Dibek kahvesi bir bakıyorsunuz mutfağıyla ünlü Gaziantep’te, mistik havasıyla gidenleri büyüleyen Mardin’de, Kuzey Ege’nin yeşil adası Gökçeada’da karşınıza çıkabiliyor. Ben size Foça’ya giderken hep mola verdiğim Kozbeyli köyündeki dibek kahvesinde bahsedeceğim. Dibek dediğimiz alet tahıl gibi mahsulleri de ezmeye yarayan bir tür havan. Bu havanlarda uzun süre ezilip öğütülerek meydana gelen Dibek kahvesi de adını buradan alıyor.
KOZBEYLİ YOLUNDA
Ben genelde Foça’ya giderken Bergama’ya uğrar öğle yemeğini orada yer, tarih dolu şehrin atmosferini koklar sevdiğim halı ve antika dükkanlarını gezer sonra güneye doğru devam eder, hızla güzelim sahile yayılmış sanayisi ile beni boğan Aliağa’yı geride bırakır sonra Yeni Foça öncesi Kozbeyli’de mola veririm. Hafif virajlarla güzel koyların iç içe geçtiği bir yoldur Eski Foça’ya kadar olan yol. Güzel koyların sağında solunda tek tük zamana direnmeye çalışan yöreye has mimarisi ile taş kule evler dikkatinizi çeker. Yeni yazlıkların eski taş evleri sıkıştırdığı Yeni Foça’nın üstünde yamaçta tutunmuş, pazarı ve dibek kahvesi ile meşhur küçük bir yerleşim; Kozbeyli Köyü.
Kozbeyli, Kuzubeyi isimli bir derebeyi tarafından korsan saldırılarından korunmak amacıyla iki tarafı uçurum olan manzaraya hakim bir noktaya kurulmuş olan eski bir Türk köyü. Köyün aşağısı denize kadar göz alabildiğine ova ve arkası orman. Yaklaşık 500 yıllık güzel bir camisi ve ondan daha önce yapılmış bir kulesi var. 700 yıllık bir geçmişi olan Kozbeyli’nin ana geçim kaynağı, Ege köylerinin çoğunda olduğu gibi zeytincilik... Bu köyün Kemal Anadol’un “Büyük Ayrılık” kitabına konu olması da özgün bir tarihi dokusunun ve uzun yıllar boyunca Türk ve Rum halkının bir arada yaşamasından kaynaklanıyor ve muhtemelen dibek kahvesi de bu birlikteliğin günümüze taşınmış bir izi.
Güzel taş evleri sık ve içe. O dönemlerde Rumlar adalardan özellikle Midilli’den, Samos’tan, Limni’den çalışma amacıyla geliyor ve Rum nüfusu çoğalıyor ve o dönem iki Müslüman bir Rum mahallesi olan köyün nüfusu civarda ki köyler arasında dikkat çekici boyuta ulaşıyor.
BUZ GİBİ SULARI VAR
Sagalassos, Pisidia bölgesinin Roma İmparatorluk Dönemi’nin en önemli şehridir, bu şehrin görkemini iyice kavramak için Burdur’da bulunan arkeoloji müzesini gezmek olmazsa olmazdır. Burdur’a gitmişken müze civarında ki lokantalarda Burdur şiş yemek de öyle
Sagalassos ‘a giderken Burdur’dan geçiyorsunuz, iç Anadolu’nun güzel doğası sizi dinlendiriyor, Burdur demişken, şehrin tarihi merkezinde kısa yürüyüş gezisi yapmak, saat kulesini, Ulucami’yi, çarşı bölgesini görmek, öğle yemeğinde yöreye has Burdur şiş ve çarşı içinde ki dükkanlarda yaz helvası yemek yapılacaklar listesinde ilk sırada, Burdur müzesi Sagalassos Antik kentine dair önemli arkeolojik buluntuları barındırıyor. Yolunuz üzerinde, ülkemizde turizme ilk açılan ve geçmişte içinde göller barındıran İnsuyu mağarasına uğrayarak Ağlasun ‘a geçmek bir başka seçenek olabilir.
Bu hafta sizi muhteşem manzarası ve etkileyici yükseklikte konumu ile Sagalassos antik kentine götürmek istedim. Son yıllarda yapılan restorasyon çalışmaları ile her geçen gün daha fazla ayağa kaldırılan etkileyici konumdaki kente sadece ve sadece MS 161 – 180 yılları arasında Roma İmparatoru Marcus Aurelius zamanında yapılmış olan Antoninler Çeşmesi’ni hala akan suyuna tanık olmak için bile gidilir.
