Tufan Türenç

Umut hep Kaf Dağı’nın ardında olacak değil ya...

15 Ocak 2007
POPSTAR Alaturka yarışmasını kazanan Hasret’in sözleri hem hüznü, hem de sevinci içeriyordu. Kanallar arasında dolaşırken final gecesi yanık sesiyle söylediği parçayı dinlemiştim.

Ertesi gün birinci olduğunu öğrendim.

Yarışmadan birkaç gün sonra çıkan o söyleşide, çok küçük yaşlarda babasız kaldığı, annesi ve ablasıyla yoksulluk içinde yaşadığı anlatılıyordu.

100 bin YTL kazanmıştı. Bu para, yaşamları boyunca ellerine geçmesi olanaksız bir servetti.

"Bu para, bazılarının gözünde çok küçük olabilir, ama bizim gibi insanların gözünde büyük bir umut ışığı. Bir ev alacağız, gerisini de eğitimime harcayacağım" diyordu.

Gazetenin başlığı gibi, "Popstar Hasret’in yaşam öyküsü, Yeşilçam filmlerini aratmıyor".

Hasret artık yoksulların Sinderella’sı (Prensle evlenen yoksul bir masal kahramanı).

Bugün ülkemizde milyonlarca yoksul gepgenç insan, Hasret olabilmenin umuduyla yaşıyor.

* * *

Sinderella’
lar yalnız bizim toplumumuza özgü değil.

Hasret olayından sonra televizyonda Sinderella Adam adlı filmi izledim.

Film, Amerika’daki 1929 krizinin hemen sonrasında geçiyordu.

İşsizlik, açlık ve sefaletin perişan ettiği milyonların yanında bir eli yağda bir eli balda görkemli yaşam sürenlerin duyarsızlığı, acımasızlığı çarpıcı bir şekilde anlatılıyordu.

Film, boksör Jimmy J. Braddock’un yaşamıydı.

Boksörü ünlü aktör Russell Crowe canlandırıyor.

O karanlık, o acı dönemde Braddock, karısı ve üç çocuğu ile yoksulluğun içine yuvarlanıyor.

Bir maçta eli kırılıyor, ama eve ekmek götürebilmek için bunu gizliyor ve maç yapıyor.

Kaçamak dövüştüğü için maç yapması yasaklanıyor. Çaresiz doklarda hamallık yapıyor. Ancak o kadar az para kazanıyor ki, çocuklarını doyuramıyor.

Faturaları ödeyemediği için oturduğu bodrum katının gaz ve elektriği kesiliyor.

Açlığa bir de dondurucu soğuk eklenince çaresiz kalan onurlu ve gururlu Braddock, kahrolarak boks dünyasındaki arkadaşlarından ihtiyacı olan 44 doları dileniyor.

* * *

Ancak toplaya toplaya üç beş dolar toplayabiliyor. Sonra parayı bir arkadaşı tamamlıyor.

Bir gün mucize oluyor ve bir organizatör onun dövüşmesi için izin çıkarıyor.

Aslında organizatör de perişan durumdadır. Braddock onun da son umududur.

Braddock yaşama karşı duyduğu öfkeyle güçlü rakibine saldırıyor ve onu perişan ediyor.

İçindeki öfkenin balyoz haline getirdiği yumruklarıyla önüne çıkanı yere seriyor.

Bu inanılmaz başarılar, Braddock’u milyonlarca yoksul ve aç insanın umudu haline getiriyor.

Bütün yoksul insanlar, radyo başında ona dua ediyorlar.

Sonunda mucize gerçekleşiyor ve Braddock, boks otoritelerinin bir raunt bile dayanamaz dedikleri dünya şampiyonunu yenip yeni dünya şampiyonu oluyor.
Yazının Devamını Oku

Harran Üniversitesi aklın ve bilimin ürünü

13 Ocak 2007
ANADOLU üniversiteleri beni hep heyecanlandırır. <br><br>Bu bilim kurumları çağdaş, aydınlık Türkiye’nin kaleleridir. Çarşamba günü konferans vermek için gittiğim Şanlıurfa Harran Üniversitesi’nde duyduğum heyecanı ve mutluluğu sizlere de anlatmak istiyorum.

