Farah’ın öyküsü

FARAH, İran’da "İslam devrimi" başladığında ablasıyla birlikte üniversitede okuyordu.

İki kardeş de başları açık, modayı izleyen güzel kızlardı.

Humeyni’nin İran’a dönmesiyle başlayan "İslam devrimi" daha gerçek yüzünü göstermeden ve ülkenin yüzünü karartmadan Farah’ın babası, iki kızını da karşısına aldı.

Geleceklerinin acılarla dolu olacağını sezen baba, canı kadar sevdiği ve üzerlerine titrediği iki kızına şöyle dedi:

"İran felakete gidiyor. Artık burada öğreniminizi sürdüremezsiniz. Ya evlenin, ya da Türkiye’ye gidin ve orada okuyun."

Farah ile ablası, babalarının önsezilerine güveniyorlardı.

Hemen toparlandılar ve ülkelerini terk ederek Türkiye’ye geldiler.

İkisi de kadın olarak özgürlüklerini yitirmekten kurtulup üniversite eğitimlerini sürdürdüler.

Türkiye güzeldi. Bu ülkede kadınlar özgürdü.

İran’da ise kara bulutlar yoğunlaşmaya başlamış, caddeler idam sehpalarıyla dolmuştu.

* * *

Çok geçmeden şeriatla yönetilecek olan İran, İslam cumhuriyetinin kurulduğunu dünyaya açıkladı.

Mollalar, İranlı kadınların özgürlüklerini ortadan kaldırdılar.

Yıllar hızla akıp geçti.

Farah ile ablası, üniversiteyi bitirdi.

Ablası İran’a döndü, Farah ise Türkiye’de kalarak bir Türk gencine áşık oldu ve onunla evlenip yuva kurdu.

Çok mutluydu. Kocasını çok seviyordu. Bir oğlu oldu. Evlilikleri çok daha güzel ve anlamlı hale geldi. Ama zaman geçtikçe mutlulukları, bazı sorunlarla gölgelenmeye başladı.

Kocası uçarıydı. Eşini ve çocuğunu ihmal ederek bekárlığındaki gece hayatına yeniden kaptırdı kendini.

Farah, kocasını daha seyrek görmeye başlamıştı.

Evliliğinin geleceğinin karanlık olduğunu, babasından miras kalan önsezi gücüyle gördü.

Zaman yitirmenin anlamı yoktu. Kocasından boşanıp kendisine ve oğluna yeni bir hayat kurdu.

İyi bir işi vardı; evliliği bitmişti ama Türkiye’de mutluydu. Sevdiği dostları, arkadaşları vardı.

İran’a dönmeyi hiçbir zaman düşünmedi.

Ama oğlunu doğurduğu andan itibaren yüreğine düşen bir özlemi vardı.

Bir gün ülkesine gidecek, sularına dalarak büyüdüğü Hazar Denizi’ne girip oğlunu, yaşamdaki en değerli varlığını bağrına basacaktı.

Canı kadar sevdiği oğlu ile Hazar’ın büyülü sularında bütünleşecekti.

* * *

Oğlu altı yaşına gelince onu alıp ülkesine gitti.

Ailesiyle kucaklaşıp özlem giderdikten sonra oğluyla birlikte doğru Hazar’a gitti.

Ama genç kızlığında bikiniyle kumsalında güneşlendiği, sularına dalıp saatlerce yüzdüğü o güzelim plaj, tam ortasından yüksek bir perdeyle ikiye bölünmüştü.

Bir tarafta kadınlar, öbür tarafta erkekler vardı. Oğlunu kadınlar tarafına sokmadılar.

Farah yıllarca sürdürdüğü, Hazar’ın sularında oğlunu kucaklayıp bağrına basmak için büyüttüğü özlemini gideremedi.

İslam cumhuriyeti, anne ile oğlunun Hazar’da kucaklaşmasına izin vermedi.

Farah’ın öyküsü bu kadar...

Bu öyküyü anlattıktan sonra Farah gözlerimin içine baktı. Kararlı bir biçimde, "Türkiye buna izin vermez. Ben buna bütün kalbimle inanıyorum" dedi.

Ben de ona bütün kalbimle, "Ben de inanıyorum" dedim.
Yazarın Tüm Yazıları