Paylaş
Farklı etnik grupların, farklı inanca sahip insanların bir arada yaşadığı bu şehirde hoşgörülü ve nazik insanlar arasında kendinizi rahat hissediyorsunuz. Antakya kilo almayı göze alarak gitmeniz gereken Türkiye’nin ve dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri. Hem bir gastronomi şehri hem de tarihte ilklerle geçmişi zengin olan bir yer.
Üç büyük dinin hoşgörü içerisinde birbirleriyle herkesin uyum içinde olduğu bir kardeşlik şehri.. Antakya, M.Ö 300 civarında Büyük İskender‘in komutanlarından Seleucus Nicator tarafından kurulmuş. Zeugma’ya gidenler bu ismi hatırlayacaktır. Kaynaklara göre o dönem Antakya üç yüz bin nüfusuyla Roma İmparatorluğunun 3. dünyanın ise 4. büyük kentiymiş. Babası Antiochus’un isminden ‘Antiocheia’ adıyla kurduğu şehir, Silpius Dağı (bugünkü Habibi Neccar Dağı) eteğinde ve Asi Nehri (Orontes) kenarında yer almış.
AKLA ATATÜRK GELİR
Kentin geçmisinde, Cumhuriyet dönemi önemli. Hatay’ın anavatan Türkiye’ye katılması öncesinde, 2 Eylül 1938 tarihinde 10 aylık bir süre varlığını sürdüren Hatay Devleti kurulmuş. Kısa süreli bağımsızlığından sonra, 16 Haziran 1939’da TBMM’nde alınan kararla Türkiye ile Hatay Devleti arasındaki sınır çizgisi kaldırılması kararlaştırılmış. 23 Temmuz 1939’da ise, son Fransız kıtasının kışladan çıkmasıyla ana vatana katılmış. Hatay’ın kurtuluş yolculuğu, 1918’de Atatürk’ün Yıldırım Orduları Grup Komutanı iken başlar ve 10 Kasım 1938’de ebediyete intikal edişiyle son bulur. Atatürk bu yolculukta, Hatay Destanı’nı yaratmıştır. Hatay denildiğinde; mükemmel stratejik öngörüsü, kararlı, onurlu ve son derece istikrarlı dış politikası ile Atatürk akla gelir.
Atatürk, Hatay şehididir. O’nun 1918’de Hatay’ın kurtuluşu için başlayan mücadele yolculuğu 1938’de ebediyete intikal edinceye kadar devam etmiş, hasta haliyle şehre gitmiş, halkı yalnız bırakmamıştır.. Bugün ziyaret ettiğiniz Hatay’da halkın, kendi tarihlerinin bilincinde Atatürk’ün emanetini sonsuza kadar koruyacaklarını hissedebilirsiniz.
Hititlerden, Romalılara, Haçlılardan, Abbasilere, Hatay Devletinden Türkiye’ ye kadar farklı devletler için oldukça önemli bir konuma sahip olan Antakya’ da, günümüzde tüm bunların esintilerine rastlamak mümkün. “Medeniyetler Şehri” olarak anılmasını sağlayan bu tarihi miras, mutfağının güzelliği ve zenginliği de “Gastronomi Şehri” seçilmesini sağladı.
ASİ’NİN ÖYKÜSÜ
Şehrin ara sokaklarında dolaşırken yüzüme vuran esinti bana sanki evlerin arkasında bir deniz var hissi uyandırıyor, sanki Egedeyim. Bu rüzgarın sebebi, eski adı “Orantes” olan Asi Nehrinin yarattığı hava sirkülasyonu. Lübnan Bekaa Vadisi’nin doğu kısmından doğar ve Türkiye ‘ye kadar uzanıp Hatay ilinden Akdeniz’e dökülür. Nehrin büyük bir kısmı Suriye toprakları içerisinde olup, toplam uzunluğu 450 kilometredir. Nehrin en büyük özelliği ise dünyada tersine akan tek nehir olmasıdır. Adını kendi karakterinden alan bu nehrin çok eskilere dayanan bir efsaneden dolayı ters aktığı söylenir. En çok anlatılan efsaneye göre, binlerce yıl önce Hatay’ın bir ilçesi olan Samandağ’da, bazı genç kızlar ejderhaya kurban edilirmiş. Fırtınalı, karanlık ve kasvetli bir günde, adanma sırası bir cengaverin sevgilisine gelmiş. Sevdiğinden ayrılmamayı kafasına koyan adam, kayalıklarda ejderhanın gelmesini bekleyen sevgilisini kimse görmeden gizlice kaçırmış. Öyle bir sevdadır ki kendisinin ki, kayalıklarda ejderhayı sevdiğinin yerine kendisi beklemeye başlamış. Yüksek tepelerden aşağı sürünerek, ağaçları yıkarak gelen ejderha, karşısında delikanlıyı bulur.
