Katolik kilisesine bağlı olanlar, papaza gidip günahlarını itiraf ederek bundan kurtulduklarına inanırlar. Belki iş daha karmaşık ama, benim bildiğim bu kadarla sınırlı. Laikler uzun süre Avrupa'da bu uygulamayı kıyasıya eleştirmiş. Oysa bugün Katolik inancıyla yakın uzak ilgisi olmayan milyonlarca Batılı, bu kez psikologlara gidip günah çıkarmakta. Ödedikleri para da hiç azımsanacak bir miktar sayılmaz. Ayrıca bu durumu eleştiren falan da yok. Eleştirmeye yeltenenler apaçık geri kafalı damgası yemekten korkuyor. Demek ki, itirafın insanı rahatlatan bir yanı var. Papazlar ve psikologlarla ne bir işim ne de bir alıp veremediğim olmadığı için, ben de bu hafta okuyucularıma günah çıkartmaya karar verdim. Yoksa bu kez uykusuz geçen gecelerimde sürekli hap yutarak huzura kavuşma çabalarım beni deli edecek...En severek okuduğum yayınlar içinde ‘‘iyi yaşama’’ dergileri başı çeker. Üniversitedeyken Amerikalıların ünlü ‘‘Gourmet’’ dergisini neredeyse iple çekerdim. Küreselleşmenin iyi bir sonucu olarak aynı adlı bir başka benzer dergi bundan bir süre önce sevgili kardeşim Ahmet Örs tarafından yayınlandı. Bunu da aynı merak ve heyecanla okuyorum.Gurme'nin son sayısında, bir başka çok sevgili dostum Dr. Ertan Anlı'nın ‘‘Destursuz Bağa Girenler’’ başlıklı bir yazısı yayınlandı. Son zamanlarda bu kadar güzel bir yazı okumamıştım. Ancak yazının ayrıntılarına girmeden önce Dr. Ertan Anlı'yı kısaca tanıtmakta yarar var. Ertan, kurucusu olmakla her zaman gurur duyduğum Şarap Dostları Grubu'nun tadım yetkilisi. Kendisi meslekten bir şarap yapımcısı ve tadımcısı. Üniversite öğrenimi şarapçılık üzerine. Sonra Fransa'nın Beaujolais yöresinde şarapçılık üzerine ihtisas yaptı. Ardından bir süre Kavaklıdere Şarapları'nın üretiminde yetkili ve sorumlu olarak görev aldı. En sonunda tekrar üniversiteye döndü ve ‘‘sherry’’ şarapları üzerine doktorasını tamamladı. Sekiz yıla yakın bir süredir de Şarap Dostları arasında mümtaz bir yeri var. Kısacası hepimizin övündüğü biri. Türkiye gibi şarapçılığın küçümsendiği ve önemsenmediği bir ülkede kendisini bu soylu içkiye adamış ender insanlardan birisi. Bilgisi ve yetkisi tartışılmaz bir otorite.Bir tarafta Ertan Anlı gibi şarap uzmanları var ama öte yanda da şarapçılığın yeni yeni yeşerdiği ülkemizde bir meraklı kitlesi bulunuyor. Şarapçılık bu iki grubun da varlığı olmadan ayakta duramaz. Çünkü tüketimin olmadığı bir yerde üretimden söz etmek imkânsız. İş dönüp dolaşıp Nasreddin Hoca'nın hikâyesine dayanıyor. İstenilen kalitede şarap üretimi için bilenler bilmeyenlere bildiklerini anlatmak zorunda.Bu aşamada ya şarap uzmanları ele levhü kalem alıp halkı aydınlatacak, ya da uzman bir gazeteci grubu bu anlatım görevini üstlenecek. Ben kendi hesabıma hem bu soylu içeceğin yiyecek-içecek dünyamızda hak ettiği yeri bulması, hem de dünyanın beşinci büyük üzüm üreticisi bir ülkede şarapçılığın acınacak bir düzeyden hakettiğini düşündüğüm seviyeye çıkabilmesi için yazılarımda sık sık şaraptan söz ederim. Ayrıca iflah olmaz bir şarap amatörü olmam da bunda önemli bir rol oynar. Üstelik ben bu konudaki tek örnek de değilim. Başka meslektaşlarım da sanırım benzer kaygılarla zaman zaman şarabı yazı konusu yaparlar.EL HAKK DOĞRUSevgili Ertan, Gurme'deki yazısında bu tür ‘‘aracı yazarlar’’a bir güzel vermiş veriştirmiş. İnsanı yerinden zıplatacak iğneleri batırmaktan kaçınmamış. Yüksek tirajlı gazetelerde yazı yazmanın sorumluluğunu hissedenler ve yaptığı işi ciddiye alanları kahredecek örnekler saymış. Gerçi kimsenin adını anmamış ama, ben kendi hesabıma düşen kısmı cevaplandırmak istedim. Yoksa gözüme uyku girmeyecekti.Yazının beni ilgilendiren kısmı şöyle: ‘‘Yine geçtiğimiz günlerde bir firmamızın (Serafin kastediliyor, T.Ş.) piyasaya sürdüğü şaraplar için birçok yazar (biri de benim, T.