Paylaş
Milyarlarca data transferinin ortasındaki yalnız kalpler, bir muhabbet uğruna çırpınıyor gece gündüz. Dijital çağın yaşam döngüsünde herkese yer var.
Hepimiz “ben kalender meşrebim, güzel çirkin aramam” havasındayız. Profil fotoğraflarımızın ardında başkaları.
Herkes yalnızlığını sergiliyor: Onu Oscar Wilde ve Mevlânâ vecizeleriyle, komik videolarla, hisli şarkılarla süsleyip.
Kızını süsleyip kasaba balosuna yollayan anne gibiyiz. Belki bir kısmeti çıkar diye bekliyoruz. Ama düşünmeden de edemiyoruz: “Bu da giderse elimizde ne kalır?”
Hatta bütün gün televizyonda gördüğümüz, gazetede okuduğumuz meşhurlar bile yapıyor aynı şeyi.
Bir de bakmışsınız, en çok çırpınan onlar! Yahu bunlar zaten her yerde değil mi? Nedir bu sosyal medya merakı?
Oradalar, çünkü bize “hiç de televizyonda göründükleri gibi olmadıklarını” göstermeye çalışıyorlar.
Günümüzde meşhurları tespit için yapılması gereken: Kimin sosyal medyada yalnızlığını en çok paylaştığına bakmak.
Pek çoğumuzun şöhret umudu sosyal medya, gerçek şöhretlere de isimsiz insanlar gibi davranma şansı veriyor.
Yalnızlıklar arası bir güzellik yarışmasındayız: Kim kazanırsa kazansın dijital çağın kaybedenleri olarak kalacağız. Dereceye girenlerin ödülü sadece paylaşılmak olacak.
Çünkü siber uzayda yeni bir hayat başladı. Bizler yeni canlı türleriyiz. Olmakla olmamak arasında, sıfırlar ve birlerden oluşan bir denizde takılıyoruz.
Ayaklarımız yerini yüzgeçlere bırakıyor, pullarımız beliriyor, bu denizde nefes almayı öğreniyoruz.
Merak ediyorum, “yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz” diyen şair görseydi ne derdi?
Orhan Pamuk magazini
Nobelli yazarımız olur da magazini olmaz mı? İşte Orhan Pamuk’un özel hayatıyla ilgili iddialar da ayyuka çıktı.
Bir tarafta yazardan çocuk doğurduğu söylenen sessiz bir Alman akademisyen, diğer yanda kendini göstermeye meraklı bir yeni sevgili. Kadınlar böyle ikiye ayrılıyor işte: Mahremiyetlerini gururla taşıyanlar ve kendilerini ortalara atanlar.
Zaten şu hayatta başarılı her erkeğin arkasında birinci gruptakiler, tepesinde de ikinciler vardır. Bunu bilir bunu söylerim ben.
Hudutların kanununu yazsak yeniden
Geçenlerde kaybettiğimiz efsane yönetmen Lütfi Akad’ın başyapıtıdır “Hudutların Kanunu” filmi.
Güneydoğu’da kaçakçılık yapanların kaderini anlatır. Senaryoyu da yazan Yılmaz Güney, başrolde döktürür.
Bu filmin yapılış tarihi 1966. Yani dile kolay, tam 45 yıl geçmiş aradan. O gün doğan çocuklar bugün kemale ermiş. Artık ne Akad ne de Güney aramızda.
Ama kaçakçının kaderinde tek değişen, tüfek yerine uçak bombasıyla can vermek. Yazılı olmayan kanun demek böyle emrediyor.
Tatlı Sözlük
Yeni yıl: Eski sevdaların hasat zamanı.
Paylaş