Paylaş
◊ Cem Bey, bugün benden “hazır soru” bombardımanı beklemeyin, sohbete geldim. Laf lafı açsın, sohbet bizi nereye götürürse artık...
- “Laf Lafı Açıyor”a bir göndermeyle başlayalım diyorsunuz (gülüyor). Doğru bir yöntem. Benim programlarımın sırrı da buydu zaten. Çünkü bir dönem hazırlık yapmak çok önemsenirdi. Herkesin dilinde “Aman biz çok hazırlık yapıyoruz programa çıkmadan” falan... Bana da bir gün dediler ki “Biz de hazırlık yapalım”...
◊ “Laf Lafı Açıyor” yıllarından bahsediyorsunuz herhalde.
- Evet evet. İki-üç program hazırlık yaptık, öyle çıktık. Benim en kötü programlarım oldu onlar. Soruları hazırlayıp elime veriyorlar, haliyle karşımdakini dinlemeden tamamen sorulara odaklanıyorum.
◊ Olmadı yani...
- Hiç olmadı. Kardeşim bırakın, bu sohbet programı... Evinize misafir geldiğinde önceden hazırlık mı yapıyorsunuz “bunları soralım” diye?
DOĞRULAR CEZALANDIRILDIĞI İÇİN KIZLAR HEP “MERVE’LERE” GİDİYOR!
◊ Madem yanlış formül, niye bu kadar tuttu?
- Ne yazık ki bizim ülkemizde doğallığı pek kavrayamıyorlar. Organik gıdayla beslenmek konusunda herkes titiz ama organik yaşamak ve organik davranmak konusunda öyle değiliz. Herkes başkasının görmek istediği gibi davranıyor; nasıl olmalıyım, nasıl olursam beni çok severler?
◊ Neden böyleyiz sizce?
- Bizim memleketimizde doğru konuşmalar ve doğru davranışlar, ailelerimiz, öğretmenlerimiz, ustalarımız tarafından hep cezalandırıldı. O yüzden hep “Merve’ye ders çalışmaya gitti” kızlarımız. Çünkü “Erkek arkadaşımla buluşacağım” dese ortalık yıkılır. Ama oğlun, kız arkadaşıyla buluşuyor. Yani bizim insanımız demokrasiyi kendi oluşturamıyor.
◊ Ama durum biraz değişti gibi geliyor bana. Yeni jenerasyon o kadar katı değil.
- Yoo, çok fark yok. Çünkü her gelen jenerasyon, yaşı ilerledikçe anne babasından gördüğü gibi davranmaya başlıyor. Alışkanlıkları değiştirmeye kimse cesaret edemiyor. Ama biri risk alır, bir iş yapar ve o iş tutar, arkası gelir.
ÖNCELERİ SADECE DİNLERDİM SONRADAN HOŞSOHBET OLDUM
◊ Siz de kimsenin adım atmadığı bir yola ilk dalanlardansınız. Türk ekranlarında talk show’u siz başlattınız diyebilir miyiz?
- Talk show’un kimliğini bulduğu program diyelim. Daha önce de sohbet programları vardı ama ben şöyle diyorum; “Laf Lafı Açıyor”dan önce talk (sohbet) vardı, şov yoktu. “Laf Lafı Açıyor”dan sonra çok fazla şov oldu, talk kalktı.
◊ Özel kanallar ilk açıldığında Hollanda’daydım. Her perşembe geç saatlere kadar programınızı bekliyor, ertesi gün okula uykusuz gidiyordum.
- Avrupa’da çok fazla izleniyorduk. Özellikle Almanya’da çok ünlüydüm.
◊ Aklımda en çok kalan da masanızdaki...
- Yaratık mı? Cörk (gülüyor).
◊ Evet o, gözümün önünden gitmiyor.
- Onu bana Eser ve Engin Noyan hediye etmişti. Çekim tarihi doğum günüme denk gelmişti. Onlar da gelirken Fatoş Oyuncakları’nın vitrininde bunu görmüşler, “Ne kadar Cem’e benziyor” deyip almışlar. Sonra biz o oyuncakçıyla anlaştık.
◊ Ne anlaşması?
- O oyuncağı bana daha da çok benzettik, kravat falan takıldı, kravatına da benim imzam atıldı. Onları Cem Özer bebekleri olarak sattık.
AHMET ÖZAL: CEM’İ ARAYIN ARADIĞIMIZ TALK SHOW’CU O
◊ Esas iş oyunculuk mu?
- Tabii ki. Talk show’u kendi kimliğimle yapmadım zaten, bir talk show’cu karakteri yarattım. Çünkü ben sonradan hoşsohbet bir adam oldum. Önceleri daha çok dinlemeyi severdim.
◊ Ne değişti de diliniz çözüldü?
