Paylaş
Yazar Ayşe Kudat ise sosyal konularda yıllardır çalışan, uluslararası kariyer sahibi bir uzman.
Diyor ki: “Bu kitap, erkeğin maruz kaldığı şiddeti gözler önüne seren Türkiye’deki ilk kitaptır ve birçok erkeğin eşi veya sevgilisinden şiddet gördüğünü belgeleme amacı gütmektedir.”
Yetinmiyor ve “erkekler yalnız kadın değil, erkek sevdiklerinden de şiddet görmektedir” diye ekliyor: “Pısırık görünmemek için gizlemeleri sonucu bir türlü açığa çıkarılamayan bu konu batı toplumlarında yavaş yavaş incelenmeye başlamıştır.”
“Hadi hayırlısı” dedim ve başladım okumaya.
* * *
Öğrendim ki tarihte yakınları tarafından dövülen, hakaret gören ya da cinsel saldırıya uğrayanların sayısı savaşlarda ya da terör olaylarında zarar görenlerden çok daha fazla.
Aile içi şiddet çağımızda iki kadından birinin, hemen her çocuğun ve pek çok erkeğin başına geliyor.
“Kocaların çilesinden söz etmek kadınların uğradığı çok boyutlu saldırıları ve aşağılamaları hafife almak, bunları yok saymak anlamına gelmez” diyor Ayşe Kudat: “Bilâkis, kadın erkek ilişkilerindeki bir başka çarpıklığa değinmenin gerekliliğini vurgular.”
* * *
Sadece erkeklerin kadınlardan gördüğü fiziksel ya da psikolojik şiddeti anlatmamış. Aynı zamanda erkeklerin erkeklere ya da eşcinsel çiftlerin birbirine uyguladığı şiddetten de bahsediyor.
Kadınlarsa koca ve sevgililerine yüzde 48 küfrederek, yüzde 15 bedensel zarar vererek, yüzde 20 tabak-çanak fırlatarak, yüzde 16 da “diğer” yöntemlerle şiddet uyguluyormuş.
Kitabı okurken Ingebog Bachmann’ın ünlü sözü geldi aklıma: “Faşizm iki insan arasındaki ilişkide başlar.”
Çağdaş demokrasinin de iki insan arasındaki ilişkide başladığına inanan ve faşizmin her türlüsünden nefret eden bendeniz, ister istemez önemli buldum “Al Kocayı Vur Sopayı” kitabını.
Benim çılgın projelerim
* Tophane’de sergi açılışında içki servisinden sorumlu olmak.
* Yanımda Bono olmadan Boğaz Köprüsü’nü yürüyerek geçme teşebbüsü.
* Sanat camiası için yavşak dedektörü.
* Adını duyurmak isteyen genç köşe yazarları için Hıncal Uluç’la polemiğe girme rehberi.
* “Midnight Express 2” filmini çekip yaşlı Billy Hayes’in günümüz İstanbul’undaki maceralarını anlatmak.
* İsteyenin kendisini “en güvenilir sanatçı” seçtirip bunun rantını yemesini sağlayacak yeni araştırma formatları.
* Elano’dan verim almayı başaracak saybörg teknik direktör.
İşimiz hoşgörüye kaldıysa
Malum Tophane olayından sonra bir “hoşgörü” muhabbetidir gidiyor.
Neymiş? Herkes birbirinin hayat tarzına hoşgörülü olacakmış.
Kimse kusura bakmasın ama bu kadar kof bir laf olamaz.
Ya birilerinin hayat tarzı zaten başkalarınınkine saygı duymamayı esas alıyorsa ne olacak?
Mesela Vakit yazarlarına göre iki tür insan var: Onlar ve er geç onlara benzetilmesi gerekenler.
Bu yüzden hükümet işi hoşgörüye falan bırakmayıp bir “beraber yaşama” hukuku oluşturmalı ve bunu yasalarla güvence altına almalı.
Hatta o kadar caydırıcı olmalı ki bu yasalar, aklımızdan bile geçmemeli “bizden” olmayanlara kafamıza göre racon kesmek.
İncir çekirdeği
Sevdiğimizin sevdiğimiz gibi sevmesini beklemeyelim.
Paylaş