ÜNLÜ piyanist ve bestecimiz Fazıl Say Avrupa Birliği Avrupa Komisyonu tarafından ’2008 Kültürler Arası Dialog’ çalışmalarında ’Ambassador- Elçi’ unvanıyla görevlendirildi.
Fazıl Say’ı biz bir türlü kültür elçisi yapamadık.
Ama Avrupa Birliği yaptı.
Say, Avrupa Konseyi Eğitim ve İletişim Direktörü Viladimir Sucha tarafından 4 Aralık’ta Brüksel’de yapılacak toplantıya davet edildi.
Ünlü piyanistimiz Avrupa Kültürler Arası Diyalog Yılı (EYID 2008) iletişim kampanyasının resmi açılışına katılacak ve Avrupa Komisyonu çalışmalarından sorumlu diğer Avrupa elçileriyle tanışacak.
Bir Türk sanatçısının böyle önemli bir görev için seçilmesi mutluluk vereci bir olaydır.
* * *
Bu mutlu haber beni çok sevindirdi ama bir yandan da içimi bir hüzün kapladı.
Temmuzda çıkan bir yazımda bakın neler yazmışım:
"Türkiye’nin sanat dünyasındaki en büyük markası olan Fazıl Say dünyanın dört kıtasında yılda tam 120 konser veriyor.
Bu konserlere yetişmek için havaalanlarında koşuşturup duruyor.
Dünyanın hayran olduğu Türk piyanistinin en büyük sıkıntısı nedir biliyor musunuz?
Gideceği ülkelerin konsolosluklarından almak zorunda olduğu vizeler.
Defalarca yazdım, ama derdimi kimselere anlatamadım.
Türkiye bu ünlü sanatçıyı vize peşinde koşmaktan kurtarmalı.
Bunun için de, Türk imajının dünyadaki bu en güçlü markasına hiç zaman yitirmeden kırmızı pasaport verilmeli."
* * *
Ben bunları ve benzerlerini kaç kez yazdım anımsamıyorum.
Onun ötesinde bazı bakanlara, AKP’li milletvekillerine de anlatmaya çalıştım.
Hatta dedim ki:
"Bu çocuğa bir sürü Avrupa ülkesi gel sana pasaport verelim deyip duruyorlar.
Ama o inatla bunu reddediyor.Dünyayı ay-yıldızlı pasaportla dolaşmak için direniyor.
Bana göre, kırmızı pasaport sahibi olmak bu ülkede en fazla onun hakkıdır."
Hiçbiri "hayır" demedi.
"Haklısınız.Böyle şey olur mu?Bu değerli sanatçımıza hemen kırmızı pasaport verilmeli" dedi.
Ama kimse parmağını bile oynatmadı.
Şaşkınlığım şu: Niçin bizim politikacılar bu kadar duyarsız?
Bıçağın keskin yüzünde bir maçtı
BÖYLE maçlar bıçağın keskin yüzünde dolaşmaya benzer.Son saniyede yiyeceğiniz bir gol bütün emeklerinizi yok eder, umutlarınızı siler süpürür.
Böyle maçları oynamak da, izlemek de yürek ister.
Türkiye-Bosna Hersek maçını işte bu ruh hali içinde yaşadık.
Onun için ne kadar sevinsek yeridir. Ben Fatih Terim ve futbolcularının ölüp ölüp dirildiklerini saniye saniye izledim.
Eminim son on dakikada pek çoğumuzun yüreği duracakmış gibi oldu.
Neyse mutlu sona ulaştık.
Küçümsenecek bir olay değil, artık Avrupa’nın 16 takımından biriyiz.