Dünyanın en yüksek rakımlı 9000 kişilik tiyatrosu, kendine has kaya mezarlarıyla bilinen antik kent sizi kendisine hayran bırakacak.
BURDUR ve DİKKAT ÇEKEN YAPILAR
Bir çoğunuz Türkiye’ye en yakın Yunan adasının Kaş’ın karşısındaki Meis adası olduğunu sanır ama değil.. Dilek Yarımadası’na sadece 1575 metre uzaklıktaki Sisam’a 300 kulaç atarak yüzerek ulaşmak mümkün. Ada’ya Kuşadası Limanı’ndan hareket eden ve genelde sezonda limanda demirli dev Cruise gemileri arasında oyuncak tekne gibi kalan küçük feribotlarla Vathy veya Pythagorio limanlarına bir saat civarı süren bir yolculukla ulaşmak mümkün.
Fakat Kuşadası limanından ayrılırken, merkezden tepelere kadar tırmanan çirkin ve yüksek yapılaşmayı görmemek için gözleriniz kapatın. Ülkemizin geçmişten günümüze en önemli turizm merkezinin bu kötü yapılaşmaya yenik düşmesi çok üzücü. Neyseki geçici de olsa bu görüntüyü geride bırakıp Ege’ye açılıyorsunuz.
Bence en heyecanlı yolculuklardan biri feribotla adaya yapılan yolculuk, hele bir de ilk defa gittiğiniz, yeni keşfedeceğiniz bir adaysa o heyecanın tadı hayat boyu unutulmaz. Limana yaklaşırken adayla tanışma, gümrük çıkışı, ilk ayak basma sonrası adanın atmosferini koklayarak ilk izlenimler hafızadan kolay silinmiyor.
Kimi ada hareketli gürültülü liman bölgesi ile, kimisi sakin bir siesta zamanında, kimi insanlarıyla kimi tekneleriyle karşılıyor. Samos ile tanışmanız merkez Vathy limanında başlıyorsa eğer müthiş bir huzur karşılıyor sizi; ve benim tavsiyem Vathy’de konaklamanız, özellikle akşamları yürüyüş yapabileceğiniz kordon boyu, her şeyi bulabileceğiniz küçük çarşı bölgesi, yüksek sezonda bile kalabalık olmayan taverna ve kafeleriyle çok dinlendirici oluyor.
PİSAGOR’UN KENTİ
Bu hafta sizinle Ege‘nin karşı yakasına, geçmişten günümüze Anadolu’nun hemen yanı başında olan ama belki de hep uzaktan gördüğümüz bir adaya gidiyoruz, öyle ya çoğumuz en azından Çeşme’ye gitmiştir, akşam olunca deniz kenarında yürürken biraz uzakta ışıkları yanan adanın adını Sakız ağacından ve kültüründen alan ada olduğunu, Çeşme limanından sürekli hareket eden küçük feribotların da Sakız Adası’na gittiğini görmüştür...
Çeşme’den küçük feribotlarla başlayan ve yaklaşık 30 dakika süren seyahatle ulaşabildiğiniz adanın ve Ege’nin zengin mutfağını, özellikle bol ve taze deniz ürünlerini, mezelerini, yemek kültürünü, yaşam tarzını, ilginç köylerini, doğasını, hareketli çarşı bölgesini keşfetmek, Osmanlı döneminin izlerini sürmek. Ada’nın güneyinde, Sakız ağaçları bölgesinde Seramik atölyeleri ile meşhur Armolia- dar sokakları ve kendine has desenli evleri ile meşhur Pirgi, bir başka kale köy Mesta ‘yı görüp merkezde Korais Kütüphanesi-Philip Argenti Etnoğrafya Müzesini, Bizans müzesi olarak kullanılan Mecidiye camiini-karşısındaki çeşmeyi, zamana direnen Osmaniye ve Bayraklı camilerini, muhteşem Melek Paşa çeşmesini ve Osmanlı dönemi çeşmelerini, kale içindeki küçük meydanda Osmanlı donanmasının Kaptan-ı Deryası Kara Ali Paşa’nın da kabrinin bulunduğu Türk mezarlığını görmek sıcakkanlı esnaf ile tanışıp, keyifli tavernalarda saatlerce oturmak için Sakız adasına gidilir, veya benimle gelinir...
