HERHALDE siz de Türkiye’de olan biteni hayretler içinde izliyorsunuzdur. Çünkü AKP iktidarı ile Türkiye’de her şey tersyüz oldu.
Örneğin insanın ülkesini sevmesi, laik demokratik cumhuriyetin değerlerine sahip çıkması suç sayılmaya başladı.
Atatürk’e, onun devrim ve ilkelerine bağlılık da öyle...
Aydınlık, çağdaş, uygar, modern Türkiye’yi savunmak da...
Dürüst, ilkeli insanlara "beceriksiz, çağdışı" dendi.
Denktaş vatan haini, Atatürk’ün kurduğu CHP faşist parti ilan edildi.
Vesaire... Vesaire... (Çünkü uzatırsak liste köşeyi doldurur.)
Anlayacağınız saçma sapan, değerlerin altüst olduğu bir acayip psikolojiye sürüklendi toplum.
İşte böyle bir ortamda yaşandı televizyondaki o acayip Emin Çölaşan-Melih Gökçek tartışması.
İşin akla, mantığa aykırı olan yanı şuydu:
Hakkında bir sürü iddia olan Melih Gökçek gazeteci Emin Çölaşan’ı sorguya çekiyordu.
Oysa normal bir toplumda bunun tersinin olması gerekiyordu.
* * *
Melih Gökçek, Emin’e "Servetini açıkla" diye bastırıyor, "Açıklamazsan istifa et, gazeteciliği bırak" diyordu.
Hazırladığı kendi mal varlığını okuyor bu kez de "Gel servetlerimizi değişelim" diyordu.
Emin kibarlık yapıp "Kardeşim benim servetimin her kuruşu alın teriyle kazanılmıştır.Seninkinin ne olduğunu bilmiyorum.Hakkında bir sürü iddia var.Onun için istemem" demedi.
Ben, mesleğe başladığı günden beri tanıdığım Emin’in kursağından bir kuruş haram girmediğini adım gibi biliyorum.
Bu tartışmanın, ülkenin bir vatandaşı olarak beni en fazla üzen yanı da şu oldu:
Televizyon ekranında her söylediğinin altı boş kalan, uydurma çıkan, zaman zaman mahalle dedikodularına sığınan bir insanın Türkiye’nin başkentinin belediye başkanı olmasıydı.
Dinlerken uzun uzun düşündüm. Türkiye böyle yöneticiler tarafından yönetilmeye layık mı?
Bu kadar oy alıp seçildiğine göre herhalde layık olmalı diye düşündüm.
İnanın içim sızladı.
Hükümete çağrı
GEÇEN günkü yazımda "Bireysel silahsızlanma"nın Türkiye için ne kadar yaşamsal olduğunu geçen hafta Ankara’da yaşanan olaydan sonra bir kez daha anladım.
Oğluna saldıranları durdurmak isteyen hamile anne saldırganın silahından çıkan kurşunun kalbine saplanması sonucunda yaşamını yitirdi.
Doktorlar kadının karnındaki çocuğu alarak kurtardılar.
Anne mezara gitti.
Anne sevgisinden yoksun büyüyecek olan bebek babanın kucağında kaldı.
16 yaşındaki katil olaydan sonra şöyle diyordu:
"Öldürmek istemiyordum ama öfkeme hakim olamadım.Kazayla annesini vurdum.Çok pişmanım."
Acaba o 16 yaşındaki çocuğun eline o silahı verenler de vicdanlarında ufacık bir pişmanlık duyuyor mu?