30’ların ortasındaki bekâr ve iyi kadın sabah aynaya bakıp şöyle der: “Aman Allah’ım, yoksa yalnız mı öleceğim?”
Mesele takıntıya dönüşürse, kadının karşı cinsten beklentilerini azaltmasına neden olur. Her an “tamam çok yakışıklı değil, zengin sayılmaz ve horluyor ama yontarsam ölürken yanımda olacak biri çıkar bundan” diye düşünürken bulabilir kendini. Bu da zamanla yerini “paramı çalmıyor, el kaldırmıyor, çocuğuma da babalık ediyor, daha ne?” düşüncesine bırakır. Oysa unutulan bir şey vardır: Kadınlar genellikle yalnız ölürler. Yapısal olarak damar hastalıklarına, kalp krizi ve felç gibi sorunlara daha açık erkekler bu imalat kusurları yüzünden daha erken basıp gider dünyadan. İnanmazsanız servet avcısı kadınlara sorun: Saysınlar size bütün istatistikleri. İyi kadınlarınsa 30’ların ortasındaki panikten ellerine tek geçen, yaşlanıp çekilmez bir yaratığa dönüşmüş erkekle geçen son yıllar.
***
Ataol Behramoğlu pek leziz ifade etmiştir: “Ölümdür yaşanan tek başına. Aşk iki kişiliktir.” İnsanın kendisini tek başına ölürken hayal edince paniğe kapılmasının nedeni, filmlerden ve kitaplardan aklımızda kalan, çoğunu daha çocukken ezberlediğimiz trükler. “Döşeğimde Ölürken” yazarı Faulkner’ın dediği gibi: “İyi kadınlar kolay unutmazlar, ister iyi, ister kötü şeyleri.” Yani kafamıza zorla sokulmuş kaygılar bunlar. Yoksa eğer kimseye maddi olarak muhtaç değilsek, aslında tek başına yapılabilecek en kral işlerden biridir ölmek. Uzanırsınız yatağa, getirirsiniz kelime-i şahadet, oh... Tek başına yapılamayacak bir şey varsa, o ancak aşk olabilir. Yanız ölmekten korktuğumuz için ıskalayıp sonra da hayat boyu hasretini çektiğimiz şey.
Umut Sarıkaya’nın şifresi
Mizah dünyasının Arda Turan’ı sayılması gereken Umut Sarıkaya’nın şifresini çözmüş olabilirim. Ondan hep “gözlem yeteneği var” ya da “detaycıdır” falan diye bahsediliyor ama bunlar zaten Hazret-i Oğuz’dan beri her mizahçıda olması gereken şeyler, değil mi? Umut’un farkı, detayların detayında: Dünyaya kafası dağınık bir üniversite öğrencisinin komik dikkatiyle bakabilmesinde... Henüz bir mesleğe odaklanmamış gençlerin bütüne varmayan, dolayısıyla da hiçbir işe yaramayan gözlemciliğinin parodisini yapıyor çaktırmadan. Yani çizdiği tiplerden çok, yaşıtlarının onları görme biçimini anlatıyor aslında. Bu yüzden de tazeliğini hiç kaybetmiyor.
Altıncı minare
En sevdiğim filmleri yazarken ilk sıraya “Soysuzlar Çetesi”ni koymama şaşırmış bir okur: “Sizin gibi romantik takılan birinden bunu beklemezdim.” Şimdi bu değerli okura “ben onu zaten aşk filmi kabul ediyorum” desem, herhalde çatlak olduğumu düşünür. Hele “filmin asıl konusu, Tarantino’yla sinema sanatı arasındaki romantik ilişki” desem, maazallah “deli var” diye ihbar bile edebilir. O zaman hiçbir şey demeyeyim. Bu da New-York”taki altıncı minare olsun.
İncir çekirdeği
Ben dahil herkes !fazla şişirildiğim” konusunda hemfikir. O zaman şişiren kim?