Ş.) ağız birliği etmişlercesine 'Türkiye'nin ilk varietal şarabı' ifadesini kullandılar. Bu ifadeyi de 'Türkiye'nin ilk Fransız üzüm çeşidinden üretilmiş varietal şarabı' olarak düzeltmek zorundayım. Çünkü yıllardır içtiğimiz birçok 'varietal' şarap var. İngilizce'de 'varietal' Fransızca'da da 'monocepage' olarak geçen kelime, tek bir üzüm çeşidinden üretilen, yani başka üzüm çeşitlerinden üretilen şaraplarla harmanlanmamış şarapları ifade eder. 'Kalecik Karası', 'Kavaklıdere Muscat' 'Moscado', 'Doluca Riesling' varietal değil de nedir.’’Alıntı bu kadar ve el Hakk doğru, Ertan'ın saydığı bilinen yerli şarapların tümü de ‘‘varietal’’ şaraplardır. Hatamı, Serafin'in Cabernet Sauvignon, Chardonnay ve Sauvignon Blanc'nını tattığımda heyecana verin. Son yıllarda bu üzüm çeşitlerinden yapılmış şaraplar Avustralya'dan Şili'ye, Kaliforniya'dan Yeni Zelanda'ya kadar birçok yerde ‘‘varietal’’ olarak üretiliyor. Bizde de üretilmiş olmaları büyük bir yenilikti ve beni heyecanlandıran da bu oldu. ‘‘Kalecik Karası’’, ‘‘Kavaklıdere Muscat’’, ‘‘Moscado’’, ‘‘Doluca Riesling’’e olan göz ve damak aşinalığımız bir sürçü lisana yol açmış besbelli. Bunu Ertan da bilir. Zaten bilmemeyi ona yakıştıramam. ‘‘Ehli dil birbirine bilmemek insaf değil’’ mısraını yoksa o da okumamış mıdır?Ama yine de eleştirilerin tümünü hem zevkle, hem de keyifle okudum. Hiçbir hakikatin nihan kalmaması gerektiğini söyleyen şairi hatırladım. Canı gönülden eleştirilere katıldım. Ancak, madem hakikat güneşini bir kere düşünceleri çarpıştırarak ortaya çıkarmaya kararlıyız, öyleyse ben de eleştirinin beni ilgilendiren kısmına bir eleştiri ile cevap vereyim. Sevgili Ertan Anlı, ‘‘Bu ifadeyi de 'Türkiye'nin ilk Fransız üzüm çeşidinden üretilmiş varietal şarabı' olarak düzeltmek zorundayım. Çünkü yıllardır içtiğimiz birçok 'varietal' şarap var’’ demiş ve ardından yıllardır tanıdığımız ‘‘Kalecik Karası’’, ‘‘Kavaklıdere Muscat’’, ‘‘Moscado’’, ‘‘Doluca Riesling’’ örneklerini saymış. Peki, ‘‘Kalecik Karası’’nı bir kenara bırakacak olursak, ‘‘Kavaklıdere Muscat’’ ile ‘‘Moscado’’nun yapıldığı ‘‘müskat’’ ve ‘‘Doluca Riesling’’in yapıldığı ‘‘riesling’’ birer Türk sepajı mı yoksa Fransız sepajı mı?HATAMI GÖRDÜMTaşı tam gediğine koyduğumu düşünüyorsunuz değil mi? Ama itiraf edeyim ki, ben de şarapçılıkla haşır neşir olanlar gibi, bunların artık kökenleriyle pek ilgileri kalmadığını iyi biliyorum. Bizde yıllardır hiç islah edilmemiş binlerce omca kökenlerindeki özellikleri taşımaktan artık çok uzak. O yüzden Ertan yine de haklı! Ama onun yazısında bu ayrıntı yok ve sıradan bir okurun aklına benim eleştirimin gelmesi çok mümkün ve yazı bu açıdan sıradan bir şarap tüketicisi için akıl karıştırıcı.Bir de uzun zamandır içimde hicran yarası gibi oturan Murat Bardakçı'nın eleştirisi var, ‘‘Aşçıların Sığınağı’’ adlı kitapla ilgili bir yazımda kitapta domatesli yemeklerin yer almadığını yazdığımı söyleyip beni sihamı kazaya uğratmış. Yazısını o sırada Lizbon'da olduğum için okuyamamıştım. Bana fakslamak nezaketini gösterince hatamı gördüm. Kendi yazıma ulaşamadığım için Sayın Bardakçı'nın şahadetine güvenerek, kitapta domatesin geçmediğini söylediğim anlaşılmakta. Oysa domatesin bize ne kadar geç geldiği ve nitekim bu klasik eserde de pek az yer aldığını belirtmek istemiştim. Bunlar doğru ama beni asıl üzen ‘‘kitap okumamak’’ gibi bir suçlama oldu. Hayatta birçok işi kaytarabilirim ama kitap okumamak ve müzik dinlememek bunlar içinde asla yer alamaz.Az sayıda gerçek iyi yaşama meraklısının okuduğu bir dergideki eleştiri ile aylar öncesinde kalmış bir tartışmayı neden gündeme getirdim? Ne Katoliğim, ne de psikoloğa meraklı Amerikalı tavrını benimsemiş biri. Ama yine de insanın yanlışlarını kabul ve ilan etmesinin yandaşıyım. Kuru sıkı atıp tutanlara hep Yunus'un şu sözünü hatırlatırım: ‘‘Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme / Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir.’’Bir de geçen akşam, gece yarısı uyandım ve birden aklıma Nisa suresinden bir ayet takıldı. Orada mealen şöyle söylenir: ‘‘Ey inananlar! Kendinizin, ana babanızın ve yakınlarınızın zararına da olsa Allah için doğruyu söyleyen ve adaleti gözeten insanlar olunuz.’’Allah kimseyi doğru yoldan ayırm