Paylaş
Bölgeye yapacağınız bir gezide Beyşehir Gölü’nün etkileyici doğal güzelliğinin yanı sıra şehir merkezinde bulunan muhteşem Selçuklu eseri Eşrefoğlu Camii ve külliyesi , Konya Ovası’nı sulamaya yönelik olarak yapılmış olan Taşköprü ve şehrin hemen dışında bulunan Eflatun Pınarı Beyşehir durağınızı oldukça renkli kılacak.
BEYŞEHİR GÖLÜ
Beyşehir Gölü’nü hafife almayın, Türkiye’nin üçüncü büyük gölüdür ve Konya’nın ilçesi olan Beyşehir hemen gölün kenarında kuruludur. İlk bakışta sakin ve kendi halinde bir Anadolu kasabası izlenimi veren şehrin en büyük rengi Beyşehir Gölü’dür. Gölün yüzölçümü 651 km², uzunluğu 45 km, en geniş yeri 25 kilometredir. Suları tatlı olup, derinliği 10 m civarındadır. Çevresi, yüksekliği 2.000 metreyi aşan dağlarla çevrilidir. Deniz seviyesinden yüksekliği ise 1.115 metredir. Fazla gelen sular, yapılan bir kanalla doğrudan Çarşamba Suyu’na verilir. Konya Ovası’nın sulanması için Beyşehir kazası yanında büyük bir regülatör yapılmıştır.
BOL MİKTARDA BALIK
Gölün tabanı neojen göl tortularıyla doludur. Gölün bir özelliği de içinde pek çok adanın bulunmasıdır. Bunlardan bazıları; İğdeli, Akburun, Kızkulesi, Mada, Yılanlı, Külbent adalarıdır. Gölde bol miktarda balık vardır ve günün her saati göl kenarında avlanan insanlar görebilirsiniz. Beyşehir’de özellikle Eşrefoğlu Camii civarında az sayıda eski ev ayakta kalmak için direnmektedir.
Beyşehir ve çevresinin tarihi ise M.Ö 7000’li yıllara kadar uzanmaktadır. Bölgede Eski ve Orta Taş devri’ne ait buluntuların varlığı söz konusudur. Ama daha çok Cilalı taş devri’ ne ait buluntular yoğunlaşır. Yapılan araştırmalar Beyşehir’in daha o dönemde önemli bir yerleşim alanı olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır. M.Ö.2000 yılları arasında Hititler; Eflatun Pınar ve Fasıllar da ölmez eserler bırakmışlardır. Bu yıllarda çevre, Mısır ve Asur Devletlerinin zaman zaman istilasına uğramıştır. M.Ö.1200 yıllarında Frigler’e geçmiş,daha sonra Psinya adında bağımsız bir devlet kurulmuştur. VII y.y. da Lidyalılar’a Persler’e, 333’de Büyük İskender’e, M.Ö.120 de Romalılar’ın eline geçerek daha sonra Doğu Roma’nın (Bizans) hakimiyetinde kalmıştır.
PİSİDYA ADIYLA ANILIRDI
İlkçağ’da Beyşehir Gölü’nün de içinde olduğu bölge Pisidya adıyla anılırdı. Onüçüncü yüzyılın ilk yarısında, Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad devrinde, muhtemelen 1240’tan biraz önce çoğunluğunu Üçoklar ‘ın oluşturduğu Türkmenler tarafından yeniden kurulmuştur. Eşrefoğulları’nın hakim olduğu dönemden itibaren şehir kalkınmış, Beyşehir adını duyurmaya başlamıştır. 1467 yılında Fatih Sultan Mehmet., Beyşehir’i kesin olarak Osmanlı Devleti sınırları içine katarak Karaman Eyaletinin bir Sancağı yapmıştır.
EŞREFOĞLU CAMİİ
AHŞAP DİREKLİ CAMİLERİN EN BÜYÜĞÜ VE ORİJİNALİ
Eşrefoğlu Camii, Anadolu’daki ahşap direkli camilerin en büyüğü ve orijinalidir. Beylikler Devri’nde Eşrefoğlu Beyi Süleyman Bey tarafından yaptırılan bu camii, Eşrefoğlu toplu yapıları içinde yer alır. Cumhuriyet döneminde çeşitli zamanlarda restorasyonlar yaşamıştır. Bu tamiratlar sonucu toprak çatı, önce kiremitle örtülmüş; sonra bakırla kaplanmıştır. Eser Türk taş ve ahşap işçiliğinin en güzel örneklerindendir. Kuzeyden güneye doğru uzanan dikdörtgen bir plan üzerine inşa edilmiş olan cami Beyşehir’e gittiğinizde mutlaka görmeniz gereken eserlerdendir. Eşrefoğlu Camii, Selçuklu Ulu Camiilerinde görülen özelliklerin tamamını barındıran tek örnektir. Cami çoğul ahşap sütunlu, tavanı tamamen ahşap ve kalem işçliği ile süslenmiş, minberi tamamen ahşap ve Kündekari tekniği ile yapılmış, mihrabı çini kaplıdır.
