Dünyayı Trabzon’dan idare edemezsiniz!

1941’de Trabzon’da dünyaya gözlerini açtı ama dünyayı Karadeniz’den izlemekle kalmadı. 17’sinde aile şirketinde işe başlayan, aynı yıllarda futbol kulübü yöneticiliğine el atan Yılmaz Ulusoy, onlarca yıldır durup dinlenmeden çalışmaya devam ediyor. Bu hafta, vakti zamanında bir toplantıda “Dünyayı Trabzon’dan idare edemezsiniz” diyerek masaya elini vuran o idealist gencin yolculuğunu konuşmak için Yılmaz Ulusoy’la bir araya geldik.

Haberin Devamı

Özgeçmişinizi okuduğumda ilk dikkatimi çeken, iş hayatına çok küçük yaşta atılmanız oldu. Bir de spor, sanat âşığı, deniz ve doğa tutkunu olduğunuz herkesçe malum. Bugünlere uzanan başarı öykünüzün en başından başlayalım mı? Bu serüven ne zaman, nerede başladı?

- 1941, Trabzon-Of doğumluyum. Liseyi Trabzon Lisesi’nde bitirdim, hemen ardından aile şirketimizde çalışmaya başladım.

İş hayatınızı adım adım konuşacağız ama öncelikle sormak istiyorum; başarınızın sırrı nedir?

- Ben çok okuyan, çok dinleyen, öğrenmek için yaşam boyu uğraş vermiş birisiyim. Allah’ın emridir, “Oku” der. Çok okurum gerçekten. Ayrıca çalışacak, üretken olacaksınız. Bir de sevgi var. Ne kadar üretirseniz üretin her madde bir gün biter ama sevgi çoğalır. Kuşu sev, çiçeği sev, böceği sev, tabiatı sev, insanı sev... Bir insanın sevgisi yoksa, kalp gözü de yoktur. Bana sevmeyi nasip etti diye Allah’a hamdediyorum. “Allah’ım beni sevgisiz, beni vermekten yoksun bırakma, beni okumaktan, çalışmaktan geri kılma” diye dua ediyorum hep.

Haberin Devamı

Bir de “dinlemek” konusunun altını çok çiziyorsunuz... İyi bir dinleyici misiniz?

- Öyle olmak zorundayız. Biri şayet dinlemiyorsa, ukaladır, ne derse desin. “Lafını balla kestim” deyip konuşmaya başlayanlar, hiçbir şey bilmeyenlerdir. Çünkü dinlemeden, okumadan, gezmeden, görmeden hiçbir şey öğrenemez, ifade edemezsiniz.

Ben hayatım boyunca kimden ne öğrenebilirim diye baktım. Mesela Rahmetli Hasan Saka’yı -bizim amcamızdı- çok dinledim. Hasan Saka malum Atatürk’ün zamanında maliye bakanlığı yapmış, sonra başbakan olmuş, Lozan’da İsmet Paşa’nın yanındaymış... Neyse... Giderdim yanına, derdim “Hasan Amca bana bir hikaye anlatsana”. “Oğlum ne işin var senin benim hikayelerimle, siyasetçi mi olacaksın?” derdi. Yok tabii, maksat dağarcığımda bulunsun. Ne dedik az önce; dinlemezseniz öğrenemezsiniz.

Gelelim iş hayatına... Hep mi bu kadar çalışkandınız?

- Daha çocukken, ortaokuldayken başladım bizim ofislere gitmeye. Trabzon’da dokuz tane petrol istasyonumuz vardı, gider ne oluyor, ne bitiyor diye hep temaşa ederdik. Hatta gaz tenekelerini kendi ellerimle temizlerdim. Üzerinde ayna gibi kendimi görmeden de o tenekeleri bırakmazdım. 50’li yıllardan bahsediyorum.

Haberin Devamı

Ticaretle uğraşmaya o yıllarda mı karar verdiniz?

- Evet. “Ne olacağım ben?” dedim. Cevaptan da hiç şüphem olmadı; ticaret adamı. Baba mesleğine devam edecektim.

Dünyayı Trabzon’dan idare edemezsiniz

Fotoğraflar: Selçuk Şamiloğlu

“FENER ŞAMPİYON OLAMIYOR GEL BUNA EL AT” DEDİLER

Ama ticaret dünyasına adım atmakla kalmamış, çok genç yaşta kulüp yöneticiliği gibi ağır bir sorumluluk da üstlenmişsiniz.

