Paylaş
Her kuşağın bir ozanı var. Ortaçgil de bizim kuşağın ozanı. Şarkıları hayata bakmayı öğrendiğimiz yıllarda elimizden tuttu, bir daha da bırakmadı.
Şimdi kırkına merdiven dayamış pek çok arkadaşın gönül telini titretmş bir Ortaçgil şarkısı vardır illa ki.
Yoksa niye var ki şarkılar?
Önce bizi mutlu ettikleri için dinleriz, sonra da o mutlu anları hatırlattıkları için. Hatırası olan bir şarkıyı dinlemek, çürük bir dişi dilimizle yoklamak gibidir: Hem sancıyacağını bilir hem de yoklamadan duramazsınız.
O akşam kırkıncı sanat yılını kutlayacak Ortaçgil’in şarkıları da, bizim tatlı tatlı sancıyan yanlarımız.
* * *
Yetmişlerde doğup hayat stajını seksenlerde yapan, doksanlarda işe-güce atılıp yeni yüzyılda evlenen ve bugünlerde “şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler” makamında takılanların ozanıdır Ortaçgil.
Kendisi Şebnem Ferah’tan Nil Karaibrahimgil’e, pek çok sanatçıyı etkiledi. 21 Temmuz akşamı Açıkhava Tiyatrosu’nda kırkıncı sanat yılını kutlayacak.
Üstelik yalnız değil: Teoman’dan Bulutsuzluk Özlemi’ne, biz dizi has müzisyen kendisine eşlik edecek.
Yine gitarıyla çıkacak sahneye, başlarda utanıp sıkılarak bir iki kelam edecek. Dakikalar ilerledikçe gelecek keyfi yerine ve gülmeye başlayacak.
O zaman gelsin “Olmalı mı olmamalı mı?”, “Değirmenler”, “Benimle oynar mısın?” ya da “Bu su hiç durmaz.”
Bir de en güzel dizesi Türkçe müziğin: “Bugün yağmur bir kadın saçıdır, yeryüzüne dökülen...”
Ortaçgil bir konserinde demişti ki: “Şu hayatta herkesin bir takıntısı var. Benimki de kadın saçı. Çok güzel bir takıntıdır, herkese tavsiye ederim.”
Son kırk yılın en güzel takıntısıdır Bülent Ortaçgil şarkıları. Bilmeyenler keşfetmek, bilenler de hasret gidermek için 21 Temmuz’da tutsunlar yolunu, Açıkhava Tiyatrosu’nun.
Ne savaşmış be!
İster ‘terörle mücadele’ deyin, ister ‘düşük yoğunluklu savaş’ ya da ‘dış mihrakların’ oyunu...
Hiçbir kanlı çatışma, o ülkede yaşayanlar istemediği sürece otuz yıl devam etmez. Edemez.
Eğer ediyorsa, bizim bu işten menfaatimiz var demektir. Para kazanıyoruzdur mesela, mevki ya da itibar ediniyoruzdur.
Hayatımız bağlı demektir, sınır karakollarında ölüp giden çocukların hayatına.
* * *
Kim ne derse desin, biz vicdanlı milletiz. Yoksa “Nefes” filmini seyrederken gözyaşı döker miydik?
Üzülür müydük, o karakolu savunmaya çalışan ya da baskına katılan çocuklar için?
O zaman niye dinmiyor kan?
Nasıl bir dış mihrakmış ki bu bize rağmen can almaya devam ediyor?
Nasıl bir makineymiş ki bu, bize rağmen yıkıyor çocukların beynini?
Birilerini suçlamadan önce aynaya bakıp sormamız şart; “benim bu savaştan bir çıkarım var mı?” diye.
“Orada akan kandan maddi ya da manevi bir şey bekliyor muyum?”
Aynada gördüğümüz kişiye vereceğimiz cevap her şeyi açıklayacak, emin olun.
En azından kendimize yalan söylemekten kurtaracak bizi.
Bu soruyu sorduktan sonra bakacak yüzümüz olacak, evlatları için ağlayan annelere.
Starlet: Ece Çeşmioğlu
Biraz Natalie Portman’ın “Leon” albenisi, biraz Scarlett Johansson’un pek tehlikeli “Lost in Translation” masumiyeti, biraz da Hülya
Koçyiğit’in “Susuz Yaz” sürprizi: İşte size Ece Çeşmioğlu.
Bizde ‘starlet’ kavramı oturmuş değil. Diziler sağolsun, “istikbal vaadeden kadın oyuncu” faslına ihtiyaç duymadan kendilerini ‘star’ ilan ediveriyor arkadaşlar.
Oysa bir kadın için oyunculuk kariyerinin en önemli aşaması starletlik. Henüz zirvede olmadığı, şöhretin baskısını omuzlarında hissetmediği zaman, en azından kitap okumaya fırsatı olur insanın.
İşte geçenlerde vizyona giren “Ev” filminin 20’lik oyuncusu Ece Çeşmioğlu, ‘starlet’ tanımına en çok uyanlardan.
Bazılarımız onu “İki Aile” dizisinden, Emre Kınay’ın kızı olarak da hatırlar.
“Ev” filminin eleştirisini üstat Atilla Dorsay’a bırakıyor ve sinemseverleri Ece’yi dikkatle izlemeye davet ediyorum. “Starlet” olmanın kıymetini bilir ve kendisini geliştirirse gerçek bir yıldız kazanmamız an meselesi.
İncir Çekirdeği
12 Eylül, tarihin en başarılı darbelerinden: Bir milleti Seda Sayan’a güvenecek kadar sersemletmek az şey mi?
Paylaş