TÜRBE
Şerafettin Süleyman Halil Bey tarafından kendi adını taşıyan caminin doğu duvarına bitişik olarak yaptırılmıştır (1301). Selçuklu türbelerinin son örneklerinden biri olup görülmeye değer güzelliktedir. Sekizgen gövde üzerine kesme taşla yapılmıştır. Dışarıdan konik bir çatı ve içten kubbe ile örtülüdür. Türbenin içine bakıldığında zemindeki üç sanduka dikkati çeker. Cesetlerin esas yeri ise türbenin hemen altındaki mahzendedir. Buraya türbe kapısı önündeki merdiven ile inilen ikinci bir kapıdan girmek mümkündür. Yusuf Akyurt’un bu bölümle ilgili tespiti şöyledir: ‘’ Cesetler tahnit edilmiş ise de şimdi ecdadı mahnutadan eser kalmayıp iskana üzerinde yalnız dört adet kafa ve bir yığın kemik mevcuttur ‘’.
BEDESTEN
Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii’nin kitabesine bakarak cami açılırken yani 1299’da bu eserin yapımının da tamamlandığı söylenebilir. Osmanlılar zamanında yeniden yapılırcasına onarılmıştır. Bir süre öncesine kadar harabe halinde iken, 1975’te Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir. Türk taş işçiliğinin en seçkin örneklerinden biri niteliğindedir. Anadolu’daki en eski bedestenlerden olup, ayakta kalmış bir yaşıtını bulmak oldukça zordur.
BEYŞEHİR’İN SEMBOLÜ “TAŞ KÖPRÜ"
Konya Ovası’nı sulamaya yönelik olarak yapılmış olan köprü Beyşehir’in sembolü gibidir. Konya Ovası’nın sulaması ile ilgili bilinen ilk proje Kanuni devrinde ortaya konmuştur. Dönemin vezirlerinden Koca Haydar Paşa tarafından hazırlanan sulama projeleri içinde: ‘’ Beyşehir ve Suğla Göllerini bir kanala birleştirmek Suğla Gölü suyunu muhtelif kanallarla Çumra Ovası’na akıtılarak, Konya Ovası’nın sulanmasını temin etmek’’ gibi bir planın varlığı görülür. Doğanbey’de nahiye müdürlüğü yapan ve Hayıroğlu Köyü’nden olan Kurukafa Mehmet Efendi çaydaki su kaçağını görünce gölün kuzeyinden yeni bir kanal açmayı planlar. Kurukafa ve köylülerden Hasan Eğen’in yaptığı çalışma, arazi üzerindeki bazı olumsuzluklardan dolayı yarıda kalmıştır. Kurukafa Projesi ile ilgili çalışma sürerken, o sırada Konya valisi olan Avlonyalı Ferit Paşa da bilgi sahibi olmuştur.
İLK SULAMA PROJESİDİR
Daha sonra sadrazam olan Avlonyalı Ferit Paşa 1898’de bu meseleyi gündeme getirir. Anadolu-Bağdat demiryolu inşaat şirketi namına Holzman’ın edüterine dayanarak Anadolu. Osmanlı Demiryolu Ortaklığına 1907’de ihale edilir. Yapımı da 1908-1914 yıllan arasında tamamlanır ve 850000 altına mal olur. Osmanlı Devleti’nin kurduğu ilk sulama projesidir. Köprü aynı zamanda baraj görevi de yapar. Kuzey güney yönünde uzanmış olup, 15 tane gözü vardır. Göze hoş gelen bir yapı olup, oldukça dayanıklıdır. Yeni köprünün 1997’de açılması üzerine taş köprü taşıt trafiğine kapatılmıştır. Regülatörden Çarşamba Çayına dökülen sular, 216 km civarında bir mesafe kat ederek Konya Ovası’na ulaşır. Kanal vasıtasıyla gölden ortalama 500 milyon m3 su alınmakta olup, bu suyla 70000 hektar arazı sulanmaktadır.
HİTİTLERDEN BEYŞEHİR’E BİR ANI “EFLATUN PINARI”
Şehir merkezine yaklaşık 15 km mesafede Şarkikarağaç Beyşehir arasında bulunan bu anıtsal çeşme görenleri hayrete düşürüyor. Pınar hafif dalgalı bir yerde kalkerden, yassı bir tepenin eteğindeki yaklaşık yüz metrekarelik bölümden kaynıyor. Abide çeşme, Ereğli’deki meşhur İvriz Kabartması’nı da andırır. Ne var ki geçen zaman içinde, çevrede o medeniyetten pek iz kalmamıştır. 7 metre eninde ve 4 metre yüksekliğindeki abide, 14 muazzam taştan yapılmıştır. Hitit dönemine ait olup, oldukça önemlidir. Anıt biçimine bakılarak IV. Tudhaliya dönemine tarihlenmektedir. M.Ö. 13. yüzyılın son çeyreğine rast gelen bu dönemde anıtın bulunduğu bölgede IV. Tudhaliya’nın kuzeni Kuruntu hüküm sürdürmüştür.
Enflatunpınar’da işlenen temada, bereket sembolü sayılan toprak, su ve güneşin ön plana çıktığı görülür. Anıt, kült yeri özelliği taşımaktadır. Bir süre burada yaşadığına inanılan ünlü Eflatun’dan dolayı bu adı aldığı sanılmaktadır. Aslında Eflatun ile anıt arasında bir ilgi olması pek mümkün değildir. Adı verilirken renginden esinlenmiş olması ihtimali daha güçlüdür.
Paylaş