Tuğrul Şavkay: Umut kapısı turizm







Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Türkiye'de her şeyin kötüye gittiğini söyleyenler yanılıyor. Turizm sektörü bu yıl yine umut dağıtıyor. Geçen haftasonunu Antalya'da Kemer bölgesinde bir otelde geçirdim. Açılalı bir yıl olmuş ama, biz yine de resmi açılışın davetlileri olarak orada bulunduk. Güzel bir tören yapıldı. Akşam özenle hazırlanmış bir yemek yendi. Leman Sam harika bir konser verdi. Ama beni bunlardan daha çok, gece terasa çıkıp oturduğumuzda arka bahçeden gelen portakal kokusu etkiledi. Sonra birden deniz tarafından gelen iyotlu kokuyu hissettim. Buna rüzgarın çamları yalarken önüne katıp sürüklediği koku da karışınca ortalık bir parfüm laboratuarına dönüştü sanki.

Bu arada rüzgarın sürüklediği narenciye rayihası çocukluğumun Ege kıyılarını hatırlattı. Hele bir de portakal çiçeklerinin patladığı günlerde bu kokuya hiç dayanılamaz. Cennet ancak böyle kokabilir diye düşünür insan.

Düşünün önünüz küçük bir çam ormanı. Onun hemen önünde, ağaçların arasından masmavi Akdeniz görünüyor. Arkada başı dumanlı, zirvesi karlı dağlar bir duvar gibi yükseliyor. Gündüzleri güneş olabildiğince cömert. Gece ise gökyüzü pırıl pırıl yıldızlarla dolu ve bu yıldızlar sanki insana boyuna göz kırpıyor.

NİÇİN UCUZ?

Açık söyleyeyim, amacım Türk'ün Türk'e propagandasını yapmak değil. Yıllardır zihnimi kurcalayan bir soruya cevap bulmaya çalışıyorum. Bu kadar güzel bir coğrafya, niçin bu kadar ucuz? Antalya'dan Tekirova'ya kadar uzanan bölge için konuşulan iki kişilik oda fiyatları 40 dolar seviyesinde. Haziran'da 60-70 dolar, zirve oluşturan temmuz ve ağustos aylarında ise 90-100 dolardan söz ediliyor. Üstelik sözü edilen fiyatlar beş yıldızlı oteller ve 1. sınıf tatil köyleri için. Bir turizmci arkadaşım, 'Kitle turizmi yapan diğer ülkelere bakılırsa, bu fiyatlar olağan' dedi. Peki, Karadenizli ağzıyla soracak olursak, 'bu kitle turizmi şart mi dur?'. 'Şarttır' iddiasının sahiplerini kolaycılıkla suçluyorum. Çünkü böyle yapınca talip olunan müşteri kitlesi pastanın en altındaki ekmeksi kısım oluyor. Onlar da zaten yıllardır önce benzer bir tercihi kullanmış olan -ve bizden daha ucuz- Tunus'a, ardından -yine bizden daha ucuz- Malta'ya gidiyorlar. Oraları dolunca da sıra Türkiye'ye geliyor.

Antalya-Tekirova arası, Belek ve Ege kıyılarındaki istisnai birkaç tesisi saymazsak, Türkiye kendisini iyiden iyiye kitle turizmine kapıp koyuvermiş. Arkasından da 10 milyon turistin gelişi ve 8 milyar dolarlık getiriyle seviniyoruz.

8 Milyar dolarlık bir turizm getirisi asla küçümsenemez. Hele böyle günlerde! Ama bu bizim durumumuzu sorgulamamızı da engellememeli. Yukarıda kitle turizmine takılmıştım. Turizmciler, bu imajı değiştirmenin çok zor olduğunu söylüyor.

Ben turizmci olmadığım için o kadar karamsar değilim. Geçen hafta sonu gittiğim Ma Biche Otel'deki gözlemlerim de bu iyimserliğimi doğruladı. Otelin sahibi Ahu Aysal, binayı yapmakla yetinmemiş, buraya bir de deniz suyu ile tedavi merkezi kurmuş. Şimdi Avrupa'da çok moda olan ve 'talasso terapi' denilen bir şeyden söz ediyorum. Böylece tesis adeta bir ruh kazanmış. Daha da hoşuma giden, Ahu Hanım'ın düşük fiyatlara karşı kahramanca direnişi oldu. Tesisin ve hizmetin en iyisini veririm, karşılığını da isterim diye özetleyebileceğim bir tutumu var. İşte belki de bizim çıkış yolumuz bu görüş, bu yaklaşım.

Türkiye'de görülmemiş kötü işlere rağmen yine de geçen hafta sonu çok güzeldi. Bu hafta sonu ise İbrahim Polat'ın Erzurum'da açtığı Polat Renaissance otelinin açılışına davetliydim ama bir aksilik engel oldu. Bunu da Türk turizm yatırımcısının kötü günlerde de yoluna devam ettiğini belirtmek üzere not etmeden geçemedim.

Bugün kötü. Ama yarın mutlaka çok daha güzel olacak. Bunu da siyasiler, IMF uzmanları falan değil, bizzat biz başaracağız. Hiç sabahı olmayan bir gece gördünüz mü?

Yazarın Tüm Yazıları