Paylaş
Belediyelerdeki personel batağı üzerine yazılarıma çok sayıda tepki geldi.
Kolayca tahmin edileceği gibi, bu bataktan bunalmış dürüst belediye yöneticileri bana destek çıktı.
Bunu anlamak zor değil.
Ama öte yandan sendikacılardan ve işçilerden gelen tepkiler farklı oldu.
Bu kesimden kimsenin, 'eline sağlık' demesini zaten beklemiyordum.
Ancak tartışma uygar bir zeminde yapılmalı. Muhatabıyla konuşmasını bilmeyenlerle işim yok.
Okuduğunu yarım yamalak anlayıp eline kalemi alarak hakaretler yağdırmak iş değil.
Bunlar iyi kötü yazması olanlar. Bir de telefonla aynı şeyi yapanlar var.
Aşağıda bir mektubu örnek olsun diye aynen yayınlıyorum.
Son karar sizin.
Bu arada bir de belediye işçilerine buradan bir açıklama yapmak istiyorum.
Benim kimsenin maaşıyla ilgili bir takıntım yok. Hatta bunu yazılarımda da dile getirdim. Keşke mümkün olsa da herkese uygar biçimde yaşayabilecek kadar para ödenebilse.
Benim davam, belediye gelirleri ile belediyelerin sadece personel giderleri arasındaki anlaşılamaz ve kabul edilemez dengesizlik.
Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir belediye gelirlerinin yüzde 80’ini yalnız personele maaş olarak dağıtamaz. Bırakın belediyeleri hiçbir özel kuruluş veya kamu kuruluşu böyle hovardaca ve akılalmaz bir tutumu benimseyemez.
Allahaşkına, akıl var, mantık var, izan var, sağduyu var.
Karşı görüş
'Sayın Tuğrul Şavkay,
15 Ağustos 2000 tarihli Hürriyet İstanbul ekindeki yazınızı bir sendikacı olarak ibretle okuduğumu belirtmek istiyorum. Hiçbir araştırma yapmadan birileri tarafından size ulaştırılan toplama bilgilerle oturduğunuz koltuktan yazı yazmaktasınız. Gazetenizde size ayrılan köşeyi herhangi bir yazı ile doldurmazsanız patronunuz tarafından kapı dışarı edileceğinizi bildiğiniz için (çok doğru, hatta yazının kötü olması halinde de kapı dışarı edilmek sözkonusu, bunu da ben ekleyeyim. T.Ş.) mutlaka bir şeyler yazma ihtiyacı duydunuz. Bu ihtiyacınızı da şu anda kamuoyunda gündemde olan belediye işçilerine saldırarak karşılamak istiyorsunuz. Böyle bir yazı ile patronunuzun gözüne girebilir ve hatta sizi ödüllendirebilir. (Cümle düşüklüğü mektubun yazarına aittir. T.Ş.)
* * *
Şahsım ve temsilcisi olduğum işçi sınıfı adına siz ve sizin gibi burjuva medyasını kınıyorum.
Şunu iyi biliyorsunuz ki, (vallahi bilmiyordum. T.Ş.) belediye işçisinin alacağı ücret, önümüzdeki eylül ayında başlayacak olan metal ve tekstil işçilerine örnek olacak ve hatta bu durum yüzlerce işçiyi örgütsüz bir biçim (doğrusu 'biçimde' olacak. T.Ş.) medya patronlarının hoşuna gitmeyecektir.
* * *
Çamur at izi kalsın mantığı ile oturduğunuz yerden yazı yazmayın. (Başüstüne!)
Sizi örgütlü olduğumuz işyerlerini birlikte gezmeyi (doğrusu 'gezmeye' olacak. T.Ş.) ve işçilerle yüz yüze görüşmeye davet ediyorum. Gerçeği bir kez de biz işçilerin ağzından dinlemenizi istiyorum.
Bugün belediyelerde istihdam fazlalığından bahsediliyorsa bunun sebebi işçiler değil, belediyeyi partizanca yönetip kendi zihniyetindeki insanları işçi ve memur olarak işe alanlardır.