Üniversite 1992 yılında kurulmuş.

1999 yılına kadar bilime ve aydınlanmaya karşı olan grupların elinde bir türlü gelişme sürecine girememiş.

1999’da Prof. Dr. Uğur Büyükburç rektör olarak atanınca üniversitenin yazgısı hızla değişmiş.

Bugün, uluslararası yayın açısından Türkiye’nin altıncı üniversitesi olmayı başaran Harran Üniversitesi’ni yaratan Rektör Uğur Büyükburç’un mayısta görevi sona erecek.

Büyükburç görevini seçilecek rektöre gönül rahatlığıyla devredeceğini ve Ankara Üniversitesi’nde öğretim üyeliğine döneceğini söyledi.

"Mutluyum, çünkü üniversite artık ortaya çıktı. Kurum, cumhuriyete bağlı bir kadronun elinde. Bundan sonra çok daha hızlı bir gelişme içinde olacak."

* * *

Üniversitenin merkez yerleşkesi (kampus) 27 bin dönüm araziye sahip.

7 yılda fakülte binaları ile sosyal tesislerinin büyük bölümü tamamlanmış.

Yerleşkenin tam ortasında kocaman bir gölet yapılmış. İçinde kuğular yüzüyor.

Göletin çevresinde gezinti rıhtımları, parklar, öğrenciler ve öğretim üyeleri için lokantalar, kafeler ve çeşitli sosyal tesisler var.

Spor alanları için büyük yerler ayrılmış.

Öğrenciler, üniversite vakfının katkısıyla 1 YTL’ye yemek yiyorlar.

Uçsuz bucaksız araziye Orman Bakanlığı’nın da katkısıyla tam 5 milyon ağaç dikilmiş.

5-10 yıl içinde Harran Ovası’nda büyük bir orman yükselecek.

Bin öğrencinin kalacağı modern yurt binaları hemen hemen tamamlanmış. Önümüzdeki yıl devreye girecek.

7 fakültesi, 50’ye yakın bölümlü, 1 yüksekokulu, 3 enstitüsü, 9 araştırma ve uygulama merkezi olan üniversitede şu anda 8 bin öğrenci öğrenim görüyor.

300 akademisyen, 500 uzman, araştırma görevlisi ve okutman görev yapıyor.

İki üç yıl içinde hem öğrenci sayısı, hem öğretim üyesi sayısı katlanarak artacak.

* * *

Hep yazıyorum, Başbakan, Milli Eğitim Bakanı ve tüm bakanlar şu Anadolu üniversitelerini gezseler, orada yaratılan mucizeleri gözleriyle görseler, eminim onlar da benim duyduğum heyecanı duyarlar.

Anadolu üniversiteleri, uluslararası yayınlarda gurur duyulacak bir yere durup dururken gelmedi.

Bu üniversitelerin rektörleri, mütevazı bütçelerine ve onlara engel çıkarmak için her şeyi yapan karanlık kafalara rağmen harikalar yaratmışlar.

Onları bu olağanüstü başarıya götüren ideal ne derseniz, bunu Rektör Prof. Büyükburç şöyle anlatıyor:

"Harran Üniversitesi’nin amacı, evrensel değerlere açık, çağdaş, bilgi üretimine katkıda bulunan, analitik düşünceye ve kavramsal beceriye sahip, özgüveni yüksek, demokrat, laik ve cumhuriyetimizin bölünmez bütünlüğünü savunan bireyler yetiştirmektir."

İşte yaratılan mucizenin tılsımı bu.

Mustafa Kemal’in gösterdiği akıl ve bilim yolu...
Yazının Devamını Oku

Erdoğan, Çankaya için kararlıysa...

