Paylaş
İyi ki bizim de İsrail’de olduğu gibi bir ağlama duvarımız yok. Olsa, neredeyse cümle belediye başkanlarımız mesai saatlerinin tamamını bu duvarın dibinde geçirecek. Oysa sabık cumhurbaşkanımız IX. Süleyman, vakti muhalefette, 'İktidar ağlama, sızlanma ve şikayet makamı değildir' mealinde çok önemli bir söz söylemişti.
Haksızlık etmeyelim, hepimiz Türkiye’de siyasetçilerin ve özellikle başsiyasetçinin bir özelliğinin ulufe dağıtması olduğunu -her ne kadar açıkca dile getirmesek de- pekala biliyoruz. Rahmetli Kemal Tahir, 'imparatorluktan cumhuriyete geçmekle bir günde her şeyin değişmediğini' boşuna söylememişti.
Şu günlerde bir toplumsal talep de belediye çalışanlarından yükseliyor. Memur ve işçiler, sendikalar aracılığıyla, maaşlarının artırılmasını istiyor. Bunu, asla kınanmaması gereken, demokratik yollardan da dile getiriyorlar.
Türkiye gibi enflasyonist bir ortamdan bir türlü çıkamayan bir ülkede bu talepleri gözardı etmek imkansız.
Yasal ve meşru arasındaki fark
Ancak...
Burada tümü yasal olmakla birlikte kamu vicdanını derinden yaralayan bazı hususlar var.
Bunlardan birincisi, bu taleplerin aşırılığı. Sendikal talepler gökyüzünde dolaşıyor, ayakları bir türlü yere basmıyor.
İkincisi, belediyelerde inanılmaz boyutlarda bir personel gideri göze çarpıyor.
Üçüncüsü ise, belediyelerin personel istihdam uygulamaları genellikle ciddiyetten uzak görünüyor.
Elimde bu konularda ciddiye alınması gereken bilgiler var. Bugünden başlayarak bu bilgileri gündeme getireceğim. Asıl amacım, bu konunun kamuoyu önünde tartışmaya açılması.
Bir dostum, Oğuz Oktay Yücesan bana epey doküman iletti.
Bu köşede varsa diğer iddiaları da gündeme taşımaktan çekinmeyeceğim.
Verilecek cevaplara da köşemin açık olduğunu teyiden tekrarlayayım.
Tekrar ediyorum, elimde bu konuda yasal anlamda yolsuzluk sayılabilecek bir belge yok. Ama veriler kamu vicdanını ciddi biçimde yaralar görünümde. Bir başka deyişle yapılanların çoğu yasal ama meşru değil.
İddiaları okuyunca bu görüşe katılacağınızı umuyorum.
Rekor Üsküdar Belediyesi’nin
Elimde İstanbul’daki belediyelerin personel harcamalarına ilişkin bazı rakamlar mevcut.
Bunlar içinde rekor Üsküdar Belediyesi’ne ait görünüyor. Bu ilçe belediyemiz personeline yılda 6 trilyon lirayı bulan ödeme yapmakta.
Şimdi Üsküdar Belediye Başkanı’na soruyorum. Sizin bütçenizin tamamı ne kadar, sayın başkan? Bir başka deyişle, personel harcamaları çıktıktan sonra, Üsküdarlıya hizmet için ne kadar para ayırıyorsunuz?
Tabii gündemde aslında bütün belediyeleri ilgilendiren başka sorular da var.
Mesela bir belediye doktoru ne kadar mesai harcıyor ve bunun karşılığında en çok ne kadar maaş alıyor?
Buna karşılık geçici işçi statüsündeki bir belediye çalışanı en çok ne kadar maaş almakta?
Her iki durumda da lütfen fazla mesaileri ve diğer yan ödemeleri de gözönünde bulundurun. Bu iki kişinin eline geçen net gelirden söz edin.
Üsküdar’ın pek muhterem belediye başkanı bu sorulara da cevap verebilir mi acaba?