Delikanlı aniden kılıcını çekip kayalıklardan aşağı atlar ve kılıcını ejderhanın kalbine saplar. Çok acı çeken ejderha, acısından kayaları bile eritir. Ejderhanın acısı o kadar şiddetlidir ki, o dev cüssesiyle Samandağ’ dan başlayıp yerleri parçalayarak Antakya, Suriye, derken Lübnan’ın Bekaa Vadisine kadar gelir ve tam o sırada bir büyük kayaya çarpar. O şiddetli çarpmanın etkisiyle kaya yarılır ve içinden muhteşem bir su çıkar. Kayanın içinden çıkan bu muhteşem su, bütün kanunları hiçe saymıştır. Tüm sulardan farklı olarak aşağıdan yukarıya ve Güney’den Kuzeye akan Asi Nehri, diğer nehirlerden gibi sade bir renkte akmayıp, tüm geçtiği bölgelerin topraklarını taşıyarak koyu kahverengi bir halde akar. Bereketliliğini de bu topladığı topraklardan aldığı söylenir. Her kurala aykırı olduğu ve diğer tüm nehirlerden farklı olduğu için isyan eden, başkaldıran anlamında nehre bu yüzden “ASİ” ismi verilmiş.
St. Pierre Kilisesi
Dinlerin bir arada yaşadığı şehir olarak da bilinen Hatay’ın en önemli yapılarından birisi, St. Pierre Kilisesi. Hristiyanlık dininde çok önemli bir yere sahip olan kilise, dağ eteğinde kayalara oyularak yapılmış. Hz. İsa’nın 12 havarisinden birisi olan Aziz Petrus, ilk toplantılarını bu kilisenin içerisinde gerçekleştirmiş.Kilise, Katolik inancın dünyaya yayılmasını sağlamış. Hristiyanlık kelimesi ilk olarak burada kullanılmış. Hristiyanlığın Haç noktalarından biri olan kilisenin yanındaki patikadan yürüyerek dağa oyulmuş Kadın Yüzü siluetini de görebilirsiniz.
Habib-i Neccar Camii
Anadolu’da ilk inşa edilen dini yapı olarak bilinen Habib-i Neccar Cami, Hatay’ın simge mekanlarından birisi. 636 yılında, Hazreti Ömer’in halife olduğu dönemde inşa edildiği düşünülen yapı, Hristiyan dünyasında da büyük öneme sahip. Çünkü burası sonraları Bizans tarafından ele geçirilmiş ve kiliseye dönüştürülmüş.13. yüzyılda Baybars’ın bölgeye girişiyle kilise tekrar camiye dönüştürülmüş. Habib-i Neccar Caminin en önemli özelliği ise Müslümanlar ve Hristiyanlar arasında hoşgörünün simgesi olarak bilinmesi.
Kurtuluş Caddesi
Hatay’ın Fransız işgalinden kurtuluşuna atfen “Kurtuluş” adını alan cadde, kentin nehir ile dağ arasında kalan kısmı için hala önemli bir aks meydana getirmekte. Bu cadde üzerinde, kentin en önemli iki camisinden biri olan Habib Neccar Cami’ninde yanı sıra Sarımiye Cami ve yakınındaki havra (sinagog) ile Şeyh Muhammed Cami cadde üzerindeki diğer dini mimari eserlerdir ve günümüzde de kullanılmaktalar. Farklı dini ve etnik kökenden, farklı sosyo-ekonomik düzeyde insanların oturduğu birçok mahalleden geçmekte olan caddede, eski Antakya mimarisine de rastlamak mümkün. Bu cadde Roma döneminde de en önemli cadde ve tarihte ışıklandırılan ilk cadde olarak biliniyor. Bu caddeye yolunuz düşerse Affan Kahvesine (İnci Kıraathanesi ) uğrayıp “haytalı” tatlısı yiyebilirsiniz..Mısır unu ve su ile yapılan muhallebinin üstüne özel sütlü dondurma koyup, gül suyu ekliyorlar.
