Paylaş
Yarın arefe, salı günü ise Ramazan bayramının ilk günü. Birçokları için bayramlar artık neredeyse bir tatil fırsatı. Bu kez önümüzde neredeyse on güne yaklaşan bir tatil fırsatı sunuyor Ramazan Bayramı. Çoğu kimse, muhtemelen şu anda tatil keyfini sürmeye başlamış olmalı. Oysa bayramların atladığımız çok önemli bir yanı, insanları sevdiklerinin çoğuyla biraraya getirmesi. Tatillerin böyle bir boyutu yok. En çok ailece çıkılıyor tatile. Bu yüzden bayramın kucaklayıcılığını kaçırmış oluyoruz. Her zaman olduğu gibi, insan seçenekler arasında bir seçim yapmaya zorlanıyor. Kişisel tercihleri eleştirmek ise tabii ne benim işim ne de ben dahil hiçkimsenin haddi. Herkes dilediği gibi yaşamakta sonuna kadar özgür. Yine de bütün bunlar benim bir bayram yazısını kaleme almamı ve sizin de bunu, dünyanın neresinde olursanız olun, okumanızı engellemiyor.
Aslında bütün bayramlar, kelimenin sözlük anlamının içerdiği üzere, mutlu bir zaman dilimini oluşturur. Bayram sevinç, mutluluk, toplumsal kaynaşma, hareket ve bereket kavramlarını içerir. Bütün bunların ötesinde, bunlardan belki daha önemlisi, bayramların birer hoşgörü ve sevgi ortamına yol açması. Bayramlarda, Adam Smith'inkinden farklı gizli bir el, sanki bütün kötülükleri bir kenara iter, mutluluk ve sevincin önündeki engelleri kaldırır. Gerçekte ortada bir gizli elden çok, toplumsal geleneklerin ağır basması vardır. Toplumsal vicdanı yansıtan gelenekler, yılda birkaç kez olsun bir barış ortamı yaratmanın yararını yüzyıllar öncesinden kavramış bulunuyor. Bazı bilge kişilerin bunları 'bayram' adıyla tesmiye etmiş olmasına aklı başında olan hiç kimse ne itiraz eder, ne de bunu anlamazlık edebilir.
Bayramlar üzerine genel çizgileriyle böyle düşünmeme karşılık, Ramazan Bayramı'nın benim için apayrı bir anlam yükü mevcut. Çünkü bu bayramda biz, geleneğin yüzyıllardır emrettiği gibi, tatlı yer ve tatlı konuşuruz. Bayramın halk ağzında Şeker Bayramı diye nitelenmesinde mutlaka bir hikmet olduğunu düşünmemek elde mi?
Bir kitabımda yazmıştım, tekrar söyleyeyim. Şeker, hemen hemen her kültürde beslenme ile keyif arasındaki bağlantıyı tek başına temsil edebilir. Neredeyse bütün dillerde sevgi, sevecenlik, mutluluk gibi olumlu duygular hep şekerle bağlantılı olarak ifade edilir. Örneğin 'tatlım', 'şekerim' gibi hitap sözcükleri yalnız bize özgü değil. Bu sözcükler başka bir dile çevrildiğinde de çok yakın, hatta özdeş anlamlar taşır. Tatlı, her şeyin bize güzel görünen, işin keyifle ilgili en önemli kısmıdır.
İşin ilginç yanı, bizim şekerle tanışmamızın tarihinin oldukça yeni olması. Bunu, ünlü Arap gezgini İbn-i Batuta'nın bir seyahatnamesinden öğreniyoruz. İbn-i Batuta, Kırım Türkleri arasında iken Sultan'a bir akşam helva hazırlayarak sunar. Sultan nezaketen helvayı tadar ve emrindeki askerlerden de aynısını yapmalarını ister. Bunun üzerine bugün için inanılamayacak bir tepki gösteren muhafızlar, şekerli bir yiyeceği tatmaktan kaçınırlar. Gezginimiz bu durumu hayretle karşıladığını not eder.
Ancak Türkler Anadolu'ya geldikten sonra, durumun bütünüyle değiştiğini görüyoruz. Anadolu her şeyden önce 'diyar-ı Rum' diye anılan bir yer. Yani Roma toprağı. Romalılar ise, şekerle değilse bile balla haşır neşir. Birçok yemek tariflerinde balı kullandıklarını bugün de biliyoruz. Ayrıca Helen kültürünün etkisinde kalarak, birçok tatlıyı da beğenerek yedikleri bilinmekte. Bunlar içinde özellikle eski Yunanlıların başta kuru üzüm olmak üzere birçok tatlı kuru meyve ve bal ile tatlandırdıkları ekmekleri geliyor. Biz her ne kadar bunları 'ekmek' diye anıyorsak da, aslında bir tür meyveli kek veya biraz abartmayla bir tür pastadan söz etmekteyiz aslında.