- Evet, 1959 yılında Trabzon Erdoğdu kulübünde yöneticilik yapmaya başladım. 1962’de iş gereği Samsun’a geçtim. Bu defa dediler ki “Fener şampiyon olamıyor, gel buna el at”. Yahu kardeşim ben yeni geldim, çok işim var, mesuliyetim var. Yok dinletemedim. Ama çalıştık çabaladık, o yıl Fener’i şampiyon yaptık.

Haberin Devamı

Hangi Fener bu?

- Samsun Fener’i, “Fener Gençlik”... Fenerbahçe değil.

E sonra da Samsunspor gelmiş. Her el attığınız takımı şampiyon yaparsanız, olacağı bu...

- 1965’ti. Dediler “Gel takımı kur, başkanı ol”. Bu defa direnmedim, “Peki” dedim. 27 yaşındaydım Samsunspor şampiyon olduğunda.

Bu arada sizin Trabzon’dan Samsun’a geçiş sebebiniz neydi? Futbol demeyeceksiniz herhalde...

- Yook... Sefer abim Samsun’daydı benim asıl. İş için yani. Ama deniz ona hiç iyi gelmedi, astım hastalığına yakalandı. Mecburi bir rotasyonla ben Samsun’a gittim, o Ankara’ya... Cemal abim de İstanbul’a geçti. Sağlık sebebiyle böyle bir değişim oldu.

YILMAZ BEY BİZ SİZİ ANORMAL ZANNETTİK!

Haberin Devamı

Nasıldı Samsun günleri? Yeni personel, yeni sorumluluklar sizi zorladı mı?

- Şöyle söyleyeyim, Samsun’a gidince kendime göre yaptığım reformları biraz daha geliştirdim. 100 gün çalıştım, bu süre içinde personelle hiç bir araya gelip konuşmadım. 100 günün sonunda bütün personelimi topladım. Oturduk masaya...

Bu arada Sefer abim de çok gönül adamıdır, güler, hayattan nemalanır; o da masada... Neyse ben sordum düşüncelerini personele, “Yılmaz Bey, düşündüklerimizi tam olarak anlatalım mı?” dediler. “Tabii” dedim, “atış serbest”. Başladılar “Biz sizi başlangıçta anormal zannettik” diye...

Anormal mi!

- Evet. “Sefer Bey’le çok arkadaşça, dostça çalışıyorduk. Siz geldiniz, bizi kalıplara soktunuz, öyle bir sıktınız ki” diye devam ediyor anlatmaya. Sessiz sedasız dinliyorum ben de...

Haberin Devamı

Patlayacaksınız sonunda herhalde...

- Hiç gerek kalmadı, lafı “Bizi kalıplara sokarken bir yandan da yetiştirdiniz. 100 günde sizden çok şey öğrendik. Başlarda çok ağır gelmişti ama 100 gün sonra baktık ki hem müessese hem de bizim daha iyi olmamız için çok güzel şeyler yapmışsınız” diye bağladı.

Dünyayı Trabzon’dan idare edemezsiniz

PARA BENİM İÇİN AMAÇ DEĞİL HER ZAMAN ARAÇ OLDU

Para hırsınız mı vardı?

- Asla, asla... Para hayatımın hiçbir döneminde amaç olmadı, onu hep araç olarak gördüm. Çünkü kimsenin öteki tarafa tek bir çöp bile götürmediğine inanıyorum. Ama kuralcıydım fazlasıyla. Hatta benim bu özelliğim ailede zaman zaman şikayet sebebi oldu. Babama beni şikayet ettiler.

Anlamadım, ne diye?

- İşte “Yılmaz sert davranıyor, Yılmaz liderlik peşinde” falan.

Babanız bu şikayetlere kulak verdi mi?

- Bana sordu, ben de ona dedim ki; “Baba, ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Mal meydanda. Yaptıklarımız ve yapacaklarımız ortada. ‘Oğlum şu yanlış’ diyebiliyor musun, yok. Demek ki sorun da yok”...

Hangi konularda ters düştünüz aileyle?

- Bir örnek vereyim. 1959’da İsveç’e kadar gittim. Ve bizim eski tip otobüslerle yolculuğun rahat yapılamayacağına kani oldum. Bunun üzerine de İsveç’ten otobüs getirmeye karar verdik. Ama çok tepki aldım. Olurdu, olmazdı çok tartışıldı. Bir de üstüne “İki misli fiyat koyacağız biletlere” deyince kıyamet koptu.

Karşı çıktılar.

