz klasik Karadeniz yöresi çayı değil. Ama alışırsan günde on tane içersin. “Olur” diyorum.
Karşı dükkandan gelen sesi merak ederek dükkanın önüne çıkıyorum. Komşu dükkan önünde üzeri, kıyafetleri bakır ve kalaydan yer yer siyah lekelerle dolu bir adam çekiç darbeleriyle kabaran bakırı, tahta bir tokmakla düzeltiyor. Arada bir küçük tepsiyi kaldırıp bakıyor, yan tutarak inceliyordu. Onu izlediğimi fark edince, “Nasıl olmuş” diye sordu. “Harika, eline sağlık” dedim.
BİRKAÇ KİŞİ KALDIK
Kadir ustaya döndüm; “Şu şahmeranı bir de sen anlat” dedim...
“Dur anlatırım, bir el atsalar, tanıtım yapsalar, kurslar açsalar iyi olacak bizim için” diyor ve devam ediyor: “Zaten birkaç kişi kaldık bu işi yapan, bizden sonra yapan olur mu bilmiyorum. Babamın yaptığı bakır işleri sanat eseridir ama kimse kıymetini bilmiyor. Belki bazıları cam altı işler yapmak ister ama bakırcılık da bitecek.”
Değişik festivallerden ödüllerle dönmüş baba oğul. Ödül haberini gösteren sararmış gazete sayfaları çerçeve içinde duvarlarda asılı. Kendisini İstanbul’a şahmeran yapmayı öğretmek için kurslarda öğretmenlik yapmak için çağırdıklarını anlatıyor: “Ama 2-3 kişiyle de kurs olmaz ki, gittiğimize değmeli onca yolu. Bu dükkanın vergi levhası var, masrafı var, önce bunları karşılamak gerekiyor” cümleleriyle aslında sevdiği iş ile gerçek hayat arasındaki sıkışmışlığını dile getiriyor belki de.
ŞAHMERAN EFSANESİ
ŞAHMERAN; eski duvar motiflerinden ve resimlerden tanıdığımız yılanların hükümdarı olduğuna inanılan bu yaratık, gömülere bekçilik eder, soluğu ve bakışı ile öldürür. Üstü olan insan şekline Maran adı verilir ve ölünce ruhunun kızına geçtiğine inanılır. Anadolu masallarında ve resimlerinde sıkça görülen şahmeran Türk halk inancında, Er (İnsan) ve Büke (Erderha) kelimelerinin birleşiminden oluşan Erbüke ya da Erböke adlı varlıkların başı olarak geçer. Bu varlıkların dişisine İşbüke denir. Yılan ataya ise şahmaran denir.
Şahmeran’ın o bölgede yaşadığına dair birkaç yerde inanış vardır. Bunlardan bir tanesi Tarsus, diğeri Mardin’dir. Burada insanların evlerinde, dükkanlarında şahmeran tabloları asılıdır.
CEMŞAB VE ŞAHMERAN
Şahmeran vücudunun üst kısmı güzeller güzeli bir kadın, vücudunun alt kısmıysa yılan şeklinde olan doğu kültürünün masallarında yer bulan mitolojik bir yaratıktır. Bu efsane Akdeniz Bölgesi’nin Tarsus ilinde geçmektedir. Burada yaşayan yılanlara Meran adı verilirdi. Barış içinde yaşayan bu yılanlar akıllı, şefkatliydi ve kraliçelerine şahmeran denirdi. Onu gören ilk insan Cemşab, odun satan fakir bir ailenin oğluydu. Efsane bu ya; Cemşab arkadaşları ile bir mağaradan bal çıkarmak ister ancak arkadaşları daha çok bal alabilmek için Cemşab’ı mağarada bırakırlar. Cemşab, mağarada ışık sızan bir delik fark edince bıçağı ile bu deliği genişletir ve çok güzel bir bahçe görür. Bu bahçede eşsiz çiçekler, bir havuz ve birçok yılan vardır. Yıllarca burada yaşayan Cemşab, şahmeranın güvenini kazanır ancak ailesini özler ve şahmeran yerini kimseye söylememesi şartıyla onun gitmesine izin vereceğini söyler.
