Safranbolu sahip olduğu kültürel varlıkları doğal dokusu içinde korumakta başarılı olmuş ve 1994 yılı sonunda UNESCO tarafından “Dünya Miras Listesi”ne dahil edilmiş ve bir dünya kentidir; bu yüzden ülkemiz turizminde yerini her zaman korumuştur.
BİTMEYEN TURİZM
Safranbolu’da turizm hareketliliğinin hiç bitmemesinin iki önemli sebebi var; birincisi kentte koruma altına alınan bölgede eski sivil mimari örneği yapıların arasında gözü rahatsız edecek başka hiçbir çirkin, modern yapının olmaması ve başarılı restorasyonların yapılması ikincisi ise tarihi kentte yaşayanların bu tarihi miraz evlerin ve sokakların korunması ile onlara turizm kanalıyla geri dönüş olacağının bilincine varmış olmaları.
Korumanın Başkenti unvanıyla da anılan Safranbolu’da 8 Ekim 1976’da Kültür ve Turizm Bakanlığı Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Başkanlığı’nın aldığı koruma kararıyla bugüne kadar 700’den fazla tarihi eser restore edilerek turizme kazandırıldı.
Türkiye’de kent ölçeğinde UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde tek yer olma özelliği taşıyan tarihi ilçede, Tarihsel ve Doğal Sit Alanı kararının alınmasının ardından günümüze kadar geçen zamanda, tarihi eserlerin geleceğe taşınması için çok sayıda restorasyon çalışması yürütüldü.
Açık hava müzesini andıran, Osmanlı mimarisini, dönemin şehir hayatını ve kültürünü yansıtması dolayısıyla en iyi örneklerden biri olarak gösterilen, o dönemden kalma han, hamam, konak, çeşme, cami ve köprülerin yer aldığı tarihi ilçede, vatandaşlar da koruma bilincini benimseyerek tarihi dokunun bugünlere gelmesi ve geleceğe aktarılmasına katkı sağlıyor.
NÜFUSUN 9 KATI ZİYARETÇİ
Geçtiğimiz günlerde ziyaret ettiğim Yıldırım Külliyesi’ni mahzun, sıkıntılı, kendi halinde buldum. Bursa’da Osmanlı dönemi külliyelere yapılan en büyük kötülük etraflarının düzensiz yapılaşma ile ev ve apartmanlarla çevrilmiş olmasıdır. Yıldırım’da da bu fazlasıyla var maalesef.
Ben hep yapıların etrafında gelişigüzel yapılarak, adeta külliyeyi kamufle eden çirkin binalar yerine dönemin mimari özelliklerini yansıtan eski Bursa evleri ile çevrili olmalarını ve o eski evlerle bütünleşmelerini hayal ederim. Bursa’ya gelen turistlerin, grupların yüzde doksanının ziyaret ettiği yerler belli; belki Muradiye Külliyesi, Tophane bölgesi, Ulucami, çarşı-hanlar bölgesi ve Yeşil Türbe ile sona eren bir rota...
BİR DE DÜZENLEME OLSA
Yıldırım Külliyesi’ni güzergahına alan kaç tane acenta veya rehber vardır? Sorsak zaman yetersizliğinden dem vurabilirler ama ondan da daha önce külliyeye ulaşan yolların dar ve park etmiş arabalarla işgal edilmiş olması, külliyede uzun süredir devam eden restorasyon ve yeterli derecede yerli yabancı ziyaretçiyi o noktaya çekecek düzenlemelerin olmaması... Halbuki bu şehir Yıldırım Bayezid’ın mirasını yiyor. Devletin sınırlarını Rumeli’de genişleten, İstanbul’u üç kez kuşatan, İstanbul boğazında Anadolu hisarını yapan, savaşlardaki başarısı ile Yıldırım lakabını alan, Emirsultan hazretlerinin kayınpederi, Niğbolu zaferi sonrası Ulucami’yi Bursa’ya kazandıran Bayezid Han’ın külliyesi daha çok ilgiyi haketmiyor mu? Yoksa 1402 yılında Timur ile giriştiği Ankara Savaşı’nı kaybettiği için ona kırgın mıyız? Timur’un yanında 7 ay 12 gün esir olarak kalan bu büyük Sultan, 43 yaşında 8 Mart 1403 yılında vefat etmiş, cenazesi oğlu Mehmed Çelebi tarafından Bursa’ya getirilerek, külliyesi içerisindeki türbesine defnedilmişti. Restore edilen türbesi ise geçtiğimiz yıl kasım ayında ziyarete açılmıştı.