- Hem de nasıl... Ama geri adım atmadım. Dedim; “Otobüsüm iyiyse, personelim eğitimliyse, hizmeti kendilerine şiar edinmişlerse, daima güler yüzlülerse, öne çıkarız. Öne çıkarsak da karşılığını alırız”. Bir de şöyle bir dezavantajım var; ben erkek kardeşlerin en küçüğüyüm. 60’lı yıllarda da pederşahi bir sistem var malum, büyük ne derse o olur.

Bu pederşahi sistemin kalıplarını nasıl yıkabildiniz?

- Bu tartışmalar sürüyor. Toplantı masasında oturmuşuz yine bir gün. Dinledim dinledim ve sonunda nezaketle elimi masaya vurmak mecburiyetinde kaldım. “Ne yapıyorsun, sen bizim en küçüğümüzsün” dediler. Dedim “Bakın beyler, yanlış düşünüyorsunuz. Dünyayı Trabzon’dan idare edeceğinizi zannediyorsunuz ama edemezsiniz. Trabzon’dan İstanbul’u bile idare edemezsiniz”... Nitekim taleplerimizi kabul ettirdik. Sonra İstanbul’a geldim. Çalışmaya devam.

GENÇLİĞİMDE BİLE ERKEK ERKEĞE GEZMEDİM BEN

Ama İstanbul’a gelmeden önce evlendiniz, baba oldunuz... O önemli dönemi atlamayalım...

- Evet, bu işler güçler devam ederken hanım karşıma çıktı, evlendik. 50 yıldır mutlu, huzurlu bir evimiz var. Üç çocuğum oldu. Bunların meyvesi de beş tane torun.

Serap Hanım’la mutlu bir evliliğiniz var. Evliliklerin daha imzası kurumadan bittiği şu dönemde, mutlu evliliğin sırrını söyler misiniz?

- İnsan öncelikle aile kutsiyetini, ulviyetini bilecek. Bir insanla bir yuva kurar, evliliğinizin meyvelerini alır, sonra da mutluluğunuzu torunlarınızla taçlandırırsanız, daha ne istersiniz ki... Bir de evinin erkeği olacaksın.

O ne demek?

- Şu demek; ben evime gittiğimde rahat ediyorum, dışarıda değil. Erkek erkeğe gidelim, gezelim, oturalım falan, bunları gençliğimde bile yapmadım ben. Akıllı insan mutluluğu evinde bulur, evinde yaşar.

Sadece erkekler açısından konuştunuz sanki...

- Karşılıklı olacak tabii. Eşim bu kadar akıllı, tertipli, düzenli, beni tamamlayan biri olmasaydı bunca sene geçmezdi.

EDEP, ADAP KALMADI PANTOLONLAR AYAKLARA YAPIŞTI

“Yılmaz Ulusoy... Dostlarının Kaleminden İş Hayatında 55 Yıl” kitabında 500’ü aşkın dostunuzun yazısı yer alıyor.

- 64’ü ölmüş.

Ölümden korkuyor musunuz?

- Hayır. İnanmış insanlar korkmaz. Doğduk, öleceğiz. Derler ya “Hiç ölmeyecekmiş gibi çalış, yarın ölecekmiş gibi ibadet et”... Ben buna yürekten inanmış biriyim. Ama Allah sağlıklı sıhhatli yaşam, imanlı ve Kuran’lı ölüm versin. Kaliteli yaşamak her insanın hakkı ama dünya öyle kötü bir yer oldu ki. Bugün 47 yerde, 47 devlette savaş var. Dünya parçalandı, darmadağın oldu.

Bizim 50’lerde, 60’larda yaşadığımız dünyadan zerre kalmadı. Edep, adap, nezaket, giyinme hepsi bozuldu.

Bakıyorum şimdi, ayaklara yapışmış pantolonlar falan.

10 BİN KİŞİYE BIYIKLARINI KESTİRTTİM

 ◊ Sigara düşmanı biri olarak, bugüne kadar kaç kişiye sigara bıraktırdınız?

- O değil de biliyor musunuz, bugüne kadar 10 bin kişiye bıyık, bin kişiye de sakal kestirdim ben.

Sebep?

- Benim bıyığıma beyaz düştü, dedim berbere “Kes bıyığı”... 1996’dan beri her sabah gelir beni tıraş eder. Torunum da geliyor illa, 2.5 yaşında kız, o da suratımı sabunluyor.

Bugüne kadar kaç okul yaptırdınız?

- Beş.

Bir de hatıra ormanınız var.

- Hatıra ormanı derken, toplamda 125 bin ağaçlık orman kurduk.