Eski Antakya Evleri ve Sokakları
Kurtuluş caddesi ile Saray Caddesi arasında kalan tüm ara sokaklarda Eski Antakya evlerini görebilirsiniz. Çoğu kafe, restoran ve otel olarak restore edilmiş. Bir akşam her ikisi de eski Antakya evinden mekana çevrilme Konak restaurant veya Sveyka’ya gidebilirsiniz. Her iki mekanda Hatay mutfağı konunda iddialı ve benim tercih ettiğim yerler, akşamları cıvıl cıvıl..Asi nehri kenarındaki petek pastanesi de şehrin yenilenmiş, gözde mekanı. Sokaklarda, sanat galerileri, hediyelik eşya dükkanları da var. Köpüksüz, çifte kavrulmuş ve süvaride ikram edilen meşhur Antakya kahvesinin tadına bakmak ve biraz soluklanmak için mekanlardan birini tercih edebilirsiniz.Sokaklarda gezerken göreceğiniz, Katolik Kilisesi Antakya’nın barış, kardeşlik ve hoşgörüsünü gözler önüne seriyor. Kilisenin terasına çıktığınızda Sarımiye cami minaresini ve Katolik kilisesi çanını yan yana görebiliyorsunuz. Çan, Hazan Ezan belgeseliyle ünlenen yer burası.
Defne Ağacı
Hatay’ın Büyükşehir belediyesi olması ile birlikte merkez, Antakya ve Defne olarak 2’ ye ayrılmış. Bu bölgede çokça bulunan Defne ağacı burada çok konuşuluyor. Yunan mitolojisinde yer alan Apollon ile Daphne (Defne)‘nin hikayesinin geçtiği yer Antakya. Mitolojide güneşin, ışığın, şiirin, müziğin, okun, kehanetin tanrısı aynı zamanda Zeus’un oğlu, Artemis’in kardeşi Apollon çok iyi bir okçu. Çok güzel olması ile ünlü Daphne ise nehir tanrısı Peneus’un kızı. İyi okçuluğu ile bilinen aşktan uzak Apollon, Eros’un ok ve yayı savaş meydanları yerine insanları aşık etmek için kullanmasından oldukça rahatsızdır, her fırsatta bu konuda Eros ile uğraşır. Buna içerleyen Eros intikam almak için fırsat kollar. Apollon günlerden bir gün yeşillikler içindeki ülkesinde oturmuş lirini çalarken, ormanda yalnız başında dolaşmakta olan güzeller güzeli su perisi Daphne’yi görür. Ancak onları izleyen birisi daha vardır: Aşk tanrısı Eros. Eros, biri altın, biri de kurşun olan iki ok hazırlar. Altın oku Apollan’a fırlatıp, onu tam kalbinden vurarak Daphne’ye aşık olmasını sağlar. Kurşun oku ise Daphne’ye fırlatıp onun da Apollan’dan ölesiye nefret etmesine sebep olur.
Daphne’ye deliler gibi aşık olan Apollon cesaretini topladıktan sonra güzeller güzeli Daphne’nin karşısına çıkar. Daphne aniden karşısına çıkan Apollon’u görünce korkar ve ondan kaçmaya başlar.
“Kaçma benden ne olursun ey güzeller güzeli. Bak ben ışığın tanrısıyım ama senin aşkından gözlerim kör oldu, okun tanrısıyım ama kalbime saplanan bu aşk okunun dermanı yok bende. Dur ne olur kaçma benden, beni senin peşinden koşturan aşktır, düşmanlık değil!”