HAYAT HER ZAMAN YAVAŞ AMA...
Ege adalarında hayat her zaman yavaş akıyor ama adada hayatın hızlandığı Paskalya dönemi geleneksel Roket savaşları etkinlikleri ve mart sonu düzenlenen Mostra Karnavalı başka bir yazının konuları. Adayı gezerken çok saatler boyu uzun yürüyüşe gerek yok, kısa mesafelerde ve yavaş yürüyüşlerle ada merkezini-çarşı bölgesini, kaleyi keşfetmek gerek, adanın keyfini çıkarmak, yaşamı gözlemlemek için uzun ve bol sohbetli akşam yemekleri olmazsa olmaz.
Adaya giderken, Ege güneşi ısıtacağı için pamuklu giysileri tercih edin, akşamları serin olabilir, tedbirli olun. Fotoğraf makinelerinizi, şarj aletlerinizi, pillerinizi, hafıza kartlarını, cd’lerinizi, kullandığınız ilaçlarınız varsa ilaçlarınızı unutmayın. Bütün neşenizi, heyecanınızı, merakınızı yanınıza almayı, varsa dertlerinizi, işinizi, sıkıntılarınızı ve en önemlisi ön yargılarınızı hepsini evde, ana karada bırakmayı unutmayın!
Midilli adası şehir merkezinden dar bir caddeyi takip ederek şehrin doğusuna doğru giderken gözlerim önce, Alyfanta, Pyrgi ve Kedros köylerine ait tabelayı arıyor. Trafik tabelaları, işaretleri konusunda çok rahat olan Yunanlı yetkililer yön bulma konusunda “Biraz da işi oluruna bırakın, rahat olun” diyor. Gera Körfezi’ne ait yön tabelasını görmek için daha sabretmemiz gerekiyor sanırım. Kenti geride bırakıp tırmandığımız yol bizi Gera Körfezi’ni yüksekten görme fırsatı tanıyor. Zeytin ormanlarından kaynaklanan yeşil ve Ege Denizi’nden kaynaklanan mavinin ağır bastığı renklerden oluşan etkileyici bir manzara ayaklarımızın altında.. Gera’ya doğru gitmek için anayoldan sola dönerek Perama bölgesine ilerliyoruz. Perama, insanların alışveriş için tercih ettiği, balık tavernaları ve adeta buluşma noktası olan meşhur pastanesi ile bölgenin deniz kenarındaki en büyük yerleşimi. ‘Büyük’ dediğime bakmayın nüfus bin kişi bile değil. Sahil boyunda araba kullanırken açık pencereden içeri giren rüzgar, masmavi deniz, gözümün alabildiğine uzanan zeytin ağaçları körfezin tüm güzelliğini gözler önüne seriyor. Burası bir göl mü? yoksa iç deniz mi diye sorguluyorum, zira körfezin Ege’ye açılan ağzı çok dar. Eski zeytinyağı fabrikaları ile dikkat çeken Perama’yı geçerek körfezde kalmak için tercih ettiğimiz Yeras’ın Eleonas’ına gidiyoruz.
Zeytin ağaçları arasında gizlenmiş misafirhaneyi işleten arkadaşımız Markidis Alexandros her zaman yoğun görünse de size her konuda yardımcı olmaya çalışan biri. Doğa ile iç içe kalabileceğiniz misafirhanede Yeras çevresinde atla geziler yapmak, ev sahiplerine yardım ederek, tarımsal alandaki üretime, ağaç budamak, çiçek ve bitkileri sulamak, hayvanları beslemek, gibi faaliyetlere katılmak mümkün.
GERA KÖRFEZİ
Çevresinde beş köyü körfezi ve zeytinlikleri uzaktan gören, olağanüstü huzurlu bir yer burası.
Altıncı yerleşim, Perama diğer beş köyün de aynı zamanda limanı. Rengarenk boyanmış sandalyelere sahip kafeleri ve balık tavernaları ile meşhur. Zeytinyağı fabrikalarının uzun bacaları bölgede tek yüksek yapılar. Gera’nın başşehri olan Papados dışında, Paleokipos, Mesagros, Skopelos, Plakados ve Perama’yı sayabiliriz.
