Paylaş
Türkiye'nin yazgısını kökten değiştirecek ‘‘adaylık kararı’’nın kesinleşmesine bir hafta kaldı.
İşini gücünü bırakıp aylardan beri ülke ülke dolaşan, kararın olumlu çıkması için çaba gösteren Şarık Tara ile Meral Gezgin Eriş şöyle diyorlar:
‘‘Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Adaylığımız tamam. Dileriz bu arada çok ters bir gelişme olmaz.’’
Bu sözleri söylerken yüzlerinden endişeli oldukları okunuyor.
Haklılar.
Çünkü Ankara en olmadık zamanlarda en olmadık yanlışlar yapar.
Helsinki'de Türkiye ya Avrupalı olacak ya da Avrupa'dan kopacak.
Ters bir karar çıkar da ikinci şık geçerli olursa...
Türkiye hangi denizlere doğru çevirecek yelkenlerini, oralarda hangi fırtınalarla boğuşacak, bunu kimse kestiremez.
Eğer beklediğimiz karar çıkar, Türkiye kendini Avrupa hedefine kilitlerse her şey bitmiş mi olacak?
Tersine, daha büyük bir savaş başlayacak.
Ama yürüdüğümüz yolun sonundaki yemyeşil verimli ovalara ulaşacak olmamız bu savaşı vermemize değecek.
* * *
Karamsar olmaya, tam üyelik sürecinin çok uzun süreceği konusunda şimdiden umutsuzluğa kapılmaya gerek yok.
Bu süreci kısaltmanın bizim elimizde olduğunu bilerek karardan sonra hemen kolları sıvayıp işe koyulmalıyız.
‘‘Bakma, bizi ellerinden kaçırmamak için aday ilan ettiler. Ama bunlar bizi üye yapmazlar. Yıllarca bekletirler ve tepemize binip her istediklerini de yaptırırlar.’’
Bu ve benzeri görüşler temelden yanlıştır ve bizi hiçbir yere götürmez.
Adaylık ilanı çok önemlidir.
Bu kararla Türkiye ‘‘Avrupa evi’’ne girmiş olacaktır.
Eve yerleşmek, bir oda sahibi olmak, yemek masasına oturmak bizim göstereceğimiz gayrete kalmıştır.
Türkiye kafasını değiştirdiği takdirde bunu çok kısa zamanda başarabilecek olanaklara sahip bir ülkedir.
Adayların hepsinden daha şanslıdır.
Yeter ki biz bu bilinçte olalım ve hedefimizi buna göre çizelim.
Hırslı, dinamik Türk toplumu incir kabuğunu doldurmayan iç sorunlarını çözerse giriş katındaki bekleme odasında tahminlerin ötesinde az kalır.
* * *
Eksiğimiz ‘‘Kopenhag kriterleri’’ne uymamak.
Yani demokrasimizi sınırsız hale getirmemek, her türlü insan hakları ihlallerini ortadan kaldırmamak.
Bunu düzelttiğimiz zaman hem ülkemizin saygınlığı artacak, hem de toplumumuzdaki rahatsızlıklar sona erecek.
Demokrasiyi sadece siyasal eşitlik olarak kabul edemeyiz. Demokrasi toplumsal, ekonomik ve kültürel eşitliği de gerektirir.
Paylaşımın adil olmasının kutsallığında birleşmeliyiz. Ekonomik sistemimizi buna göre işler hale getirmezsek sağlıklı bir toplum yapısını kuramayız.
Bilim, teknoloji, düşünce özgürlüğü, sınırsız demokrasi, insan haklarına saygı ve refah...
İşte yeni dünya değerleri...
Bunlara ulaşmak, ‘‘dolaylı demokrasi’’den ‘‘dolaysız demokrasi’’ye geçmek zorundayız.
Yani halkın ülke yönetiminde daha çok söz sahibi olmasını sağlamalıyız.
Bunları gerçekleştirdiğimiz zaman sorunların hızla çözüldüğünü, iç barışın güçlendiğini, çağdaş uygarlık düzeyine çıktığımızı görürüz.
O zaman da hiçbir güç bizim ‘‘Avrupa Evi’’ne yerleşmemize, görkemli yemek masasına oturmamıza engel olamaz.
Önce kazasız belasız şu kapıdan içeri hele bir girelim.
Gerisi o kadar zor değil.
Paylaş