Tarihi kayıtlara bakılacak olursa, tarihin en büyük fatihlerinden Makedon İmparator Büyük İskender'in fetihleri sayesinde Hindistan'a kadar uzanmış olan Yunanlılar burada, yani Hindistan'da, şekerin kendisiyle tanışmışlar. Ortaçağ Avrupası'nda şekerin bir adının da 'Hint tuzu' olması, bu tezi güçlendiren bir kanıt. Çok eski zamanlarda Çinliler şekeri Hintliler'den öğrenmiş. Su-Kung adlı bir Çinli yazar, yedinci yüzyılda kaleme aldığı 'Doğa Tarihi' ismini taşıyan eserinde, açıkça 'İmparator Tai-Hung, şeker yapımını öğrenmeleri için adamlarını Hindistan'ın Bengal bölgesine yolladı' diyor.
Persler de şekeri yine Hintliler'den görmüş. Darius, İndus vadisini işgal ettiğinde, yanında götürdüğü yazıcılar, burada 'arıların yardımı olmaksızın bal veren kamış'ın keşfedildiğini kaydediyor.
Şekeri dar bir grubun malı olmaktan Araplar çıkartmış. Bu işin hem ticaretini yapmışlar, hem de birçok yerde şeker rafinerileri kurmuşlar. Sonra Araplarla savaşan Haçlılar bu tatlı yiyeceği Avrupa'ya taşımışlar. Amerika'nın keşfinden sonra yeni fethedilen topraklarda şekerkamışı üretiminin yok pahasına gerçekleştirilebilmesi ise şekeri bir zengin yiyeceği olmaktan çıkartıp herkesin tüketebileceği bir yiyecek haline getirmiş.
Bu tarihi gelişmeyi not etmekle birlikte, şekerin bizim toplumsal hayatımızda artık geri dönülmez bir biçimde yer aldığını söylemek durumundayız. Şeker ve bununla yapılan birçok tatlı, geleneklerimiz içinde kendisine sağlam bir yer edinmiş bulunuyor. Üstelik bunun geleneğin ötesinde akılla kavranacak birçok nedeni de mevcut.
Araştırmacı Zümrüt Nahya, Türk kültüründe tatlının yer almadığı çok az öğenin bulunduğunu belirtiyor. Yine de bayramlar, bunlar içinde, mutlaka en önemlisi. Bayram ziyaretine gidilen evlerde, yemeğe kalınmasa bile, konuklara tatlı sunulması bilinen ve uygulanan bir adet. Zaten konuklar da ziyarete giderken, küçük de olsa, bir tatlı paketini ellerinden eksik etmezler.
Nişan ve düğünlerde ise baklava başköşede bulunmakta. Nahya, Anadolu'da yaygın bir gelenek olarak, gerdek gecesi güvey ile birlikte yemek için, gelinin oğlan evine gelirken yanında bir tepsi baklava ve bir tavuk getirdiğini kaydediyor.
Burada şekerin enerji verici özelliği geliyor insanın aklına hemen. Ama gerçek bununla sınırlı değil. Aslında şekere yüklenen tedavi edici özellikler arasında, hekimler 'kaygılı ve endişeli ruh hallerine iyi gelmesi'ni de saymakta. Yani şeker bir tür sakinleştirici görevi görmekte. Sakinleştirici etkisine bağlı olarak, şekerin fazla alındığında insanı gevşettiği de söyleniyor.
Şeker konusundaki araştırmalarıyla tanınan bir Amerikalı uzman, Dr. Judith Wurtman'ın bir önerisi var: 'Günde iki buçuk çorba kaşığı şeker alın' diyor. Böylece birçok insanın sakinleşeceğini ve rahatlayacağını ileri sürüyor. Sonra şöyle ekliyor: 'Kendinizi zihnen iyi hissedip hissetmemeniz, kanınızdaki şekerden çok beyin kimyanızla ilgilidir. Şekerli gıdalar alınması, insanı enerjik kılmaktan çok sakinleştirir.'
Bu arada çelişik gibi görünen bir noktaya da dikkat çekiliyor. Uyku getiren şeker, bazı insanlarda konsantrasyonu arttırıyor. İnsanı daha dikkatli bir hale getiriyor. İlginin bir noktada odaklanmasını sağlıyor.
Bayramlarımızdan birinin şekerle ilişkisi, görüldüğü gibi çok derinlere gitmekte. Gelenekler, içlerinde keşfedilmesi beklenen bir çok gizi de barındırıyor. Adet, örf ve törelerimize cahilce dudak bükenlere saygıyla duyurur, Müslüman okuyucularımın Şeker Bayramı'nı kutlarım.
Paylaş