Geçen hafta Edvina Sponza-Murat Özyeğin'in düğününde yaşanan ıstakoz krizi gazete manşetlerindeydi. Misafirlerin ıstakozdan zehirlendiği söylendi.
Beyler, ‘‘hijyen’’ diye bir şey var. Yiyeceklerin temizliği, ortamın temizliği, kap kacağın temizliği, insanların temizliği her şey buna dahil. Yalnız temizlik de yeterli değil. Bilimin öngördüğü sağlık şartlarını da yerine getirmek gerekiyor. Dolayısıyla insanı öldüren ıstakoz değil, hijyen eksikliği.
Geçtiğimiz haftanın gazete sayfalarında geniş yer tutan haberlerinden biri de Edvina Sponza ve Murat Özyeğin'in düğünündeki 'ıstakoz krizi' idi. Sosyete haberleri benim ilgi alanıma girmez. Ama konu ıstakoz olunca düğündeki olaylara değinmeden edemedim.
Tefrikaya dönen haberleri görmeyen her ne kadar yoksa da ben yine de usuldendir diye bir özet yapayım. Finansbank'ın patronu Hüsnü Özyeğin'in oğlu ile İzmirli mücevherci Edvina Sponza Fransa Konsolosluğu'nun Tarabya'daki yazlık bahçesinde yapılan bir düğünle evlenmişler. Ancak, masallardaki gibi, 'onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine' durumu olmamış. Davetliler, koskoca banka sahibinin oğlunun düğününe gösteriş yakışır diye olsa gerek, mönüye dahil edilen ıstakozdan bir kötü zehirlenmişler.
Şüpheci bir yaklaşımla olaya bakanlar için zehirlenenler listesi abartılı gözüküyor. Çünkü mesela Sakıp Sabancı'nın zehirlenme olayı sonradan hekimlerce 'bağırsak tıkanması' olarak tanımlandı. Olsun! Koskoca zenginler, muhabirin 'ıstakozdan siz de zehirlendiniz mi?' sorusuna 'hayır' diyecek değil ya. Sonra, Allah muhafaza, adamın ıstakoz yemediği ortaya çıkar. Diğer seçkin zevat da, 'vay kıro, demek ıstakozdan anlamıyor' deyiverir adam için.
Bu son söz bazıları için ölümden de beter. Çünkü bizde zenginler ikiye ayrılır: Kıro olanlar ve kıro olmayanlar. Hemen söyleyeyim ki, bu günlerde hem rafine hem de zengin olanlar nadirattan. Kıro olanlar da kendi içinde ikiye ayrılıyor: Gizli kırolar ve açık kırolar. Gizli kırolar ıstakozdan nefret etse bile yiyor gibi yapar. Sonra gidip karnını köftecide veya işkembecide doyurur. Adını bir yerlerde duyduğu malt viskiyi ister ve içine bol buz katar. Nadide bir puroyu sigara içer gibi tüttürür, sonra da kül tablasında bir güzel ezer. Misaller çok, baş ağrıtmayayım. Öte yandan diğer kategorideki açık kırolara son günlerde giderek bir sempati bile duymaya başladım. Çünkü bunlar son model Mercedes arabalarının arkasına, 'kıroyum, ama para bende' çıkartmasını gururla takmakta. Hiç olmazsa dürüstler!
Şimdi de sosyolojiden gastronomiye yatay geçiş yapalım...
Düğünün yiyecek-içecek hizmetini veren şirketin kimliği pek açık değilse de gazetelere konuşan Chef's Gıda'nın yetkilisi Hürriyet muhabirine 'nikahın geç başladığını ve bekleyen ıstakozların bozularak zehirlenmeye neden olabileceğini' söylemiş. Istakozlar, bu yaz sıcağında kör hatta otobüs bekler gibi açıkta bekledilerse, tabii bozulmuşlardır. Acaba, 'catering' diye ille de İngilizce vaftiz edilen bu hizmet sadece yemeği pişirmekten mi ibaret? Pişmiş yemekleri servise kadar korumak için Cumhurbaşkanlığı Muhafız Taburu mu çağrılacak? Gençlerin deyimiyle 'hayret bi şey'!
Efendiler, bilmem hiç duydunuz mu ama, 'hijyen' diye bir şey var. Bu bütün sağlık kurallarını içeriyor. Yiyeceklerin temizliği, ortamın temizliği, kap kacağın temizliği, insanların temizliği her şey buna dahil. Yalnız temizlik de yeterli değil. Bilimin öngördüğü sağlık şartlarını da yerine getirmek gerekiyor. Bu hijyen denen şey daha malı deponuza yerleştirirken başlıyor, yiyeceğin pişmeye hazırlanması sırasında devam ediyor, pişmesinde sürüyor ve yemek pişmekle de bu iş bitmiyor. Dolayısıyla insanı öldüren ıstakoz değil, hijyen eksikliği. Uygun koşullarda saklanmayan yemek, ne kadar iyi hazırlanmış ve leziz olsa da, bozuluyor. Bozulan yemek de çöpçü Ahmet Mehmet, sanayici Sakıp Sabancı dinlemeden insanı zehirliyor. İlahi adalette eşitlik var! Zengin olup ıstakoz yemekle felaketten kaçış yok!
İlahi adaletten söz edince aklıma Kur'an'daki bir ayet geldi. Zariyat suresinde mealen, 'onlar cehalet içinde ne yaptığını bilmezler' buyrulur. Yine aynı Kutsal Kitap'ta söylendiği üzre, 'kör olanla gören bir olmaz' ve 'aklını kullanmayanlar gerçeği işitemezler'.
Doğru söze ne denir?
Zorunlu bir açıklama
Geçen hafta bu köşenin yanındaki bir yazı dolayısıyla çeşitli sorulara muhatap oldum. Hemen söyleyeyim ki, bu köşede müstear isimle yazan ben değilim. Şimdiye kadar ne yazdıysam altına imzamı attım.
Sorulara gelince... Beni o köşenin yazarı zanneden okuyucularım ‘‘balıkçı usulü’’, ‘‘Girit usulü’’ pişirme yöntemlerinin ne olduğunu sordu. Klasik mutfak literatüründe böyle deyimler yok. Dolayısıyla sorularının cevabı bende bulunmuyor.
Daha derin bir soru ise ‘‘bir yemekte imitasyon ana malzeme kullanılması halinde sosun bu lezzetsizliği örtüp örtemeyeceği’’ idi. Bence hiçbir sos berbat bir yiyeceği lezzetli kılamaz. Böyle bir durum ancak balkabağının muhteşem bir at arabasına döndüğü masallarda olabilir. Gerçek hayat ise masallardakinden çok farklı. Ayrıca burada söz konusu olan ‘‘pallock’’ denilen bir tür lezzetsiz mezgit benzeri balıktan çeşitli abuk sabuk katkı maddeleriyle yapılan yalancı pavurya bacağı. Sorular içinde cevaplanması en zoru ise ‘‘balıkçı usulü’’ pişirildiği söylenen ahtapot ile ilgiliydi. Yazar, balıkçı usulü ahtapot için, ‘‘Kabuğuyla kendi suyunda pişirilip servis ediliyor, bir lezzet ki sormayın gitsin’’ demiş. Bu satırları okuyunca, hemen kitaplığımdaki kaynak eserlere başvurdum. Ne yazık ki, kabuklu ahtapotla iligili bir ipuçu bulamadım! Dolayısıyla bu soruya da cevap vermekten acizim.