CEMŞAB VEZİR OLUR
Cemşab Şahmeran’ın yerini padişah hastalanıncaya kadar kimseye söylemez. Vezir, padişahın iyileşmesi için şahmeranın etini yemesi gerektiğini söyleyince Cemşab, şahmeranın yerini gösterir ve Cemşab’ın aslında üzgün olduğunu gören şahmeran onu kaynatıp suyunu vezire içirmesini, etini de padişaha yedirmesini söyler. Vezir ölür, iyileşen padişah ise Cemşab’ı veziri yapar. Efsaneye göre, şahmeranın öldürüldüğünü bilmeyen yılanların bunu öğrendiğinde Tarsus’u istila edeceği rivayet edilir.
ŞAHMERAN’IN SON SÖZÜ VE LOKMAN HEKİM
BİR söylentiye göre şahmerandan tıp bilimi ile ilgili birçok bilgi edinen Cemşab aslında Lokman Hekim’dir. Lokman Hekim efsanesinde; bir adam tesadüfen bir mağaraya girdiğinde yılanlar tarafından şahmeranın yanına götürülür ve Şahmeran ona yerini bilen birini yeryüzüne tekrar salamayacağını söyler. Vakit geçtikçe şahmeranın güvenini kazanan adam bir gün ailesine geri döner ancak şahmeranı gördüğü için vücudu pul puldur. Bu yüzden şahmeran ona vücudunu kimseye göstermemesini tembih eder.
PULLARI GÖRDÜLER
Yeryüzüne ve eski hayatına geri dönen Cemşab bir süre gerçekten sözüne sadık kalır. Kimseye başına gelenlerden, şahmerandan ve onun yer altındaki bahçesinden söz etmez. Ne var ki günlerden bir gün ülkenin padişahı hastalanır ve veziri, padişahın tek kurtuluş umudunun şahmeranın etini yemekten geçtiğini söyler. Vezirin bildiği tek gerçek ise bu değildir. O şahmeranı gören birinin vücudunda yılan derisine benzer pullar belirdiğini de bilmektedir. Tüm ülkeye haber saldırıp insanları hamamlara toplar ve Cemşab’ın bedenindeki pulların ortaya çıkmasını sağlar.
SONSUZ BİLGELİK
Bunun üzerine Cemşab istemeyerek de olsa şahmeranın sırrını açık etmek zorunda kalır. Yakalanıp hamama getirilen şahmeran, dostunu ele vermek zorunda kalan Cemşab’ın üzüntüsünü yüzünden okur ve ona son bir öğüt verir. “Beni öldürüp kaynattıklarında ilk suyumdan sen içme, bırak vezir içsin. Sen ikinci suyumu iç. Padişah da etimi yesin, iyileşsin.”
Cemşab Şahmeran’ın öğüdünü tutar. Şahmeran’ın kaynatıldığı ilk sudan içen vezir zehirlenip ölür, etinden yiyen padişah iyileşir. Eski dostunun öğüdünü tutan Cemşab’ın ise sonsuz bilgeliğe ulaştığı, yani Lokman Hekim olduğu söylenir. Her derde deva bulan Lokman Hekim’in ileri derecedeki tıp bilgisini şahmerandan öğrendiği bu sebeple tıpta kullanılan yılan sembolünün, şahmeran olduğu düşünülmektedir.
Mardinli Hasan usta, oğlu Abdülkadir ve Sema, kuşaklar boyunca anlatıla gelen şahmeran efsanesini maharetli elleriyle yaşatan sanatçılar. Bakalım daha ne kadar, kaç zaman. Benim Mardin’den Bursa’ya taşıdığım şahmeranları görmek isteyenleri, Eski Aynalı Çarşı’ya bekliyorum.
Paylaş