Kendisine söz verdim. Yazının tümünü yayınlıyorum:
"22 Temmuz genel seçimlerine gidilmesini Abdullah Gül’ün TBMM’de cumhurbaşkanı seçilmemesi, bence aslında ’seçtirilmemesi’ sebep olmuştur. Seçim sonucunda cumhurbaşkanının partisi AKP’ye verilen oyların eskisinden daha fazla olması ’Laiklik elden gidiyor’ korkusundaki kampta neredeyse bir şok etkisi yaratmıştır. Ben böyle bir şok yaşayanlardan değilim. Tam karşıtı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 84 yıllık hayatında içinde yaşama hasretini çektiğim demokrasiye geçişin ilk adımını görebilme tadını tatmış oldum. Bence 22 Temmuz seçimleri sonucu Gül yolu yordamıyla cumhurbaşkanı seçilince, hak yerini bulmuştur.
Bu cumhuriyetin değerleriyle ters düşen bir durum değil, tam karşıtı, sorunuzun ikinci bölümünde denildiği gibi ’Cumhuriyet’in ancak bu şekilde asker-sivil vesayetinden kurtularak sivilleşebileceği, daha çağdaş bir evreye girmiş olacağı’ anlamına gelmekte diye düşünüyorum. Bu görüşe yanlışlıkla II. cumhuriyet denilip duruluyor. Böyle demokratik bir açılım birincisinin yıkılışı değildir; eksikliğinin tamamlanması, kireç bağlamış halinin yenilenmesi, hayatın değişimleriyle uyumun sağlanması demektir.
Sayın Demirel’in cumhurbaşkanlığı sırasında bana verilen ’edebiyat’ onur ödülüne teşekkür konuşmamı yaparken de (yıl 1995) ’Cumhuriyeti’mizin içinin artık hiç gecikmeden demokrasiyle doldurulması...’ dileğinde bulunmuştum. Kendi adıma bunun olumlu yanıtını şimdi görebiliyorum. Cumhuriyeti daha güçlü kılacak bu yeni adımın ilerleyişte nasıl bir durum göstereceğini izleyip denetlemek de bizlere düşmekte. Yeni Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün ilk TBMM konuşmasında, bağlı bulunduğu partisinin seçimlerde, hükümet programını açıklamalarda ileri sürdükleri çözümlere uyup uymayacakları büyük dikkat istiyor. Seçim zaferinin sarhoşluğuna kapılmalarını önlemek de ’biz sivillerin’ elinde artık. Sivil muhalefet denilen şey asıl şimdi başlıyor. Memleketimizde önyargılı tutumlar hayli yaygın. Önyargı bana göre değil. Bu zihniyetten kurtulunması da bence Baskın Oran’ın ’Ezberi bozmak’ defterinde kayıtlıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütün evreleriyle ortada ki, milletinin hizmetinde bir devlet olacağı yerde, milletini sopayla, dipçikle hizmetine koşan bir devlet olmuştur. Üstelik bürokrasisinin apoletli bölümü ’Memleketi koruyup savunma’yı milleti evlatlık yerine koymakla bir saymıştır. Bürokrasi halkı küçümsemiş, ona güvenmemiştir. İttihat ve Terakki ruhu, 1923 doğumlu Cumhuriyetimiz bürokrasinin ruhu, bedeni, her şeyi olup çıkmıştır. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı buna karşı bir tepki, bu küçümseyiş illetinden kurtulmanın yeni bir cevabı neden olmasın? Değil mi ki, 84 yıllık cumhuriyetin ilk partisi değişip gelişmekte olan hayatın gerisinde kalmış, demokrasimiz ’halkçılığı’ muhafazakárlık kasasında paslanmaya bırakmıştır... Atatürk hayatımızın yenilenmesi adına eşsiz bir değerdir. Onu korkutucu bir fetiş haline getirmek 84 yıllık Cumhuriyet’in kurucusuna ihanetten başka nedir ki?
AKP iktidarı ve demokratik yollardan seçilmiş cumhurbaşkanımız, işte bu yeni durum çoğumuza bunları tartıp biçmek, konuşabilmek imkánı verdiği için bile iyidir, iyi."
* * *
Yazının tümü de Adalet Hanım’ın AKP çizgisine yakınlığını gösteriyor.
Bence bir yanlış anlaşılma yok.
Adalet Hanım, AKP’nin zaferini "Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 84 yıllık hayatında, içinde yaşama hasretini çektiğim demokrasiye geçişin ilk adımını görebilme tadını tatmış oldum" diye yorumluyor.
Gül’ün cumhurbaşkanlığını da devletin halkı küçümseyiş illetinden kurtulmanın yeni bir cevabı olarak görüyor.