12 Ocak 2007
HİÇ kimsenin kuşkusu olmasın, eğer AKP kendi dünya görüşündeki bir insanı Çankaya’ya göndermeye kararlıysa bu kişi kesinlikle Tayyip Erdoğan olur. Bülent Arınç veya bir başka AKP’linin seçilmesi ise ancak Tayyip Erdoğan’ın onayıyla gerçekleşebilir.

Bu da olmayacağına göre başka olasılık yok demektir.

Peki dışarıdan veya AKP Grubu’ndan muhalefetin ve kamuoyunun onaylayacağı bir aday çıkarılamaz mı?

Hiç kuşkusuz çıkarılabilir. Ama AKP’lilerde egemen olan psikoloji buna engel.

AKP yönetiminin böyle makul bir çizgiye gelmesini ve cumhurbaşkanlığı seçimini ülkeyi germeden halletmesini düşünmek için bir hayli iyimser olmak gerekir.

Büyük olasılıkla Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı, Abdullah Gül de başbakan olacak.

Yorum ve değerlendirmeleri böyle bir sonuç üzerinde yapmak yararlı.

Burada en çok üzerinde durulması gereken konu, Tayyip Erdoğan’ın seçildikten sonra Çankaya’da rahat oturup oturmayacağı.

Eğer Erdoğan’ın eksikliği AKP’yi beklendiği kadar etkilerse, seçimlerde tek parti iktidarı çıkması hemen hemen olanaksız hale gelir.

AKP’li veya AKP’siz bir koalisyon, Tayyip Bey’i Çankaya’da zor durumda bırakır.

* * *

İkinci önemli nokta da şu:

Eğer AKP, Tayyip Erdoğan’sız da tek başına iktidar olursa, bu durum yeni cumhurbaşkanının parti üzerindeki etkisini azaltır, başbakan Gül’ü güçlendirir.

Çünkü ikinci AKP zaferi artık Erdoğan’ın değil, Gül’ün eseri olur.

Böyle bir durumda başbakan Gül ile cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilişkileri nasıl şekillenir?

Hiç kuşku yok ki, rüştünü ispatlamış bir başbakan, cumhurbaşkanının dilediğini yaptırdığı bir başbakan olmaz.

Bu nedenle çıkacak uyumsuzluk, parti örgütünü nasıl etkiler?

Bazı deneyimli AKP’liler, böyle bir durumda parti içinde uyumun da bozulacağına kesin gözüyle bakıyorlar.

* * *

Erdoğan’
ın nasıl bir cumhurbaşkanlığı yapacağı da büyük merak konusu.

Erdoğan AKP’nin kurucusu, genel başkanı ve partiyi iktidara taşıyan lider kimliğinden sıyrılmayı başarabilecek mi?

AKP’yi Çankaya’dan da yönetme tutkusundan kurtulabilecek mi?

Sadece AKP’lilerin değil, tüm toplumun cumhurbaşkanı olabilecek mi?

Olaylara partilerüstü bir tutum ve kararlılıkla yaklaşabilecek mi?

Doğrusu, bugün bu sorulara olumlu yanıt vermek kolay değil.

Eğer Erdoğan, partili bir cumhurbaşkanı gibi hareket ederse ülkede büyük gerginliklere, hoşnutsuzluklara neden olur.

Böyle bir yaklaşım, Çankaya’nın toplumdan ve kurumlardan tepki görmesine yol açar.

Bu çizgide cumhurbaşkanlığı yapmaya kalkmak, kuşkusuz Tayyip Erdoğan’ın Çankaya’da oturmasını iyice zorlaştırır.

2007’nin güçlüklerle dolu, gergin bir yıl olacağını söyleyenlerin haklılıkları sadece cumhurbaşkanlığı seçimi ve sonrası düşünüldüğünde bile tartışmasız kabul edilmesi gereken bir gerçek.

Halk 2007’de sandığa giderek ülkenin içinde bulunduğu bu zorluklardan kurtulmasını sağlayabilir.

