Paylaş
Sözkonusu olan ilk bakışta sıradan bir takvim. İçinde her ay ayrı bir yaprağa basılmış. Haftanın günleri ve karşılarında malum rakamlar var.
İlk dikkat çeken çeşitli tarihlerin bir daire içine alınıp buradan oklar çıkartılmış olması. Göndermeler bir takım dini günlere yapılmış. Karşılığında o günün adı açık seçik yazılmış. Bir kısmını kolay anlıyorsunuz. Mesela ocak ayında 'Ramazan Bayramı', 'Kadir Gecesi' bize hiç de yabancı değil. Garipsenen, aynı ayın içindeki başka atıflar. 1 Ocak'tan çıkan okun ucunda 'Gağant', 'Protohronia' ve 'Yılbaşı' yazıyor. Besbelli ki başta yazılan iki kelime bildiğimiz yılbaşının farklı kültürlerdeki isimleri. Ama niye sadece bu iki ad kullanılmış? Bu sorunun cevabı ilk bakışta çözülebilecek kadar kolay değil. En azından ben bir bakışta anlayamadım. Çünkü beni yanıltan bir başka tarih vardı aynı sayfada. 6 Ocak tarihinden çıkan okta 'Dzununt', 'Ta Fota' ve 'Denho' yazıyordu. Bunlar size bir şey ifade etti mi?
Üstüme vazife değil ama, yukarıdaki sorunun cevabını ben vereyim: Hayır! Bu kelimeler artık benim gibi sıradan bir Türke hemen hiçbir anlam ifade etmiyor. Sebebi ise çok açık. Her türlü kültürel renklilik iddiasına rağmen, biz son yüzyıl içinde Anadolu'nun bir kültür mozaiği olmaktan çıkışının hüzünlü hikayesinde sadece gözyaşı akıtmakla yetindik. O da, içinde son duygu kırpıntılarını taşıyanların yapabildiği bir şey oldu. Duyarlılık hiçbir zaman toplumsal düzeye ulaşamadı.
İtiraf edelim ki, biz bozkırı tercih ettik. Boskırdaki çekirdeğe umut bağladık. İçimize kapandık. 'Biz bize benzeriz' ve 'Türkün Türkten başka dostu yok' gibi ucuz milliyetçi sloganlarla, hatta daha açık söyleyecek olursak düpedüz safsatalarla hem kendi kafamızı hem de çocuklarımızınkini dolduruduk.
Oysa bin yıl önce Anadolu'ya geldiğimizde burası zaten rengarenk bir yeni vatandı. Bu topraklar üzerinde yaşamış ve o zamanlar yaşamakta olan kavimlerin çeşitliliği buraya eşsiz bir özellik kazandırmıştı. Anadolu onun için uygarlığın beşiğiydi. Onun için Batılılar, hiçbir komplekse kapılmadan, 'ex Oriente lux' -yani 'ışık Doğu'dan geldi'- demişlerdi. Biz ışığa doğru koşan ve uygarlık çeşmesinden içmeye gelmiş akıncıların çocuklarıydık.
Bu dünya görüşünün bin yıl boyunca geçerli olduğuna dair birçok delil mevcut. Selçuklular Anadolu'nun varolan bütün kültürlerini benimsemediler mi? Osmanlılar, yüzlerini başından beri Batı'ya çevirmedi mi? Fatih, İstanbul'u fethettiğinde Bizans'ı da devralmadı mı? Osmanlı, birçok bakımdan dünyanın en renkli ve çok kültürlü imparatorluğu olan Roma'yı örnek almadı mı?
Soruları uzatıp gitmek çok kolay. Bütün cevaplar ise tek bir yargıya götürüyor. O da ondokuzuncu yüzyıla kadar Türkler böyle bir sentezi ayakta tutmayı bir biçimde başarmış olduğu.
Okullardaki tarih kitaplarında uzun uzadıya anlatılmasa bile biliyoruz ki, yakın tarihimizde önemli bir dönüm noktası, İttihat ve Terakki iktidarı oldu. İttihatçıların milliyetçiliğinde anlaşılabilir çok yan bulmak elbette mümkün. Ama iş, asla bu kültür mozaiğini paramparça edecek boyutlara vardırılmamalıydı diye düşünürüm hep. Tek suçlu olarak İttihatçıları da itham etmek haksızlık. Milli Mücadele'nin hemen ardından yaşanan Yunanistan'a ilk büyük göçte o zamanın Yunan hükümetinin parmağı yok sananlar bir güzel aldanırlar.
