Paylaş
Koyun ve dana yüzyıllardır otçul hayvanlardı. Birden Avrupalı besiciler bu hayvanların gelir getirmeyen iç organlarını hayvan yemine ilave etmek gibi bir fikir geliştirdi. Sığır ve koyun kendi etiyle beslenmeye başlandı. Uygar Batı Dünyası, şirketlerine borsada tavan yaptırmayı en yüce erdem saydı. Şimdi o hisseler yerlerde sürünüyor.
Bir zamanlar dünyaya nizamat veren İngiltere'nin hali son günlerde bayağı perişan. İngilizler deliren veya şap hastalığına tutulan danalar, koyunlar ve domuzlarla uğraşıyor. Uğraşıyor dediğim, sözün gelişi. Aslında yaptıkları tam bir hayvan katliamı. Bu arada korku da cabası. Deli dananın deliliği, onun etini yiyenleri de etkiliyor çünkü. Şapa tutulmuş koyun veya domuzun etini bilmeden yemek ise İngilizlerin kabusu olmaya devam ediyor.
Yalnız İngilizler mi bu dertlerden mustarip? En az onlar kadar akıllı oldukları iddiasındaki kıta Avrupası'nın bütün büyük ülkeleri de aynı dertlerden kıvranmakta. Amerika, bu bela üstüne sıçramasın diye çabalamakta. Ama tarımda benzer uygulamaları yapan bu Amerika'dan başkası değil. O yüzden giderek orada bir tür paranoya ortalığı sarmaya hazır kapıda bekliyor. Halbuki en çok bir yüzyıl önce uygarlık şampiyonluğunu kimseye bırakmayan yine bu ülkelerdi. Yalan mı?
Ama bir doğru da Batı'nın pozitif bilim alanında hálá rakipsiz olduğu. Oralarda Aydınlanma Devrimi'ndan bu yana akıl hüküm sürmekte. Akıl da bilimin başlıca destekçisi. Bilim ise kapitalizm aracılığıyla kára dönüştürülüyor. Yani ortada ballı börek misali bir saadet zinciri mevcut. Daha doğrusu yakın zamana kadar bunun çok sağlam bir mutluluk zinciri olduğu sanılıyordu. Zayıf halka ortaya çıkıncaya kadar...
Zayıf halka, bilimin ahlakla, hikmetle bütünleştirilmemesinden kaynaklanıyor. Konumuz çerçevesinde bu durum, hayvanların bilimsel yollardan kár amaçlı beslenmesinde yatıyor. Biliyorsunuz koyun ve dana otçul hayvanlardır. Daha doğrusu yakın zamana kadar öyleydiler...
Birden Avrupalı besiciler bu hayvanların fazla gelir getirmeyen kısımlarını -başlıcaları iç organları idi- sokağa attıklarına pişman oldular. Her şeyden bir kár elde etmemek, onlara göre, kapitalizmin mantığına aykırıydı. Gerçi bir miktar sakatat kedi-köpek maması yapımına gidiyordu ama, evcil hayvanlar da kentleşmenin son evresinde itlaf edilip bitirilmişlerdi.
EGZOTİK HAYVAN MODASI
İşin daha kötü tarafı, insanların beslenme alışkanlıkları öyle kapitalizm falan dinlemiyordu. Avrupalıların ve Amerikalıların büyük çoğunluğu beyini, ciğeri, işkembeyi tabaklarında görünce fena oluyorlardı!
O zaman, pazarda beş para etmeyen sakatatı hayvan yemine ilave etmek gibi 'parlak' (!) bir fikir geliştirildi. Yüz binlerce yıldır ot yiyen sığır ve koyun ırkı kendi etiyle beslenmeye başlandı. Uygar Batı Dünyası, apaçık bir yamyamlık uygulamasının şampiyonluğunu yaptı. Yaradılışın hikmetine kulak asmadı. Karın, Evrenin Yüce Yaratıcısı'nın hikmetinden daha önemli olduğunu düşündü. Şirketlerine borsada tavan yaptırmayı en yüce erdem saydı.