YILDIRIM KÜLLİYESİNİ BURSA TURİZMİNE NASIL KAZANDIRABİLİRİZ?
Türkiye’deki iyi eğitim almış, genel kültürlü, en kötüsü bir üniversite mezunu, en az bir yabancı dili iyi bilen meslek gruplarından biridir. Hakkında en çok şehir efsanesi yaratılan, en çok ön yargı ile yaklaşılan mesleklere örnek ararsanız, cevap yine rehberliktir.
Uzaktan herkesin bildiği ama iyi tanınmayan bir meslek. Bazılarına göre iş bile sayılmıyor, öyle ya “Hem geziyorsun hem para kazanıyorsun daha ne istiyorsun? Yediğin önünde yemediğin arkanda, her gün eğlence, her gün gezi, güzel kadınlar, yakışıklı delikanlılar, güzel oteller” deyip geçerler... Ama bir an durup düşünmezler mesela, rehberler eve döndüğünde yol yorgunluğu yüzünden kaç gün kendilerine gelemez, sinirler yıpranır, her türlü hava koşulunda her gün yüzlerce kilometre yol yapılır, off deme şansı yoktur, her koşulda sabırla gülümsemek zorundadır...
HER NAZI ONLAR ÇEKER
Her zaman en erken kalkan, en geç yatan onlardır, şoförü ayrı garsonu ayrı idare eder gönlünü almaya çalışır, üstelikte her zaman güzel temiz bir oda beklemez, her çeşit otel odasında yatmışlığım vardır mesela Yol boyunca otobüste, bırak misafirleri, o turu satan acente sahibinin bile hiç duymadığı yüzlerce farklı konudaki bilgiyi, her grup için o insanların anlayacağı bilgi seviyesinde yeniden formüle edip anlatan, ülkemizin dört bir yanına dağılmış, köyünden şehrine, yüzlerce müze ve ören yerine nereden girilir-çıkılır, yürüyüş rotası nediri bilen, her biri birbirinden farklı kültür, gelir ve öğretim geçmişine sahip misafirleri aynı oranda mutlu etmesi, ve sürekli çıkan anlaşmazlıkları, seyahate dair araç bozulması dahil sorunları çözmesi beklenen kişilerdir rehberler.
Ailelerini kimse sormaz mesela, sevenleri ne yapar onlar yollardayken ? Çocukları anneleri ya da babalarını görmeden nasıl büyürler, kaç tane müsamere, tiyatro gösterisi, ilk alınan karne, mezuniyet töreni kaçırılır? Evinden yüzlerce bazen binlerce kilometre uzakta dağın başında veya bir adada, çalan bir telefonla çocuğunun, hayat arkadaşının, annesi ya da babasının bir sorunu olduğunu, hastaneye kaldırıldığını öğrendiğinde ne hisseder?
ÇOK MU KAZANIRLAR
Her geçen sene kötüye giden turizm sektörü yaşanan virüs süreci ile dipte... Rehberlerde öyle... Ülkemizde bir rehberin senede iyimser tahminle sadece 100-150 gün çalışabildiğini, bu sürede kazandığı yevmiyeyle de 12 ay yaşamak zorunda olduğunu, sağlık-emeklilik primleri, tüm ev, okul, kılık kıyafet masraflarını işte bu sürede kazandıkları parayla ödemek durumunda olduklarını unutmayın, yani istikrarsız bir meslektir bu meslek, o duyduğunuz şehir efsanelerine de pek inanmayın. Bunun yanında sürekli kendini geliştiren, araştıran, okuyan sonu olmayan bu meslekte bir noktadan sonra farklı konularda uzmanlaşma yoluna giden insanlardır.