ÇOK RENKLİLİK
Her şeye rağmen bizim bu çok renklilikte, yirminci yüzyıl boyunca, pek hevesli olmadığımız şüphe götürmez. Şimdi bunun derin bir üzüntüsü içinde olanları çok iyi anlıyorum. Çünkü ben de yitip giden bu güzel dünyanın düşlerini paylaşıyorum onlarla.
O yüzden içinde aklınıza gelebilecek hemen her türlü bayramın işaretlendiği takvimi aldığımda çok duygulandım. Gözüm hemen kimin gönderdiğine takıldı. Gönderen, kısaca 'G7' diye kendilerini adlandıran Grup 7 İletişim Hizmetleri.
Takvimin sunuş kısmında ne demek istediklerini çok iyi anlattıklarından, bana sadece aktarmak kalıyor.
Takvimi hazırlayanlar, ‘‘Bu takvimi hazırlarken, bu toprakların kültür zenginliğini bayramlar ve anma günleri bağlamında dostlarımıza yansıtma kararı aldık. Böyle bir takvime sahip olmayı, farklı kökenden, kültürden gelen komşusunun sevincini ya da yasını paylaşmayı arzu eden, Türkiye'yi sahip olduğu kültür zenginliği içinde kavramak isteyen pek çok dostumuz olduğu yolundaki düşüncemiz, gelen olumlu tepkilerle doğrulandı.’’ diyorlar.
Takvimin, bu pazar yazısına konu olmasının görünürdeki nedeni ise, her ay için değişik Anadolu kültürlerinden alınma bir yemeğin fotoğrafını ve sonunda tarifini içermesi.
İçlerinde fava, keşkek, aşure gibi çok tanıdık gelen yemekler var. Oysa bir 'yemista kalamarakia'nın Anadolu Rumlarının kalamar dolması, bir 'albondigas de prasa'nın İspanya'dan beş yüz yıl önce bu topraklara çağırıp konuk ettiğimiz Musevilerin ekmekli pırasa köftesi, bir 'dolmeyen parsuyan'ın yalnız Kürtlerin değil, Doğu Anadolu'nun birçok sakininin bilip yaptığı bir kaburga dolması olduğunu bilenimiz ne kadar az! Ermenilerin 'khavidz'ini bugün yapan kalmış mıdır acaba? Papaz yahnisinin atası, Rumların ünlü 'sfilato'sunu kaç kişi hatırlıyor? 'Topik'i eskiden İstanbul'un kıyı köşesinde kalmış birkaç meyhaneci mutlaka sunardı. Onlardan bugün içimizde yaşayanlar var mıdır dersiniz?
Yazının başında sözünü ettiğim 'Dzununt' Ermenilerin Noeli. Takvimin arka sayfalarında 'Onlar, diğer Hıristiyan mezheplerinden farklı olarak, Noeli Vaftiz Yortusu ile birlikte 6 Ocak'ta kutlarlar. Ermeni çocuklar 5 Ocak gecesi 'Melkon, Kaspar ve Bağdasar, avedis' şarkısını söyleyerek evleri dolaşır ve İsa'nın doğumunu müjdelerlerdi' diye bir açıklama gözüme çarptı. Şimdi Anadolu bu çocuk seslerinden yoksun. Oysa çocuklar dünyanın her yerinde barışı ve masumiyeti temsil eder.
Biz barışı tekdüzelikte aramakla galiba biraz kestirmeci bir yola sapmışız. Oysa bizim için kutsal olan Ramazan ayında nasıl duygulanıyor ve Anadolu'da Türklükle yoğurduğumuz İslam inancını yaşamanın mutluluğunu daha iyi algılıyorsak, onlar da kendi kutsal günlerinde aynı sevinci yaşamalı ve yaşarken de bu topraklara ait olmanın sevincini bizimle paylaşabilmeliydiler diye düşünüyorum. Tarihin çarkını tersine çevirmeye çalışan herkesin, hangi toplumdan olursa olsun, kabahatini o yüzden affedemiyorum. Özellikle de bizim çoğu zaman haksız yere ve tek taraflı olarak suçlanmamızı kabullenemiyorum. Çünkü çoğuyla binlerce yıldır birarada yaşadığımız diğer kültürlerin varlığı, tarihte bizim hoşgörümüzü temsil ediyordu.
Tarihin muhasebesini yapmak çok zor. Ama ne olursa olsun, kültürümüzü bütün boyutlarıyla tekrar canlandırmak, köklerine inmek, Anadolu'nun geçmişteki ve bugünkü kültürel zenginliğini ortaya çıkartmak çok saygıdeğer bir çaba. Bunu yapanlara ancak teşekkür borçlu olabiliriz.
Paylaş