Şimdi o borsada tavan yapan hisseler yerlerde sürünüyor. Buna karşılık, besiciliği dev bir fabrika işletmesine dönüştürmüş firmalara kızgınlık tavan yapıyor. Öte yandan daha çok eti daha çok destekleyen Avrupalı hükümetler kafalarını duvardan duvara vuruyorlar.
Biraz da rakamlardan söz edelim... Newsweek'te çıkan bir habere göre son krizin ardından vurgunu yiyen yalnız İngiltere değil. Gastronominin merkezi sayılan Fransa'da sığır eti tüketimi yüzde 47 düşmüş. İtalyanlar daha da korkmuş olmalı ki, oradaki düşüş yüzde 75'i bulmuş. Almanlar da ihtiyatlı bir yaklaşım sergiliyor ve kriz öncesine göre yüzde 67 daha az sığır eti yiyor.
Bu arada yabancı basında çıkan yazılardan anlaşılan o ki, vejetaryenlik gibi esası otla beslenme olan düzenler Batı dünyasında hızla prim yapmakta. Almanya'da bu sayı son zamanlarda ikiye katlanarak 6.6 milyona ulaşmış. İtalya'da 1.5 milyondan 2.5 milyona çıkmış.
Vejetaryenlik meselesine fazla girmeden, etin insan beslenmesi için vazgeçilmez sayıldığını söylemekle yetineyim.
Son zamanlarda moda olan bir başka beslenme modeli ise Romalılar zamanını andırıyor. Hani onlar da egzotizm olsun diye bülbül dili, devekuşu beyni, fil hortumu falan yerlermiş ya, bu da o misal. Avrupa'da restoran mönülerinde giderek daha çok kanguru eti, timsah kuyruğu yer alıyor. Bunları ben de gördüm ve yedim. Tatları çok da garip değildi. Görmediklerimi de basındaki yazılardan okuyorum. Kudu ve Springbak denilen Güney Afrika'ya özgü ceylanların etleri de yer yer görülmeye başlanmış. Yiyenler, 'biftekleri çok iyi oluyor' demekte.
KUTSAL KİTAB’A BAKSINLAR
Ben bu tür fantazilerin uzun ömürlü olacağına inanmıyorum. İnsanlar beslenme alışkanlıklarından kolay vazgeçmek istemezler. Mutlaka koyuna, danaya tekrar dönülecek. Sağlıklı bir gelecek nesil için zaten bunlara gereksinmemiz var. Ama daha ucuz ve daha bol et elde edilecek diye yaradılışın düzenini alt üst etmekle bir yere varılamayacağını bir kere daha gördük.
İnşallah bundan bir ders çıkartılmıştır. Bence en büyük ders, aklın tek başına düzenleyici olamayacağı. Yanına mutlaka hikmeti de koymak gerekiyor. Çünkü daha çok kár güdüsünü ancak hikmetle durdurabiliriz.
Batılılara kendi dinlerini öğretmek gibi olmasın ama, Kutsal Kitab'ın içinde yer alan Vaiz'i okusalar görecekler. Binlerce yıl önce Yeruşalim'de kıral olan Davud'un oğlu Vaiz şöyle demiş: 'Adam için yemekten ve içmekten ve emeği ile canını sevindirmekten daha iyi bir şey yoktur. Gördüm ki, bu da Allah tarafındandır. Çünkü onsuz kim yiyebilir ve zevk bulabilir? Çünkü Allah hikmeti ve bilgiyi ve sevinci kendi önünde iyi olan adama verir; fakat Allah'ın önünde iyi olana versin diye, toplamak ve yığmak zahmetini suç işleyene verir. Bu da boş ve yeli kavramağa çalışmaktır.'
Vaiz'in bir sözü daha var ki kulaklara küpe: 'O (Allah) her şeyi vaktinde güzel yaptı, onların yüreğine de ebediyeti koydu, fakat şöyle ki, insan Allah'ın yaptığı işi baştan sona kadar bulup çıkaramaz.'
Anlayana o kadar çok şey söylenmiş ki..
Paylaş