Paylaş
Bartın’dan sonra giderek artan orman, göz kamaştırıcı bir tepede “Bakacak’ta” Karadeniz’in sularıyla buluşuyor. Tepeden aşağıya süzüldüğünüzde neredeyse tamamı tarihi bir kalenin kalıntılarının üzerine kurulmuş bir kent bekliyor sizi. Uzaktan Karadeniz’e bir üzüm salkımı gibi uzanmış yarımadanın, masmavi denizin ve muhteşem doğanın güzelliği, şehrin içine girdiğinizdeyse bir tarihle kucaklaşıyorsunuz.
Pırıltılı kumsalları, gizli kalmış mağaraları, tarihin izlerini doyasıya görebileceğiniz kent merkezi ve misafirperver insanlarıyla Karadeniz kıyısında bir balıkçı kasabası bu; doğal, bakir ve sakin…
YÜRÜYEREK KEŞFEDİN
Yürüyerek keşfetmelisiniz Amasra’yı... Kalenin içindeki daracık sokaklar, rengarenk ahşap evler ve bu tarihe tanıklık etmiş ulu ağaçlar, usul usul yolunuza çıkacak. Deniz kıyısına indiğinizde, büyüklü küçüklü tekneler, balıkçılar, denize giren insanlarla karşılaşacaksınız. Sonra tüm görüntüleri toplayıp önünüzdeki tabloya baktığınızda, Amasra’nın, dün ile bugünü aynı zeminde yaşatan bir coğrafya olduğunu çok daha iyi anlayacakınız.
Güneşin, ibadet eder gibi battığı Küçük Liman’a doğru yürümelisiniz. Çarşının içinden devam edip Cenevizlilerin Roma’dan, Bizans’tan kalma kitabelerle, süsleme mermerle yeniden yapıp üzerine kendi armalarını astıkları kemerli kapılardan geçerken bastığınız yere dikkat edin. Bir kemer kolonunun dibindeki Roma dönemine ait mermerin üzerinde ‘Ceasar’ yazıyor olabilir.
Ne ahşap Karadeniz evlerinin yerine sonradan yapılan zevksizlik anıtı evler ve yapılar, ne de Boztepe’yi anakaraya bağlayan Kemere Köprüsü’ne sonradan yapılan duvarlardaki ilaveler yüzyıllar öncesinde Cenevizlilerle birlikte yaşadığına duyguyu silemez burada.
PRENSES AMASTRIS’Mİ YOKSA AMASRA’MI?
M.Ö 3. yüzyıla kadar Sesamos adıyla anılan Amasra’yı ilk olarak Hititler ya da onlara çağdaş Gasgaslar (Kaşkalar) İÖ 12. yüzyıl sıralarında kurmuş. Bu yüzyılın sonlarındaysa İyonlar, İyon Siteler Birliği’ne bağlı bir koloni oluşturmuş. M.Ö. 4. yüzyılda Pers İmparatorluğu sınırlarına katılmış Amasra ve daha sonra Roma İmparatorluğu’na bağlı ve özerk bir şehir devleti kurulmuş bu topraklarda; kurucusu Pers Prensesi Amastris olan. İşte burada kraliçelik yapan Amastris’ten almış adını Amasra.
Şehir, Kraliçe Amastris zamanında gelişerek zenginleşmiş. M.Ö. 286’da ölen Amastris’ten sonra Pontusların ve M.Ö. 70’de Romalıların hakimiyetine giren kent, 395’te Roma İmparatorluğu’nun parçalanışıyla Doğu Roma sınırları içine dahil edilerek 1200’lerde kiliseleri ve kaleleriyle ün salmış dünyaya. 1460’ta ise Fatih Sultan Mehmet’in fethi ile Osmanlı topraklarına katılmış. Böylece Osmanlı’nın Karadeniz’deki ilk mekteb-i bahriyesi de burada kurulmuş. Günümüzde Amasra Müzesi olarak hizmet veren bu bina, antik dönemden Osmanlı dönemine dek pek çok kalıntıyı çatısı altında barındırıyor.
