İlk olarak İzmir Hilton'daki bir geceden söz edeyim. İzmir'in en güzel konaklanacak yeri de, tartışmasız biçimde Hilton Oteli.
Otelin genel müdürü, İsrailli bir dost, Clement Hassid, Türk mutfağının hayranlarından. Mutfağımıza ilgisini de İzmirlilerle paylaşmaya çok hevesli. Geçenlerde bunun için yeni bir fırsat doğdu. İzmir Hilton'un eski Fransız şefi, yerini çok sevdiğim genç bir Türk meslektaşına, Muzaffer Demirci'ye bıraktı. Devir teslim töreninin yapılacağı akşam ise otelin Gurme Kulübü bir 'Osmanlı Gecesi' düzenledi. Metrdotel Akın Yorulmaz'ın servis ekibi ile Muzaffer Demirci'nin mutfak brigadı hep birlikte çok güzel bir daveti gerçekleştirdi.
İzmir'in böyle inceliklere çok ihtiyacı var. Çünkü incelikler burada hep evlerde sergilenmekte. Dışarıda yenen ise balıkla mezelerden ibaret.
Bütün bunlara bir de kişisel not ekleyeyim. Oteldeki her kalışımı adeta taçlandıran bir 'executive' kat takımı var. Neslihan Düzdirek ve Burcu Özçaka bu takımı harika yönetiyorlar!
ESKİŞEHİR'DE TATAR MUTFAĞI
Eskişehir'deki Anadolu Üniversitesi'ne bağlı Turizm ve Otelcilik Yüksek Okulu'ndan bir davet almıştım. Öğrencilere mesleki konuda bir konuşma yapmak üzere bir ay kadar önce bu güzel kampüse gittim.
Dönüşte yol üzerinde erken bir akşam yemeği molası verdik. Eskişehir'in hemen çıkışındaki Eskişehir Çiğ Börek Evi'ne girdik. Bir de ne göreyim? Lokantanın sahibi, daha önceki Eskişehir seyahatlerinden tanıştığımız bir Tatar asıllı dost değil mi? O akşam yalnız çiğ börek yemedik, aynı zamanda Tatar mutfağının özel yemeklerinden kendimize müthiş bir ziyafet çektik. Kuzu sorpası içtik, tabak böreği yedik, Duramadık, kavurma börekten, sar burmadan, kalakaydan, cantıktan ve göbeteden tattık. Anısı hálá aklımdan çıkmıyor!
HÜSEYİN USTA'NIN MUTFAĞI
Söze sıradışı bir mekandan başlayalım. Burası Bostancı'da yeni açılan Mood. Anadolu yakasında böyle bir yer hiç yoktu. Açılması, o yakada oturanlar için çok iyi oldu. Bostancı İskelesi'nin hemen karşısında bir bahçede konuşlanılmış. İçeride çok şık bir bar var. Müzik ise, özellikle hafta içinde, yumuşak ve dinlenilir bir volümde. Bunun göstergesi, yemeğe gidildiğinde masada rahatça konuşuluyor olması. Bu devirde ne nimet!
Ama şıklıklar bundan ibaret değil. Mesela bir suşi bar var ki, meraklısını gerçekten kendinden geçirebilir. Hüseyin Usta'nın mutfağından ise soğuk ve sıcak harika mezeler çıkıyor. Meze deyince hemen Türk mutfağı akla gelmesin. Burada İspanya'dan, Portekiz'den, İtalya'dan, Lübnan'dan da esintiler var. Ayrıca mezeyle yetinmek istemeyenler için birkaç çok lezzetli ana yemek de menüde yer almakta.
Servis ise tek kelimeyle uzun yıllardır görmediğim bir güzellikte. Ayrıca Nevda Yılmaz gelen hemen herkesle yakından ilgilenmekte. En güzeli de fiyatların son derece makul tutlmuş olması.