Osmanlı’nın son döneminde ve ayrıca iki dünya savaşı arasındaki dönemde bölgede büyük bir gelişmenin olduğu ve bölgeye has zeytinyağı imalathaneleri, sabun imalathaneleri, tabakhaneler ve zeytinyağı ile diğer ürünler konusunda iştigal eden firmaların günümüze ulaşan binalarından anlaşılabiliyor. Köylerde bulunan taş binalar, köşkler ekonomik kalkınmanın iaşetleri olarak sayılabilir. Körfezin açık denize olan ağzı, fiyorda benziyor ve dalgalara kadar varan gümüş renkli zeytin ağaçları ve kanal girişinde duran küçük adalar, sahiller, hem körfezin içinde yer alan, hem Ege Denizi tarafında olan küçük koylar, olağanüstü güzellikte. Bölgede denize girmek için en güzel plaj “Tarti” sahili aynı zamanda taze balık yiyebileceğiniz otantik balık tavernaları ile sizi bekliyor.
ADANIN MERKEZİNE MERHABA
Girit ve Eğriboz’dan sonra Yunanistan’ın en büyük üçüncü adası olan adanın başkenti Mytilene’dir. Bu isim, adanın merkezi olan Midilli’den (Rumca: Μυτιλήνη - Mytilíni) türetilmiştir.
ÜNLÜ Yunan şairleri Alcaeus ve Sappho’nun memleketi olan ada eşcinsel kadın şair Sappho’ya atfen, Lésvoslu anlamına gelen lezbiyen sözcüğü 1800’lü yıllardan itibaren kadın eşcinsel anlamında kullanılır olmuştur. 1467 yılında Barbaros Hayrettin Paşa bu adada doğmuş olması tarihmiz açısından önemli bir detaydır.
ZÜMRÜT ADA
Adanın genellikle kayalık ve kurak Ege adalarının aksine yoğun ormanlık oluşu nedeniyle, ada için “zümrüt ada” benzetmesi yapılır. Özellikle zeytin ağaçları etkileyicidir. Ada zeytin ağacı yönünden zengin olması ile birlikte çam, köknar, çınar, kestane, kayın ağaçları ile de bezenmiştir. Adanın batı kesimi çorak, doğu kesimi ise zeytinlik ve çamlıktır. Midilli adası iki büyük körfez; Yera (Geras) ve Kalonya (Kallonis) körfezleri ile çok sayıda koylara ve burunlara sahiptir. Adanın en önemli ovaları Kalonya (Kalloni), Ippion, Perama ve Herse (Eressos) ovalarıdır. En yüksek dağlar ise Olympos, Lepetimnos ve Psilokoudouno dağlarıdır.
Midilli adasına gitmek için önce kendimizi Ayvalık’a attık. Bursa’da kapalıçarşı bölgesinde dolaşan Yunan turistler için ne kadar da gürültücüler derdim, ama Ayvalık gümrüğünde bizimkilerin onlardan hiç aşağı kalır yanı yoktu. Güneşin her zaman olduğu gibi ısıttığı bir günde zeytin kokulu Ayvalık’tan zeytin kokulu bir Midilli adasına gitmek için hazırlandık.
Konumuz yeşil adaysa eğer, bugüne kadar gördüğünüz “yeşil” adaları bir tarafa, Thassos Adası’nı diğer tarafa koyacaksınız. Thassos’a giden biri görebildiği kadar plaj görmeli, Marble Beach’e mutlaka gidin. Thassos’ta çok fazla tarihi kalıntı var. Arkeoloji müzesine gidin, antik tiyatronun olduğu tepeye tırmanın tüm Limenas bölgesini yukardan seyredin. Remezzo’da frappe için, gelen geçeni seyredip dedikodu yapın, Panagia’da oğlak çevirme-kokoreç, Mylos’ta mutlaka kalamar dolma yiyin.
Kuzey Ege adaları genelde yeşildir, güneye doğru indikçe daha kurak hatta kayalık adalar başlar. “Ben daha önce adaya gittim; nasılsa hepsi aynı” diye düşünmeyin her adanın atmosferi, doğası, üzerinde yaşayan insanları farklıdır. Konumuz yeşil adaysa eğer, bugüne kadar gördüğünüz “yeşil” adaları bir tarafa, Thassos Adası’nı diğer tarafa koyacaksınız. Kuzey Ege’nin cennet adası Thassos’a yapacağınız gezide adanın muhteşem denizini, koylarını, yemyeşil doğasını birbirinden ilginç, geleneksel mimarisi bozulmamış köylerini gezmek için en az 2 geceye ihtiyacınız var.