Daphne kaçmaya, Apollon da onu kovalamaya devam eder.. Yorgunluktan iyice titreyen bacakları artık gövdesini taşıyamayacak hale gelince, ayağı ile toprağı eşeleyerek nehir tanrısı babasından yardım ister. Daphne’nin içten yalvarışını duyan babası sayesinde Daphne’nin ayakları toprağın derinliklerine doğru kayar, yeryüzündeki bütün kadınları kıskandıran bedeni kabuk bağlar, kokusundan bütün canlıların başını döndüren saçları da yapraklara dönüşür.
Gördükleri karşısında şaşkınlıktan ne yapacağını şaşıran Apollon,bol bol gözyaşı döker ve defne ağacına sarılır. Güzelim yapraklarının kokusunu doyasıya içine çeker ve o günden itibaren de onur ağacı olarak kabul gören Daphne, başta Apollon olmak üzere tüm kahramanların dallarından taç yaptığı bir efsaneye dönüşür.
Uzun çarşıda tepsi kebabı
Antakya’nın en eski ve önemli çarşısı olan Uzun çarşı, İpek Yolu üzerinde olması sebebiyle çok eskilere dayanan bir çarşı. Özellikle cami – kilise – havra üçgeni arasında bir noktada kalıyor olması sebebiyle Antakya’nın en turistik yerlerinden biri diyebiliriz. Hanlar, hamamlar, künefecilerle dolu otantik çarşıda, evinize götürmek için Antakya’ ya özgü şeyler alabilirsiniz. Salça, zeytinyağı, nar ekşisi, baharatlar, buraya özgü peynirler, zahter, defne sabunu… Ben kahveyi Köprülü Mehmet Paşa tarafından yaptırılan, Kurşunlu Handa içtim. Çarşıya gelmişken bir şeyler yemeden olmaz tabi Yemek olarak çarşıdaki kasaplarda yöresel tepsi kebabı veya kağıt kebabını yiyip sonra da, Çınaraltı künefecisinde noktayı koyabilirsiniz, kebap olarak Pöç çok popüler, bende orada yedim.
Hatay Arkeoloji Müzesi
Hatay gezinizde mutlaka uğramanız gereken yer, yeni Hatay Arkeoloji Müzesi. Eskisi çok yetersizdi. Ülkemizde görebileceğiniz en iyi müzelerden biri olan Hatay Arkeoloji Müzesi, oldukça büyük bir müze, buraya geniş bir zaman ayırmanız gerekir. Müze çağlara göre farklı bölümlere ayrılmış ve her biri son derece detaylı biçimde ziyaretçilere sunulmuş. Özellikle mozaiklerin yer aldığı bölümden bayağı etkileneceğinizi düşünüyoruz, mutlaka ziyaret edin. Bu arada mozai demişken Antakya’da son dönemde adından çok söz edilen bir yer Museum Otel ve bu otelin altında bulunan mozaikler ve ziyaret edebileceğiniz müze. Bana sorarsanız imkan varsa bu otelde kalın, kendinizi çok özel hissedeceksiniz, veya en azından otelin içindeki kafede bir mola verin.. mozaik tabanları seyredin..ortamı yaşayın.
Museum Otel altındaki Necmi Asfuroğlu Arkeoloji Müzesi’nde Roma Dönemi’ne ait, çeşitli büyüklükteki taban mozaikleri, yerinde korunarak sergileniyor. Müze bu özelliğiyle, bir otelin altında olması nedeniyle dünyadaki sayılı örneklerden biri. Mozaikler arasında MS ikinci yüzyıla tarihlenen Roma Dönemi villasına ait taban mozaiği muhteşem. Dört panele ayrılan mozaiğin ana panelinde mitolojik kanatlı at Pegasus ve onu bir törene hazırlayan üç peri (nymphe) ana figürler. Ana panelin altında yer alan ve daha küçük olan diğer üç panelde ise ilham perileri (muse’ler) ve onlardan biri olan Kalliope ile yazar Hesiodos’un karşılaşmasına yer verilmiş. “Dünyanın en büyük tek parça mozaiği” olarak kabul edilen, 1050 metrekare büyüklüğündeki mozaik de bir başka dikkat çekici mozaik, bunu müze otel kafeteryasından da seyrederek kavenizi içebilirsiniz..Hatay’a dair Samandağ bölgesi ayrı bir yazı konusu, onu da başka sayfaya saklayalım.
Paylaş