Devlet İstatistik Enstitüsü’nün dört kişilik bir ailenin asgari geçim endeksi olan ve yoksul (doğrusu yoksulluk' olacak. T.Ş.) sınırının 534 milyon lira olarak açıkladığı bir ortamda belediye işçisinin talep ettiği ücret, yoksulluk sınırına bile ulaşmayan 400 milyon bir ücret talep etmektedir. (Cümle düşüklüğü mektubun yazarına aittir. T.Ş.) buna rağmen belediye yönetimleri işçilere mevcut maaşlarına artı olarak yüzde 10 gibi komik bir rakam önermektedirler.
* * *
Size bir örnek olarak 17 yıllık bir işçimizin aldığı ücretin maaş bordrosunu gönderiyorum. Mutlaka yazı yazmak istiyorsanız, ülkenin bağımsızlığını ayaklar altına alan emperyalizmin mali kuruluşları olan IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşları sömürüsü haline getiren iktidarların icraatlarını yazarsanız, ülkemiz ve halkımız için yararlı bir iş yapmış olursunuz. (Yine cümle düşüklüğü mektubun yazarına aittir. T.Ş.)
Saygılarımızla,
Hüseyin Ateş
Belediye-İş Sendikası İstanbul 1 nolu Şube Mali Sekreteri.'
Demokrasi taşralılaşınca
Köksal Toptan’ın 'Balina' operasyonunun baş sanığı Mehmet Niyazioğlu’ndan para alması gündemden kayıp gidecek diye ödüm patlıyor. Tam yaranın üzerine parmak basılmışken, üzerine biraz penisilin tozu ekip yarayı kapatmanın hastaya faydası olamaz. Yara kangren olmakta. Teşhisi aceleye getirmenin alemi yok.
İtiraflar
Toptan ne demişti, önce onu hatırlayalım.
'Seçim ve kongre döneminde her siyasetçi bu tür yardımlar alıyor.'
Nitekim 1999’daki kongre öncesinde bazı Karadenizli işadamları Toptan’a maddi destekte bulunmuştu. Gazete haberlerine bakılırsa, İstanbul’da mukim Mehmet Ali Yılmaz da Toptan’a danışmanlık yapan firmanın masraflarını karşılamış.
Niyazoğlu ise Toptan’ın banka hesabına 10 milyar lira göndermiş.
Yine Toptan’a kulak verelim.
'Eşimiz, dostumuz bize yardımda bulunuyordu' diyor. 'Niyazoğlu, İzmir Karadenizliler Vakfı başkanıdır. Kendisini üç yıldır bu sıfatından dolayı tanırım' diye ekliyor.
En önemli saptaması ise şöyle: 'Kendisinin benden bugüne kadar bir talebi olmadı'!
Acaba Köksal Toptan sözkonusu kongreden zaferle çıkıp siyasi menfaat şebekesinin başına distribütör olarak otursaydı bir talep olmayacak mıydı?
Bu sorunun cevabını okuyucuların sağduyusuna bırakıyorum.
Kötü model
Bir İstanbul gazetesinde bu konunun işi ne diye düşünenlere hemen cevap vereyim.
Bu sistem yalnız genel seçimlerde değil, yerel seçimlerde de geçerli. Biz belediye başkanlarımızı farklı bir sistemle mi seçiyoruz?
'Taşra demokrasisi' İstanbul’da da aynen geçerli değil mi?
Dikkat edin, kişisel bir suçlamaya girmiyorum. Çünkü tartışılması gereken kişilerden çok, sistemin kendisi.
Erol Özkoray’ın 'İdeaa Politika'daki bir yazısını hatırladım. Başlığı 'Taşra demokrasisini aşmak' idi.
Yazıya, 'Türkiye’yi AB tam üyeliğine götüren adaylık süreci ile başlayan normalleşmenin sonuna varıldığında, hemen her kesimin yaka silktiği, artık tahammül edilmez boyutlara gelen 'taşra demokrasisi' sona erecek' diye başlamıştı. Çok haklı.
Gerçekten de, 'Helsinki Zirvesi ile birlikte çanlar, kasaba politikacıları ile onların kendilerine biçtikleri siyasi sistem için çalıyor!'
Bu konuya perşembe günü de devam edeceğim...
Paylaş