Aslında bu soru İstanbul’daki bütün belediye başkanlarına yönelik. Bakmayın Üsküdar dediğime. Orada durum çok vahim de Üsküdar onun için aklıma ilk gelen yer oldu.
Bir uyarı
Eskiler, 'insaf dinin yarısıdır' demişler. İnsaflı davranmak için, her belediyenin durumunun aynı olmadığını hemen hatırlatmak isterim.
Mesela nüfusu İller Bankası kayıtlarında düşük görünen, ancak yaz boyunca turistik özelliklerinden ötürü nüfusu müthiş artan Silivri gibi belediyeler var. Ya da belediye sınırları içinde oturanı az olmasa bile, gündüzleri iş ve turizm gibi nedenlerle nüfusu aşırı şişen Eminönü gibi yerlerin belediyeleri mevcut. Rakamlar böyle durumlarda yanıltıcı olabiliyor.
Bir başka önemli nokta ise belediye hizmetlerinin ne ölçüde taşarona aktarılmış olduğu. Hizmetlerin doğrudan belediye kadrolarıyla yapıldığı bir yer ile öngörülen hizmetlerin neredeyse tümünün özel şirketlere devredildiği yerler arasında belediyelerin personel sayısını karşılaştırmak doğru olmaz.
Ancak bütün bu kuraldışı durumlar bir yana, Türkiye’deki yerel yönetimlerin sorunları yine de kaba çizgileriyle birbirine benzemekte. Şikayetlerin ortak motifleri çok. Sorunlar benzer. Çözümler de benziyor.
Açık söyleyeceğim. Çoğu belediye hala çok sayıda personel istihdam etmekte. Daha doğrusu, bütçesinin çok önemli bir bölümünü personel harcamalarına ayırıyor.
Buna karşılık, yatırım bütçeleri çok düşük kalmakta.
Oysa sendikaların talepleri tek başına neredeyse belediye bütçelerinin sınırlarını aşıyor. Yani vatandaştan toplanan ve Ankara’dan gelen paraların tümünü bu kesim talep ediyor. Talep etmekle kalmıyor, 'söke söke alacağız' da diyorlar.
Yerel yöneticilerin çoğu da, herhalde sendikalarla kötü olmamak için, 'ver kurtul' formülüne sığınmış görünüyor.
Ağlayıp sızlanmanın nedeni bu. Böylece kamuoyu etkilenmek isteniyor. Ankara’yı etkilemek düşünülüyor. Bir bakıma kimseye kötü görünmemenin formülü bulunmuş olunuyor.
Ancak unutulmamalı ki, verilen milletin parası. Kimse bu ödemeleri cebinden yapmıyor. Ortalıkta 'öyleyse ver gitsin' anlayışı hakim.
Utanç verici ama ne yazık ki doğru.
Memurlar, işçiler, geçici işçiler
Belediyelerde çalışan memurlar ve işçiler arasında, ikinciler lehine giderek bir uçurum oluştuğu görülüyor.
Özellikle yönetici konumundaki memurların durumu çürük diş gibi sırıtmakta. Yöneticilerin iş yükleri ve sorumlulukları fazla. Üstelik çoğu yüksek öğrenim görmüş.
Buna karşılık emirlerinde çalışanlar daha az sorumluluk taşıyor. Kısa yoldan hayata atıldıkları için, 'erken çıkan çok yol alır' misali kıdemleri fazla. Genellikle maaşları da öyle. Bir yönetici 250-300 milyon net maaş alırken işçilerin içinde aylık net gelirleri 1 milyarı aşanlar mevcut.
Daha kötüsü ise, belediyenin yolunu bile bilmeyen bazı geçici işçiler. Çoğu torpilli kadrosundan belediyelere yerleştirilen bu geçici işlerin maaşları ise, yan gelirleriyle birlikte bazen 1 milyarı da aşıyor.
Biraz üstte insaftan söz ettik. Peki bu durumda sizce insafın hiç yeri var mı?
Paylaş