Bir zamanlar Hristiyanların büyük perhizlerden hemen önceki günlerde farklı kılıklara bürünerek gerçekleştirdikleri şenlik ve eğlenceler olan karnavallar artık biraz da dinden uzak bir eğlence ve turizm hareketi haline gelmiş durumda. Tüm dünyaca bilinen ve bir yıl önceden rezervasyonların yapıldığı, katılımcıların unutulmaz anılarla döndüğü ve bir sonraki yıl için tekrar geri saymaya başladığı…
İtalya’nın Venedik, Viareggio karnavalları, Brezilya’nın Rio de Janeiro karnavalı, İspanya’nın, Tenerife, Cadiz, Torello karnavalları, Belçika’nın, Binche, İngiltere’nin, Notting Hill, Komşumuz Yunanistan’ın, Patras, İskeçe ve Sakız adasında gerçekleşen Mostra Karnavalı gibi..
SAKIZ ADASI’NDA KARNAVAL HEYECANI
Adalara kışın gidilir mi demeyin, gidilir..Eğer gerçek bir ada sevdalısıysanız her mevsim gidersiniz, zaten adalar bilir kimin gerçek dost olduğunu, kimin yaz kış ziyarete geldiğini kimin ise sadece güneşli yaz günlerinde tercih ettiğini, ona göre davranır, vefalıdır huzurludur sizi tüm güzellikleriyle karşılar, kucaklar ve sonrasında sevgiyle uğurlar. Adaların huzurlu ortamını, enerjisini ve tadını alan bir kişi tekrar gitmek ister, sonra tekrar, tekrar.. müdavimi olur, hele ki gidilen Ege adalarıysa...
Her mevsim keyifle gittiğimiz Sakız Adası’na genellikle şubat ayında bu sefer karnaval heyecanı için gideriz. Bu yazıda amacım size Sakız’ın güzelliklerini anlatmaktan ziyade Thimiana Köyü’nde gerçekleşen bu keyifli karnavala götürmek.
MUTLULUK VE YEMEK
Gaziantep’e batıda yaşayanlar Güneydoğu’lu bir şehir, Güneydoğu‘da yaşayanlar batılı şehir gözüyle bakar. Gaziantep Fırat’ın batısında kalmasıyla batılı, sınırlarının Güneydoğu Anadolu’da bulunmasından dolayı da Güneydoğulu bir şehirdir.
Şehir kültür olarak güneydoğuya daha yakındır ancak şehirleşme, sanayileşme ve gelişmişlik yönüyle batıya hatta Bursa’ya benzer.
Gaziantep ‘te gezmekten en çok keyif aldığım yer tabiiki çarşı bölgesi, Karagöz’den kalealtına kadar olan bölüm, hanlar, el sanatı dükkanları, baklavacılar bana Halep günlerimi hatırlatan eski taş evlerle süslü sokaklar...
SOKAKLARINDA GEZİN
Bir şehri tanımanın en iyi yoludur sokaklarında yürüyerek gezmek. Bir mahalle fırınında yapılan, kürek üzerinde dumanı tüten lahmacunlar gözümün önünden gitmiyor. O yürüyüş esnasında kokusu eksik olmayan kebapçılar, ciğerciler, katmerciler, dürümcüler ve baklavacılarsa köreltmeye çalıştığım nefsimi ısrarla uyandırmak için yarışıyordu sanki. Yaralı ve eskimiş halini yeni bir yüze sarıp sarmalamaya çalışan bir kentin içine, yüreğine doğru yürüyüp gittim. Çingene kızın kendisi ve belki de binlerce yıl önceki halinin mozaikten bir portresi, daha sonra karşıma çıkacaktı.
Kentin dar ve kıvrımlı sokaklarında yürümek, adım adım bulmaca çözmek gibi bir duygu uyandırıyor insanda. İşgal yıllarında, iki insanın kolayca kapatabileceği bu sokaklarda yapılmış, kent savunması. Sağlı sollu yüksek duvarlardaki kemerli kapılar kapandı mı “hayat“ içeride kalıveriyor.