- Ben hep kendimden büyüklerin arasındaydım. Ali Poyrazoğlu, Müjdat Gezen, Cenk Koray, Ahmet Gülhan, Ferhan Şensoy, Levent Kırca... Onların yanında ne konuşacağım? Hep dinlerdim, o yüzden konuşkan da değildim. Yine de Maçka Oteli’nde bir kabare yapıyordum. Sezen Aksu’sundan Emel Sayın’ına bütün sanatçılar geliyordu. Finalinde gelen sanatçıları sahneye alıyor, onlara şarkı söyletmeden önce sohbet ediyordum. Bir gün izleyenler arasında Ahmet Özal da varmış. Ertesi gün genel müdürüne telefon açıp “Cem Özer’i arayın, bizim aradığımız talk show’cu o” demiş.
◊ Ve o talk show’la diliniz çözülüyor.
- O da hemen olmadı. Adem Gürses beni aradı, sit-com yapacağım diye bir hevesle gittim. Ama onlar dedi ki “Biz senden talk show istiyoruz”. Dedim “Benden çıkmaz sohbet, anca bana kadar”. “Yaparsın” dediler. O dönemde de salı ve cumartesi günleri Star1’de müzik eğlence programları yayınlanıyor. Adem Bey “Senin talk show’a eylülde başlayacağız, sen salı ya da cumartesi gününden birini seç, program arasında sekiz-on dakikalık skeçler yap” dedi. Tamam, o benim işim. Zaten şov başlamadan önce Cem Özer adını duyurmam da lazım. “Alo Cem Özer” diye bir şey yaptım.
DOKTORLUK DA OYUNCULUK DA MESLEK DEĞİL
◊ Sizin oyunculuğa bakış açınız da değişik; “Oyunculuk meslek değil bir yaşam tarzı” ne demek?
- Evet, meslek değildir. Doktorluk da meslek değildir mesela, yaşam tarzıdır.
◊ Neye göre ayırıyorsunuz?
- Meslek nedir, sabah 9’da mesain başlar, akşam 5-6 gibi biter. İşi gücü bırakır, çıkıp gidersiniz. Ama doktorluk öyle değil. Sokakta biri hastalansa “Mesaim bitti, muayenehaneyi kapattım” der mi bir doktor?
◊ “Açılın, ben doktorum” der.
- Ben de tam onu diyecektim. Her an sana gerek olabilir yani. Bu birincisi... İkincisi de senin devamlı kendini geliştirmen gerekir ve bu bir yaşam biçimi haline gelir. Bizimki de öyle.
Set bitti, tamam artık benim oyunculuğum da bitti diye bir şey yok. Şu an röportaj yaparken seni gözlemliyorum mesela... Yeni bir gazeteci karakteri karşımda. Yarın öbür gün oynarken ya da yönetirken bundan faydalanırım.
◊ Her oyuncu böyle mi ki?
- Bunu meslek olarak yapanlar da var, onlar çok rahat. Yani set bitiyor, tamam, o artık başka biri. Tabii yaratıcı oyunculuktan bahsediyorum, aktarmacı oyunculuktan değil.
TÜRK AYDINI KENDİNİ HALKA ANLATAMIYOR
◊ Bu daha çok karikatürize “entel” tarifi...
- Ben entelektüeli de Türkiye’de yanlış anladıklarını düşünüyorum. Bizde entelektüel dediğin kendi bildiği dilden konuşur. Ne kadar anlaşılmaz konuşursa, ne kadar anlaşılmaz kelime kullanırsa o kadar aydındır. Ama hayır, entelektüel adam düşüncesini, fikirlerini karşısındakinin anlayacağı dilden anlatabilen adamdır.
Türk aydınının yaptığı yanlış 40’lardan bu yana budur. Halka dokunamıyor, kendilerini halka anlatamıyorlar. Bak gerçek aydın Aşık Veysel’dir, Neşet Ertaş’tır, Pir Sultan Abdal’dır, onlar halka dokunur.
◊ Pir Sultan Abdal dediniz de aklıma geldi, sizin “Pir Sultan” adlı bir projeniz vardı.
- Evet, Pir Sultan Abdal’ı oynadım, çok keyifliydi.
◊ Onu rock müzikal olarak sahnelemek gibi de bir hayaliniz vardı.
- Müzikal değil de rock opera yapmak istedim. Hâlâ da istiyorum ama bir delinin çıkıp “Gel ben sana finansör oluyorum, yapalım bu işi” demesi lazım. Zorlu PSM bir sürü şey yapıyor, bu işi hiç duymadılar mı, görmediler mi bilmiyorum.
◊ Siz başvursaydınız, projeden bahsetseydiniz o zaman...
- Ben birkaç kez randevu almak istedim ama dönmediler. Halbuki çok da izleneceğini düşünüyorum.
