ANTEP, Maraş ve Urfa, Mondoros Mütareke Anlaşması’na aykırı olarak önce İngilizler, sonra Fransızlar tarafından işgal edildi. İşgalcilerin ve silahlandırdıkları Ermenilerin saldırgan, onur kırıcı davranışları yüzünden patlayan olaylar hızla genişledi. Antep gazi, Maraş kahraman, Urfa şanlı sanlarını bu dönemdeki olağanüstü direnişleriyle kazanmışlardır.
5 Kasım 1919 Cuma günü, yanında Ermeni bir tercümanla Antep’e gelen bir Fransız subayı, Akyol Karakolu’nun önünden geçerken karakolun üzerinde dalgalanan Türk bayrağını görüyor. Polise bayrağı indirmesini söylüyor. Polis bayrağı indiriyor.
Basit gibi görünen bu olay şehri ayaklandıracaktır.
Halkın şiddetli tepkisini gören Mutasarrıf ‘mücadele edip ölmeden bayrağın inmesine razı gelen’ polisin işine son
veriyor. Halk ancak bayrak eski yerine çekilince sakinleşip dağılıyor.
İşgal kuvveti komutanı bu tepkinin anlamını kavradı mı?
Anlasa Antep’ten çekip giderlerdi.
ERMENİ KIZA HAVA OLSUN DİYE BAYRAK İNDİRDİ
Bir başka bayrak olayı da kısa bir süre sonra Maraş’ta yaşandı. Durumu denetlemek için yollanan Osmaniye askeri yöneticisi (guvernör) Andrea Maraş’a geldi. Bir Ermeni evine konuk oldu. Evin genç kızına yaranmak için cuma günleri Maraş Kalesi’nde dalgalanan Türk bayrağının bu cuma çekilmemesini emretti.
28 Kasım 1919 Cuma sabahı uyanan Maraşlılar kalede Türk bayrağını göremediler. Yerinde Fransız bayrağı vardı. Çılgına döndüler. Avukat
Mehmet Ali Bey (Kısakürek) gazap içinde kaleme sarıldı, bir bildiri yazarak, halkı ‘al sancağı yeniden dalgalandırmaya’ çağırdı. Yazı elden ele dolaştı, çoğaltıldı. Maraşlılar Ulu Cami’ye ellerinde bayraklarla geldi.
NAMAZ BİLE KILMADAN DOĞRU KALEYE
Namaz kılmadan kaleye doğru yola çıktılar.
Kapılardan girerek, burçlardan atlayarak kaleyi doldurdular. Fransız jandarmalar binlerce Maraşlıyı görünce sindi. Biri kalenin bayrağını buldu, alkışlar arasında direğe çekti. Müjde silahları atıldı. Şehirde damlara, balkonlara çıkmış olan Maraşlılardan sevinç çığlıkları yükseldi.
Öğle namazını kalenin avlusunda kıldılar.
‘BEZ PARÇASI İÇİN’ DEDİ, DAYAĞI YEDİ
Guvernör, yaveri ve tercümanıyla hesap sormak için hükümet konağına koştu. Halk da gelmişti.
‘Bir bez parçası için bu kadar gürültü çıkarmak ne oluyor?’ diyen tercüman dövüldü. Hançerini çekip tercümana dayak atanların üzerine yürüyen yaveri de benzettiler. Guvernör Türklerin bayraklarına, onurlarına, bağımsızlıklarına uzanan elleri kırmaya kararlı olduklarını anladı mı?
Anlasa Maraş’tan çekip giderlerdi.
Antep, Maraş, Urfa ve Çukurova olaylarına sık sık değineceğim.
DİYOR KİGençler! Cesaretimizi güçlendiren ve sürdüren sizlersiniz. Siz almakta olduğunuz eğitim ve kültür ile insanlık ve uygarlığın, vatan sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli timsali olacaksınız. Yükselen yeni nesil, gelecek sizsiniz! (1924)
2’nci gün... Kurtkaya Tepesi
BÜYÜK Taarruz’da Türk cephesinin en sağındaki tümenlerin taarruz hedefleri arasındaki en önemlisi Kurtkaya Tepesi idi.
Tepe üç kat tel engelle çevrilmişti ve iyi tahkim edilmişti. Birinci günü Türk birlikleri iki kez taarruz ettilerse de tepeyi ele geçirmeyi başaramadılar.
Büyük Taarruz’un ikinci günü Yunan cephesinin yarılması şarttı. Kurtkaya’yı almakla görevli birlikler çok erkenden taarruza geçmeyi kararlaştırdılar. Asker hazırlık ve heyecan yüzünden gece uyumadı.
Saat 03.00’te hücum çıkış mevzilerine girdiler. Saat 04.00’te süngü hücumuna kalktılar. Düşman da korkudan uyumamıştı, tetikteydi. Türk hücumunu yoğun ateşle karşıladılar. Bölükler kurşun yağmuruna karşı düşman siperlerine
akıyorlardı.
36. Alay’ın 6. Bölük Komutanı Bayburtlu Üsteğmen
Agah bölüğünün önünde koşarken, ağırca yaralandı. Ama yaralanıp da geri kalacak zaman değildi. Yaralandığını görenlerin yalvarmalarına aldırmadı, elini yarasına bastırarak koşmaya devam etti. Tel örgüde açılan gedikten hışım gibi en önde geçti, elindeki bombayı savurarak ilk siperi temizledi.
Bölüğünün önünde uçar gibi Kurtkaya’nın en yüksek noktasına çıktı. Bir soluk alacak kadar durdu ve özlemle çevreye göz attı.
Vatan parça parça geri dönmekteydi.
Serseri bir kurşun alnını buldu.
Orada toprağa verdiler.
Vatanın bir parçası oldu.
Hava soğuk Mehmetçik yarı silahlı, yarım çarık
BİRİNCİ İnönü Savaşı sırasındaki Türk ordusu (Ocak 1921).
İsmet İnönü anlatıyor:
‘Ocak ayında yağmurlu, tipili, insafsız bir hava.
Askerlerin çarıkları yarım, tüfeklerinin mekanizmaları uydurma, bu tüfekleri omuzlarına çeşitli bağlarla (ip vb.) asmışlar.
Süvariler yüklerini tekerlerindeki heybelere doldurmuşlar, küçük boylu, cefakeş Anadolu atları ile iç tehlikenin birinden dış tehlikeden birine yetişmeye çalışıyorlar.
Bir ordu ki nakliye kafilesi namına hiçbir vasıtası yok. Herkes caphanesini boynundaki fişekliğinde veya belindeki kütüklüğünde veya şalvarının cebinde taşıyor. Cephane mevcudu herkesin üzerindekinden ibaret.
Toplarımızın cephane kafilesi yok.’
Yeni kurulmakta olan bu yarı silahlı, yarı çıplak ordu, hem Eskişehir’e doğru taarruz eden Yunan birlikleriyle İnönü mevziinde, hem isyan etmiş olan Ethem kuvvetleriyle Kütahya-Gediz’de savaşacak, ilkini def edecek, ikinciyi ezip dağıtacaktır.