Hayatın İçinden






Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Radar kuleleri

İstanbul Boğazı’nın doğal güzelliğini katletmek üzere dikilecek radar kuleleri, uygar İstanbulluları çileden çıkartıyor.

Böyle şeyler söylenince resmi görevliler hop oturup hop kalkıyor. Çoğunun cevabı, 'ne yani? Boğaz geçişi güvenliksiz mi olsun?' yolunda. Sanki öyle diyen varmış gibi!

'Ne pahasına olursa olsun, teknoloji gerekir ve kaçınılmazdır' tezine ancak uygarlıktan nasibini alamamış toplumlar rağbet eder. Ben kendimizi bu sınıfa dahil etmiyorum. Daha doğru bir deyişle, kendimizi bu 'barbarlar'dan sayamıyorum.

Aptalca cevaplardan peşinen kaçınmak üzere ne demek istediğimi açıkça yazayım: Uygarlık kavramı tek başına teknoloji veya bilimsel gelişme ile özdeşleştirilemez. Uygarlık, teknoloji ve bilimsel gelişmeyle estetiğin, çevrenin, doğanın uyumu demek. En azından vahşi kapitalizmin çok gerilerde kaldığı günümüz dünyasındaki açıklama böyle.

Boğaz’ın giderek daha tehlikeli bir su yolu haline geldiği inkar edilmez bir gerçek. Öncelik kule dikmek yerine bu trafiği azaltacak önlemlere verilmeliydi, hala da verilmeli. Öte yandan buradaki muhtemel deniz kazalarının önlenmesi için elbette tedbir de alınmalı. Ancak bunlar bir doğa harikası olan İstanbul Boğazı’nı katlederek yapılmamalı.

Geçtiğimiz hafta içinde bu konuda yalnız olmadığımı görmek beni çok mutlu etti. Okuyuculardan gelen mektuplar en büyük tesellimdi.

Bunlardan birini bugün sizlerle paylaşmak istedim...

Okuyucu mektubu

'İlgili yazınızı okuyunca konu ile ilgili olarak cevap yazmak istedim. Boğaz’ı köprülerle, yalıların önünden zorla geçirilen sahil yollarıyla, her taraftan görülen bir kısmı kaçak gökdelen-otellerle dolduran zihniyete çok kızıyorum.

Bunların bir kısmı tabii gelişme ve nüfus artışı paralelinde olması gerekenler.

Ama bütün bunlar, Dolmabahçe gibi bir yapının arkasında çirkin bir gökdelene, sarayın korusunda başka bir otele izin verilmeden de gerçekleştirilebilirdi.

Daha üçüncü köprü tartışmalarının üzerinden bir yıl geçmeden böyle ilginç bir projeyi gündeme getirmelerine de şaşırmadım. Dünyanın başka hiçbir uygar ülkesinde 'bu köprünün ayaklarını Arnavutköy’deki evlerin ortasına koyacağız' diye dayatılmazdı zaten.

İstanbul’da yaşayan ve de şehrin güzelliklerinin iyice azaldığını gören birisi olarak ben de bu kulelerin karşısında olduğumu belirtmek istiyorum.

Bu konuya dikkat çektiğiniz için teşekkürler.'

Asıl ben mektubu yazan adını yitirdiğim okuyucuma teşekkür ederim...

Hukuk hilesi

Yazının başında, 'radar kuleleri, uygar İstanbulluları çileden çıkartıyor' demiştim. İstanbulluların çileden çıkması ise, Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığı yetkililerinin umurunda bile değil. Öyle olsa mahkeme kararı beklenmeden tahkime gidilir ve tarafsız hakem olarak bir siyasetçi görevlendirilerek hukuk hilesine başvurulur muydu?

Bütün bunlardan ihalenin şaibeli olduğu sonucunu çıkartacak değilim. Çünkü eldeki kanıtlar bunu ileri sürmeye yeterli değil. Yine de insanın burnuna pis kokular gelmiyor desem, kendimi aldatmış olacağımı sanıyorum.

Bu kenti seven birisi olarak bu işi takip etmeyi sürdüreceğim...

Moda İskelesi

İstanbul’un su yolu üzerine kurulu bir kent olduğunu neredeyse unuttuk, unutacağız.

Çoğu geçen yüzyılın başında yapılmış vapur iskeleleri de bu unutkanlıktan payını aldı. Halbuki bunların neredeyse tamamı birer küçük mücevher gibidir.

Kadıköy’deki Moda İskelesi de bunlardan biri, daha doğrusu biri idi. Sonra kaderine terk edilerek yalnızlığı ile başbaşa bırakıldı. O da bize küstü. Harap bir hale geldi.

Sivil girişimler

Gazete Kadıköy’ün haberinde belirtildiği gibi, Modalı sivil girişimlerin inisiyatifiyle 2000 yılının Mart ayında Kültür Bakanlığı İstanbul 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, iskelenin restore edilmesi yolunda karar verdi. Üst katı kültür merkezi, alt katı ise iskele olarak bir proje hazırlandı.

1998 yılında Türkiye Denizcilik İşletmeleri (TDİ) tarafından Deniz Ticaret Odası (DTO)’na kiralandı. Ancak DTO’nın hazırladığı projeye Kültür Bakanlığı izin vermedi. Proje gereği iskelenin etrafına bir dalgakıran yapılmasına bu kez Anıtlar Kurulu’ndan izin çıkmayınca DTO’nun bir çivi bile çakamadığı tarihi bina büsbütün harabe haline geldi.

Tarihi Moda iskelesi ile ilgili projeler kurumlar arasında gelip giderken Modalılar iskelelerine kavuşmak için harekete geçti. Moda Gönüllüleri, 'İskelemizi istiyoruz' kampanyasını başlattı.

Duyarlı Modalıların ve Kadıköylülerin girişimleri sonuç verdi. DTO iskele binasını aslına uygun olarak restore etmeye başladı.

Şimdi beklenen bu restorasyonun bir an önce tamamlanması ve buradan, hiç olmazsa günde birer kere, sabah ve akşamları Moda-Eminönü-Moda vapur seferlerinin başlaması.

Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, gelinen noktadan gururlu ve gelişmeler açısından da umutlu.

Umarım, umut dağın arkasında değildir!

Yazarın Tüm Yazıları