SENİN AĞZIN KİRALIK MI DEĞİL Mİ, ÖNEMLİ OLAN BU
◊ Sokakta Cem Özer’e tepkiler nasıl? Sizi seviyorlar mı?
- Seviliyor muyum bilmiyorum ama sevmeyenin dahi saygı duyduğundan eminim. O önemliydi benim için. Yola da böyle çıktım zaten. Herkes beni sevsin; bu çok kolay. Kendini herkese sevdirebilirsin. Ama herkes beni saysın, o zor. İçinde saygı yoksa o sevgiyi ne yapayım?
◊ Bu da çok iddialı bir söz, herkes mi size saygı duyuyor?
- Saygı duymayan da vardır tabii ama orana bakmak lazım. Bir gün İzmir’de, bir otelin havuz kenarında oturuyorum. Bir beyefendi geldi, “Cem Bey, dünya görüşlerimiz taban tabana zıt. Ama size saygı duyuyorum çünkü başkalarının değil hep kendi lafınızı söylüyorsunuz” dedi. Önemli olan, senin ağzın kiralık mı değil mi? Kendin misin, değil misin? O yüzden bir yerlere ait olmadım hiç. Ben herkesim ve hiç kimseyim. Tek başına güçlüysen güçlüsün.
İSTEMEDİĞİM ŞEYE “HAYIR” DİYEBİLECEK KADAR PARAM OLSA YETER
◊ Kariyer anlamında arzu ettiğiniz yerde misiniz?
- Bana “Çok daha iyi yerlerde olmalıydınız” diyorlar. Ben zaten çok iyi yerdeyim kardeşim!
Çünkü onun için iyi yerde sayılmam için teknem olmalı, uçağım olmalı, yalıda oturmalıyım.
Oldu da gerçi ama daha farklı değildim, yine böyleydim. Hatta onları çevirmek için özgürlüğünden feragat ediyorsun.
Bir süre sonra acaba bir jet alsam mı falan diye düşünmeye başlıyorsun.
Sonu yok bunun. Sonunda şuna karar verdim, istemediğimi yapmayacak kadar param olsun, istemediğim şeye “hayır” diyebileyim yeter.
Röportajı okuyanlar eğer bu lükse sahiplerse, Allah aşkına frene bassınlar.
Çünkü hiçbir zaman istekleri bitmeyecek. Çünkü fazla kazanmak için hayatından veriyorsun.
Ne kadar az şeye ihtiyaç duyarsan o kadar özgürsün.
SEYİRCİ KÖTÜ ADAMI SEVERSE O İŞ TUTAR
◊ Gelelim son işinize... TRT1’de yayınlanan “Payitaht Abdülhamid”de rol alıyorsunuz.
- Evet, William Hechler rolünü üstlendim.
◊ Abdülhamid’in düşmanı olan bir İngiliz ajanı...
- Evet, iki projedir bana kötü adam karakterleri uygun bulunuyor.
◊ Bu iyi mi kötü mü bilemedim. Sizce?
- İyi. Çünkü kötü adam olmazsa hikâye olmaz. Yoksa neyi anlatacağız? Düşünsenize kadınla erkek birbirini çok seviyordu, çok da mutlu mesut yaşadılar, hayatlarında hiç kötü bir şey olmadı. Ne adamın hayatına biri girdi, ne kadının... Eee... Seyretmezsin ki... Pamuk Prenses’i üvey anne ile cadı olmasa dinlemezsin. Bir de derler ki “Seyirci kötü adamı severse o iş tutar”.
EŞİM AŞI İÇİN GÖNÜLLÜ DENEK OLDU
◊ Pandemiyle ilgili bir komplo teoriniz olduğunu duydum.
- Hastalık ilk çıktığında bir sürü komplo teorisi ortaya atıldı ya, biz de evde otururken ürettik (gülüyor). Sonra gördük ki komplo falan yok ortada. Sadece kahpe bir virüs var.
◊ Aşı hakkında da komplo teorileri gırla gidiyor.
- Aşıyla ilgili de komplo teorisi üretmesinler artık. Yok çip takıyorlar, yok takip edecekler. Arkadaş seni takip edecek de ne olacak, sen kimsin? Genetiğimizle oynayacaklarmış. Ne yapacak genetiğimizle oynayıp, kulaklarımızın yerini mi değiştirecek? Kısırlaştıracaklarmış. Niye kısırlaştırsın bizi? Zaten Avrupa’da yaşlı nüfus fazla diye dertleniyorlar. Tüketim lazım kapitalizme, ucuz işçi, köle lazım. Tam tersi üremekten yanalar, seni niye kısırlaştırsın? Eşim (Pınar Dura) gönüllü denek oldu aşı için, hiçbir yan etkisini de görmedi.
Paylaş