SARDUNYA'DA NEFİS ANTRKOT
Yazlık mekanların açılmasıyla İstanbul başka bir havaya girdi. Herkes kendisini açık bir mekana atmaya çalışıyor. Birçok kışlık yer de bu arada yazlık mekanlarına taşındı. Bunlar içinde kışın nefis bir antrkot yemek istediğim zaman mutlaka gittiğim Sardunya'yı öcelikle anmak isterim. Sardunya'nın Fındıklı'da Deniz Ticaret Odası'nın kıyısındaki yeri şehir merkezine yakınlığı ve trafik sorunundan azade oluşuyla da çekici. Tabii yemekler için fazla bir şey söyleyecek değilim. Çünkü ben de Sedat Zincirkıran'ın ekolünden yetiştim. Ama serviste Leyla Hanım'ın zarif dokunuşlarının da ilk tanıklarından olduğumu belirtemeden geçemem.
ZARİFİ'NİN MEZELERİ
Sırada kışın bir türlü gidemediğim Zarifi vardı. Yazlığı, Koleksiyon Mobilya'nın Sarıyer yolundaki bahçesinde açıldı. Her ne kadar kendisi, 'ben bu yemek işlerine karışmıyorum' dese de Koleksiyon Mobilya'nın sahibi Faruk Malhan gibi bir yemek meraklısının yakışan da böyle bir işletmeydi.
Zarifi'nin yönetici ortağı Fehmi Yaşar, işletmenin yazlığında yine güzel ve ilginç mezeler sunuyor. Bizim yaş kuşağının bile rahatsız olmadığı canlı müzik ise geceleri süslüyor.
REINA’DA DRAGON
Laila, Reina gibi yerlere çoktandır gitmiyorum. Böyle bir hevesim de yok. Ayrıca kafam onca gürültüyü kaldırmıyor. Bir de ortalıkta boy gösterme hevesim zaten hiç olmadığı için buraları bana hiç çekici gelmiyor.
Buna karşılık Mehmet Aksel'in Reina'da yeni açtığı yeri görmeden edemedim. Mehmet Nişantaşı'ndaki Brasserie d'Oeuf'ün sahibi. Burası İstanbul'un tek Belçika lokantası. Yemekten anlayanlar bilir, Fransız mutfağının bile en iyisi Brüksel'de yenir. Belçika bir yemek meraklısına çok şaşırtıcı güzellikler sunar. Hele bu işleri Mehmet gibi dünyanın en titiz ve dikkatli bir patronu yönetiyorsa, iki kere düşünmek lazım.
O akşam Dragon'da Çin yemekleri de yedik. Ama bunu ayrı bir yazıda anlatmam gerekiyor.
LACİVERT RESTORAN
İstanbul ekimiz çıkarken birkaç kez ikinci köprünün Anadolu yakasındaki ayağı altında bulunan Lacivert restorandan söz etmiştim. Boğaz'daki en güzel mekanlardan birisi de burası. Yerin güzeliğini ise Hüseyin Usta'nın yemekleri tamamlıyor. Türk mutfağını bu kadar iyi yapan şefimiz şimdilerde pek az. Hüseyin bunlardan birisi. Bir zamanlar birlikte çalışmış olmamızdan ötürü kendisiyle ayrı bir gönül bağım var.
Lacivert'in işletmecisi Şerare Hanım ise bu yaz yeni bir uygulamaya geçmiş. Arkadaki bir çardak altında, tabii yine Boğaz manzarasını seyrederken, konuklarına Ege mutfağının özel yemeklerini sunuyor. Özellikle Egeli dostlara bunu haber vermek isterim.
İSTİNYE'DE SÜREYYA
Boğaz'dan söz etmişken İstinye'deki Süreyya'yı atlamak istemem. Süreyya, Türkiye'de Rus lokantacılık geleneğini bence başarıyla sürdürüyor. Şef Gökhan Çakır'ın mutfak ekibi ve lokantanın gerçekten zarif işletmecisi Oya U. Büyükönder'in titizliği konuklara unutulmayacak saatler geçirtiyor.
Görüyorsunuz, Türkiye'de güzel şeyler de olmakta. Çetin Altan'ın deyimiyle, enseyi karartmamak lazım.