Haziran ayında yazmıştım, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının desteği ile Ulu Cami ve etrafındaki hanlar bölgesinde tarihi silueti bozan yapıların kamulaştırma süreci başladı, yaz aylarında bazı kamu binaları yıkıldı, diğerleri de yıkılacak. Etaplar halinde 430 bin metrekarelik alan yenilenip, restorasyonları yapılacak,
1958 kapalıçarşı yangını sonrası restorasyonu yarım kalan, tamiri iyi yapılamayan bazı hanlar için de iyileştirmeler, cephe sağlıklaştırmaları gerçekleşecek, bölge ihya edilecek.
Bölgeyi yakından bilen, yaşayan biri olarak desteklediğim bu proje tarihi çarşı, hanlar bölgesi ve Bursa turizmi için çok önemli bir proje. Hanlar Bölgesi tarihi Bursa’nın kalbi. Yıllar içinde bölgenin düzenlenerek tarihi dokusunun ön plana çıkarılması için çeşitli girişimler yapıldı. 1985’te Neşe Arolat’ın projesi Orhan Gazi Meydanı’nda uygulanmış, Kozahan, Ulucami ve Orhan Cami ortasında kalan alan günümüzdeki halini almıştı. İlki 2008’de açıklanan, bölgenin yayalaştırılmasına yönelik yapılan projeler ise hep kağıt üzerinde kaldı.
İLK SOMUT ADIM
Bursa’da Tarihi Çarşılar ve Hanlar Bölgesi’ni ortaya çıkarmak amacı ile başlatılan proje yarışması geçen hafta sonuçlandı. Proje kapsamında birinci seçilen çalışmada Heykel ‘in trafiğe kapatıldığı görülüyor. İlk kez Alinur Aktaş’ın büyükşehir belediye başkanlığı döneminde merkezi hükümetin desteğiyle tarihi proje için somut adımlar atıldı ve yıkımlar başlamıştı. Başkan Aktaş da projeyi çok önemsediğini söylemiş, hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ile görüşerek Ankara’nın desteğini almıştı. Aktaş, ortak aklı burada da hayata geçirerek, uygulanacak proje için yarışma düzenlenmesine karar vermişti. İşte o yarışma sonuçlandı. Fotoğrafını görebileceğiniz proje, jüri tarafından birinci seçildi.
MERKEZ BANKASI NEREDE?
İstanbullu bir mimarlık firmasının kazandığı projenin ekip başı Ece Avcı. Projede Merkez Bankası’nın yerinde kaldığı görülüyor, halbuki şu anda yerinde yok, yıkıldı. Projede en dikkat çekici detay, araç yolunun ortadan kaldırılması. Yani eğer 1. seçilen proje kabul edilirse, Heykel araç trafiğine kapatılmış olacak.
Turizm sadece Türkiye’nin değil tüm dünya ülkelerinin en önemli ekonomik geçim kaynağı ve sektör canlı olduğunda beraberinde milyonlarca insanı harekete geçiriyor, yaşatıyor. Yaklaşık bir senedir içinde bulunduğumuz sıkıntılı süreç Turizm sektörünün tüm kollarını, çalışanlarını yormuş durumda.
2020’de turizm sektöründeki ekonomik kayıp 1,3 trilyon dolar olurken, sektörde 100 ila 120 milyon istihdam risk altında. Merkezi Madrid’de bulunan Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü (BMDTÖ) yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınından dolayı 2020’de dünyada uluslararası seyahat edenlerin sayısının bir yıl öncesine oranla yüzde 74 düştüğünü açıkladı.”Turizm tarihinin en kötü yılı” ifadesini kullanan BMDTÖ, salgından dolayı getirilen seyahat kısıtlamalarıyla turizm sektöründe, geçmişte örneği olmayan bir krizin yaşandığını vurguladı.
Turizm sektörün farklı dalları kendi çabaları ile ayakta kalmaya çalışıyor, sabırla virüs sürecinin sona ereceği günleri, seyahatlerin başlayacağı günleri bekliyor.