BEN ATATÜRK’Ü BİZZAT KILIÇ ALİ’DEN DİNLEDİM

Türkan Şoray’dan Orhan Gencebay’a, Hülya Koçyiğit’ten Hülya Avşar’a birçok sanatçıyla yakın dostluğunuz var. Bu sanat ve sanatçı merakının temelinde ne yatıyor?

- Mustafa Kemal’in söylediği gibi eğitim, kültür ve sanat açısından gelişmemiş toplumlar, geri kalmış toplumlardır. Türkiye de geri kalmış bir toplum ne yazık ki! Uçtuk kaçtık, her şeyi yaptık da nereye geldik. Sanat yoksa güzellik yoktur. Sanat yoksa adap, edep yoktur.

Atatürk hayranlığınız da iyi biliniyor.

- Mustafa Kemal Atatürk her tarafı yıkılmış bir ülkeyi aldı, önce orduyu kurdu, sonra Kurtuluş Savaşı’nı kazandı. Ayağında çarığı olmayan insanlarla yola çıkıp bu ülkeyi kurtardı ve Cumhuriyet’i kurdu.

Ben çok okudum Atatürk’ü. Burada, işyerimde 4 bin 500 kitap var, 7 bin tane de evdeki kütüphanede. Yaş olarak Mustafa Kemal’e yetişemediğim için, onu birebir Kılıç Ali’den dinledim.

Kılıç Ali, Gündüz Kılıç ve Altemur Kılıç’ın babası, bilirsiniz belki... Bir gün Gündüz’e dedim ki, “Ben Atatürk’ü okudum, okuyorum, okuyacağım.

Ama gel sen beni babana götür”. Kılıç Ali 27 yıl boyunca Atatürk’ün yanında yer alan biri. İyi ki gidip görüşmüşüm. Beş gün boyunca dinledim, Atatürk’ü o bana anlattı.

DOSTLARININ KALEMİNDEN

- Ajda Pekkan: Sevgili Yılmaz Ulusoy pozitif enerjisiyle iş dünyasında olduğu kadar sosyal yaşamda da başarılara imza atmış ve paylaşmayı ilke edinmiş harika kalp.

- Emel Sayın: Yılmaz Ulusoy nevi şahsına münhasır bir kişilik. Güvenilir insan bulmak zordur. Yılmaz Ulusoy, duruşuyla insana güven veriyor.

- Ferdi Tayfur: Yılmaz Ağabey her zaman arar ve halimi hatırımı sorar... Bana “Hayatta hiçbir şeye üzülme Ferdi” der; sağlığımı sorar, beni anlatamayacağım kadar mutlu eder. Sağlığımla öyle ilgilenir ki, ailemdeki yakınlarımdan bile bunu görmedim desem yeridir. Bu devirde böyle insan yok, nesli tükenmişlerden.

- İbrahim Tatlıses: İstanbul’a ilk geldiğim yıllardan beri tanırım, kendisini daha yakından tanıdıkça ona karşı saygım ve şaşkınlığım artmıştır. Hayata bakış açısı, insanlara verdiği değer ve yardımseverliğiyle bu kadar içten ve samimi bir insanla hiç karşılaşmadım. Eğer 50 yıl evvel Yılmaz Ulusoy Urfa’da yaşasaydı ben şimdi Oxford’dan mezundum. Kendisi örnek alınacak bir kişidir. Bunu herkes öyle bile...

- Kadir İnanır: Yılmaz Ulusoy’un ağabeyliğinden edindiğim değer, Kadir İnanır’lığıma büyük katkı sağlamıştır. Neredeyse 40 yıla varan böylesine büyük bir dostluk örneği asla görülmemiştir. Ben kendi adıma böylesine güçlü ve saygın bir insanın kardeşi olmaktan onur duymaktayım. Büyük bir servetim yok, ama Yılmaz Ulusoy gibi bir ağabeyim var...

- Orhan Gencebay: Sevgili can dost, güzel insan, vefalı insan, sevgi dolu, duygu dolu, sevgili arkadaşım, sevgili kardeşim... Sen çok iyi bir baba, çok iyi bir eş, çok da iyi bir dedesin...

Ayrıca sanata ve sanatçıya sahip çıkışın da çok ayrı ve büyük bir özellik. Senin yanında olmadığın bir konu ya da kişi yok sanki. Sevgili abem, ben senin can dostun, can kardeşinim, bunu hep böyle bil. Seni de, aileni de çok seviyor ve sayıyorum. ALLAH YOLUMUZU AÇIK ETSİN, BERHUDAR OL....

Dünyayı Trabzon’dan idare edemezsiniz

 

Yazarın Tüm Yazıları