Roman kırkında başlar

Newsweek’i bu aralar sık ağırladığımı fark etmişsinizdir. Bu haftaki Türkçe edisyonda, yaşı kırka varmamış edebiyatçılar içinden en önemli buldukları yirmi ismi seçmişler.

Haberin Devamı

Listedeki isimler hakkında yorum yapmak gereksiz. “Niye o yok da bu var?” diye sormanınsa alemi yok.
Üstelik seçilenlerin bazıları şimdiden önemli yazarlar: Hakan Günday, Ece Temelkuran, Elif Şafak, Onur Caymaz, Murat Menteş, Şebnem Işigüzel...
Ama kırk yaş meselesi, aklıma yıllar önce şair Lale Müldür’den duyduğum şeyi getirdi.
Kendisiyle ilk ve tek görüşmemizde, Kaktüs’te oturuyorduk.
Hâlâ şiir yazıp yazmadığımı sorduğunda artık romanla uğraştığımı söylemiştim, utana sıkıla.
“Ama olmaz ki...” demişti Lale Müldür gülümseyerek: “Roman dediğin kırk yaşından sonra yazılır.”
O zaman bunun yazarlık bilgisiyle falan ilgili olduğunu düşünmüş ve meydan okuma olarak kabul etmiştim. Henüz otuzumda bile değildim ama yazacaktım işte roman.
¡¡¡
Bugünse biliyorum ki iş sadece yazmakta değil. Yazar olmanın gerektirdiği hayat denklemlerini çözebilmekte.
Yaşları kırkın altında olmasına rağmen bunu başarmış arkadaşları, akranları olmaktan gurur duyarak okudum.
Aynı taşları kullanarak edebiyata yeni barınaklar inşa ediyor ve geçmişle günümüz arasında köprüler kuruyorlardı.
Üstelik Lale Müldür’ün dediği doğruysa, asıl romanlarını yazmaya henüz başlamamışlardı bile.
Belki bugüne kadar yazdıkları kitaplar aslında bundan sonra yazacaklarının provasıydı.
Belki de haklıydı Behçet Necatigil: Asıl eserler bekliyordu bazı yaşları.

Tecrübeli acemiler

Haberin Devamı

Galatasaray’ın Avrupa Ligi maçını seyrederken o kadar sıkıldım ki aklıma felsefi fikirler geldi.
Bütün kitapları okumuş, bütün kadınları sevmiş ve bütün hataları yapmış yazarınız olarak, gençliğinde tecrübenin zamanla kazanıldığını sanırdım.
Sanırdım ki bir şeyler yaşadıkça otomatikman tecrübeli biri haline gelinecek.
Oysa zamanın tek öğrettiği, tecrübe kazanmanın da yetenek gerektirdiği oldu.
Bu yeteneğe sahip değilseniz, başınıza ne gelirse gelsin olamıyorsunuz tecrübeli.
Avrupa kupalarında geçen onca yıldan sonra hâlâ acemilik çeken Galatasaray galiba bundan muzdarip.

Vay vay vay

Baştan söyleyeyim, televizyon reklamı hakkında eleştiri yazmak dünyanın en beyhude işlerinden biridir.
Ferhan Şensoy haklıdır bu konuda: Reklamın onu yapan ajansla müşteri arasındaki toplantı dışında ne eleştirisi olabilir? Ama yine de anlaşılmaya muhtaç bir şey var Mavi Jeans reklamında.
Galiba “verdik parasını oynattık Kıvanç’ı, daha ne yapalım!” demek istemişler.
Gençler Kıvanç’ı bayıla bayıla seyredeceği için de reklamın sıkıcı olmayacağını düşünmüşler.
Ya da en iddialı reklamcı Ali Taran bu sefer de “ben içine yaratıcı fikir koymadan da reklam yapar ve millete konuştururum” iddiasında bulunmuş.

İncir  Çekirdeği

Haberin Devamı

Bilgili insanlar bunun mahcubiyetini yaşarken, cehaletleriyle övünenler var.

Yazarın Tüm Yazıları