Bunlardan biri de, her yıl binlerce insanı Ege’nin bir yakasından diğerine taşıyan, binlerce insanın birbirine kavuşmasını sağlayarak, turizm hareketliğine büyük katkı koyan, Türkiye ve Anadolu’ya yakın Ege adaları arasındaki turizm hareketinin baş aktörü feribot firmaları. Geçen sene mart ayı başından bu yana Ege adaları ile bağlantı koptu, sadece ticaret ve turizm taşımacılığı değil iki yaka arasındaki dostluk ve arkadaşlıklar da koptu. Bu yazımız için Türkiye ile Yunanistan’a ait adalar arası taşımacılığın ve oradaki turizm organizasyonunun önemli isimleri, bu bağlantıyı sağlayan yılların tecrübesi Çeşme-Sakız adası arası çalışan Ertürk Lines Yöneticisi Nezihe Ertürk, Marmaris ve Bodrum’dan Kos-Rodos-Leros adalarına taşımacılık yapan Yeşil Marmaris Lines Operasyon Müdürü Sertaç Erarslan ve Kuşadası- Samos, Patmos arası çalışan Meander Travel Genel Müdürü Engin Ersenbil ‘ ulaştık, sürecin nasıl geçtiğini ve 2021 öngörülerini sorduk.
Feribotlar mart ayından bu yana bekliyor, çalışanlar da sabırla demir alacakları günü gözlüyor. Ada sevdalıları ise perişan. Kapılar açılacak, gemiler çalışacak söylemleri ile bahar ve yaz ayları geçti yaz bitti. Yunanistan 14 ülkeye kapıları açtı ama Türkiye’den turist kabul etmedi. Türkiye’den kısa bir yolculukla ulaşılabilen Ege adaları, geçen yıl tam 330 milyon Euro bırakan Türk turisti bu yaz hasretle bekledi. Sakız adasından konuştuğum bir arkadaşım adaya gelen her Türk turistin, Alman, Hollandalı vs turistten 3 kat daha fazla para harcadığını, alışveriş yaptığını anlatıyor ve ekliyor; “Türk turist balık lokantalarında taze balık, kalamar, ahtapot yerken Alman turist karnını salata ile doyuruyor.”
Uzun zamandır beklediğimiz kar geldi. Önce Bursa’ya hayat veren Uludağ’ı sonrada şehrin her yerini beyaz örtü kapladı, toprağa bereket insanlara umut oldu. Bursa’da yaşayanlar için kış mevsiminde heykelde yürürken başını kaldırdığında karsız bir Uludağ görmek kadar kötü bir duygu olamaz, gözümüz hep karlı Bakacak Tepe’sini ve sonrasında da dağın eteklerine doğru inen beyaz örtüyü arar.
ULUDAĞ’ DA TURİZM
Uludağ ilk olarak yaz turizmi açısından yaylalarıyla ilgi gördü. Kış turizmine açılması Fatih Tepe’de bir kayak evinin yapımıyla başladı. Bunu 1941’de Büyük Otel’in yapımı izledi. 1953’de yeni bir kayakevi yapıldı ve çevrede düzensiz yapılaşma başladı. 1961’de Ulusal Park olarak korunmaya alınınca izinsiz yapılar yıkılarak bu çeşit yapılaşmaya son verildi; yeni oteller ve kamu dinlenme tesisleri yapımına başlandı.
Günümüzdeki tesislerin çoğunluğu 1970-1980 yılları arasındaki 10 yıllık dönemde yapıldı. 21 Ekim 1985’te Uludağ Kayak Merkezi Uygulama imar Planı yapılarak 1. Gelişim Bölgesi olarak adlandırılan oteller mevkiinde yapılaşma dondurldu. Bundan sonraki yapılar için II. Gelişim Bölgesi olarak isimlendirilen kesim 5 Ağustos 1986 da Turizm Merkezi ilan edildi.
ESKİ ADI KEŞİŞ DAĞI’YDI