Ege‘nin kuzeyine Thassos Adası’na yapacağımız yolculuğumuz için önce İpsala’dan Yunanistan’a geçmek, sırasıyla Dedeağaç-Gümülcine-İskeçe’yi geride bıraktıktan sonra Kavala’ya gelmeden Keramoti tabelasını takip edip, feribota binmek gerekiyor. Kısa yolculuk sonrası adanın merkezi, ve bence konaklamak için en iyi yerleşim olan Limenas’a varıyorsunuz.
DOĞAL HAVUZU UNUTMAYIN
Aracınızla adada yapacağınız turda adanın meşhur plajları; Golden Beach, Skala Potamia, Kinira, Aliki, Pefkari, Limenaria, Skala Marion, Skala Rachoniou ‘yu görüp doğa harikası, dünyaca ünlü doğal havuz Giola’yı görmek şart. Panagia, Kazaviti gibi geleneksel köyleri gezip adanın eski baş şehri Theologos’ta et lokantalarında lezzet molası vermek, etnoğrafya müzesini uğramak. Ada dönüşünde (eğer giderken uğramadıysanız) Kavala’ya uğrayarak hareketli şehrin önemli tarihi eserlerini ve liman bölgesini görmek, kahve ve Kavala kurabiyesi molası verdikten sonra Bursa’ya doğru hareket etmek planın parçası olmalı.
Çevresi 102 km olan bu adanın deniz kenarında üç ana merkezi var: Limenas, Limeneria ve Pathos. Ayrıca içerilerde irili ufaklı başka küçük köyler de var. Adanın her yeri ormanlarla ve yeşil bir bitki örtüsü ile kaplı. Adanın çevresinde onlarca doğal plaj bulunuyor.
Baharın ilk günleriydi sabah 06:00’da Nilüfer-Bursa’dan hareket ettim, Lapseki Gelibolu geçişi sonrası İpsala ve Kipi gümrük kapısından Yunanistan’a geçiş yaptım, gümrük sakindi. Otobandan devam ederek uzaktan selamladığım Dedeağaç, Gümülcine ve İskeçe yerleşimleri sonrası kendimi mübadelede Aksaray Güzelyurt’tan gidenlerin kurduğu Nea Karvali’de buldum. Bu molamın sebebi elbette Chrisantidis pastanesinde Kavala Kurabiyesi yemekti. Bu noktada önceliği Thassos Adası’na verirseniz Keramoti Limanı’ndan hareket eden gemilerle saat 13:00 te adadasınız, Kavala’ya devam ederseniz saat 12 de kahvenizi eski şehirde Kavala manzarası eşliğinde Briki (İbrik) kafede içersiniz. Toplamda 510 km. civarı yol. İki gece 3 günlük bir programla, haftasonuna Kavala ve Thassos adasını sıkıştırmak mümkün. Kurabiyesi kadar tatlı bu şehri çok seveceksiniz.
Yunaistan’ın kuzeyinde yer alan Kavala, Symvolo Dağı’nın eteklerinde adeta bir amfitiyatro gibi inşa edilmiş olan bir kent, tarihi binalarla çevrili ve Yunanistan’ın en güzel şehirlerinden biri. Tarihi M.Ö. 600’lü yıllara dayanan, Yunanistan’ın Thassos (Taşoz) Adası’ndan gelen göçmenler tarafından Neapolis yani “Yeni Şehir” adıyla kurulan Kavala 1391-1912 yılları arası yani yaklaşık 500 sene Osmanlı egemenliğinde geçmiş. Kavala, Türklerin eline geçtikten sonra Sultan Süleyman eski şehrin tepesinde konumlanan kaleyi tamir ettirmiş. 1800’lerin sonu 1900’lerin başında Kavala’da tütün ticareti başlamış ve şehir zenginleşmiş. O dönemin en zengin tütün ihraç eden limanı olarak adını tüm dünyada duyurmuş. Bu yüzden şehir merkezinde dev tütün depoları ve bir de müze var.
PHİLİPPİ ANTİK KENTİ