BALIĞIN LEZZETİ, SALATANIN SIRRI
Midenize düşkün olmasanız bile Amasra denilince akla ilk olarak balık ve salata geldiğini bilmelisiniz. Zira yüzyıllardır denizci halkların yaşadığı bu topraklar, bu deniz, hala denizcilere ev sahipliği yapıyor. Sabahtan akşama dek ağlarını tamir eden, oltalarına yem hazırlayan balıkçıların, teknelerinden adeta dökülen taze balıkların tadına, iskele çevresindeki lokantalarda bakın. Mevsimine göre en taze palamut, istavrit, hamsi her zaman burada. Balığınızı sipariş ederken salata söylemeyi sakın unutmayın. Çünkü Amasra’ya özgü olan ve sırrını sadece yapanların bildiği salatalar, balık şöleninin en önemli tamamlayıcısı. Adeta bir sanat eseri. Hemen her restoranda, salataların hazırlandığı ayrı bir oda bulunuyor ve lezzetli yeşillikler, bir sanat eseri titizliğiyle bu özel mekanlarda hazırlanıyor. Kışın malzemesi biraz azalıyor olsa da yazın 25-30 çeşit malzemeyle hazırlanan salatalara, özel yapım zeytinyağı ve sirke apayrı bir tat katıyor. Onlarca tür yeşillik ve sebzeden yapılan salataların bir diğer özelliği de Amasralı ustalarının yaptığı tahta kaselerde sunulması.
AĞAÇTAN SÜZÜLEN ZARAFET
Amasra’ya özgü çok önemli bir zanaat “Çekicilik”. Ağaçtan, ahşap kase yapma sanatı olan çekicilik, kaybolmaya yüz tutmuş bir meslek. Bugün sadece birkaç ustanın sürdürdüğü bu zanaatte, çekici ustası, eline kocaman bir tomruk olarak gelen ağacı işleyerek şık bir kase haline getiriyor ve genellikle armut ağacından yapılan bu kasenin, salataya aromasını armağan ettiği söyleniyor. Amasra’nın çarşısı, kasabanın en kalabalık ve işlek yeri. Ahşap işçiliğinin değişik örneklerinin bulunduğu çarşıda hangi tezgaha bakacağınızı, ne alacağınızı şaşırıyorsunuz. Binbir zahmetle işlenmiş el yapımı şimşir, kayın, gürgen, dut, ağaçlarından yapılan rengarenk biblolar, mutfak eşyaları, küçük Karadeniz takaları mutfak malzemeleri evlerinizi süslemek için sizi bekliyor.
ÇEŞM-İ CİHAN BU MU OLA?
Fatih Sultan Mehmet Amasra’ya ilk geldiğinde güzelliğinden çok etkilemiş ve yanındakilere “Çeşm-i Cihan bu mu ola?” diye sormuş. Derler ki Amasra’ya adını o vermiş... Bakacak’ta durup bakarken ‘Çeşm-i Cihan’ demiş. Yani ‘dünyanın gözü..’
Amasra ve çevresindeki koyların bir başka özelliği de, Türkiye’deki en iyi tekne ustalarını yetiştiriyor olmaları.Amasra’dan dağlara doğru kıvrılan yollara girdikten 15-20 km sonra, çevredeki koyların en önemlilerinden Tekkeönü ve Kurucaşile’de, Karadenize kafa tutan tekneler yapılıyor yapım ustalığını sergilediği bir vitrin. Bölgenin en büyük tekne kızakları ve dev balıkçı tekneleri buralarda kazığa konulup işleniyor.
Bahar ayları Karadeniz’in dost olduğu günler, Amasra’ya seyahat etmek için en güzel dönemdir... Güneş bazen bulutların arkasına saklanır sonra yüzünü gösterip tüm doğayı ve sizi ısıtır... Her yer yemyeşildir...
Pers Prensesi Amastris’in şehri sizi bekliyor..
Paylaş