Türkiye’nin tek çıkış yolu da budur.
Yazının Devamını Oku

Rumların ’lokma lokma’ götürme taktiği

10 Ocak 2007
LOKMACI Geçidi krizinde de aynı taktiği uyguluyorlar. Türk tarafı bir adım atıyor.

Batı’dan "Bravo Türklere..." diye sesler duyuluyor.

Rumlar gayet sakin "İyi güzel ama bu yetmez, ikinci adımı atman gerek" diyor.

Türk tarafı ikinciyi atıyor...

Batılılardan bir "Bravo" daha geliyor...

Rumlar pek memnun görünmüyorlar, Kıbrıs Türklerinin üçüncü adımı atmasını istiyorlar.

Türkler "Yeter artık, üçüncü adımı atmayız" diyorlar.

Rumlar "Bakın Türkler göstermelik iki adım attılar ve durdular. Bunların amacı çözüm değil" diye dünyayı ayağa kaldırıyorlar.

Batılılar hemen onaylıyor:

"Evet doğru... Türkler çözümden yana değiller... AB üyeliği giderek zorlaşıyor."

Sonuç, sıfıra sıfır elde var sıfır.

Ama Türk tarafı da attığı o iki adımla karşılığında hiçbir şey almadan ödün vermiş oluyor.

Lokmacı Geçidi olayı da işte böyle bir şey.

* * *

Biz Kıbrıs’ta bir gerçeği göremiyoruz.

Rumların anladıkları çözüm Kıbrıs’ın tümünün üzerine oturmak.

Bunun dışında bir çözüm yok kafalarında.

Aslında bunu, bizi gaza getirmek için ara sıra "Bravo" çeken Batılılar da biliyor.

Onların kafalarındaki çözüm de Kıbrıs’ın Rumlara bırakılması...

Niyetlerinin ne olduğu referandum sırasında verdikleri sözlerin bir tekini bile tutmadıklarından belli.

Rumlar, Türklerin adadaki varlığını ve egemenliğini kabul eden gerçek ve kalıcı bir çözümü içtenlikle isteseler sorun zaten çoktan biterdi.

Batılılar Kıbrıs konusunda bizim değil, Rumların yanındalar.

Bu gerçeği hálá anlamayanlar var.

Boşu boşuna çözüm diye çırpınıp duruyorlar.

* * *

Lokmacı olayında birbirimize düşmek, üst geçidi yıkmak Kıbrıs’ta çözüme en ufak bir katkı sağlamayacaktır.

Çünkü Rumlar öne sürdükleri "Asker de bölgeden çekilsin" isteği yerine getirilmeden kendi taraflarındaki duvarı yıkmayacaklar.

Yani geçidi açmayacaklar.

AKP hükümeti Kıbrıs’ta "Tavşana kaç, tazıya tut" politikası ile bir yere varılamayacağını artık anlamak zorunda.

Risk ve sorumluluk almadan, dik durmasını bilmeden dış politikada sonuç almak olanaksızdır.

Bu politika ile ancak kriz yaratırsınız, sonra da seyredersiniz.

Ankara’nın Kıbrıs olayında seyirci rolü oynaması kabul edilebilir bir olay değildir.

Kıbrıs Türkiye için çok önemli ve stratejik bir ulusal davadır.

Bu davanın politikasını sevabıyla günahıyla iktidarlar götürür.

Hükümetin bugüne kadar çözümsüzlüğün sorumlusu olarak ilan ettiği Denktaş yok artık.

Son operasyonla istedikleri bir hükümeti de oluşturdular.

Hálá etkili bir politika yürütmek için hükümet ne bekliyor acaba?

Kıbrıs’ın Rumlar tarafından lokma lokma yutulmasını mı?
Yazının Devamını Oku

Börekçide açıklama ile devlet yönetme anlayışı

8 Ocak 2007
BEN aklımın erdiğinden bu yana siyaseti izlemeye çalışırım. Ama böyle bir şeye ilk kez tanık oluyorum. Onun için fevkalade yadırgadığımı ve şaşırdığımı özellikle belirtmem gerekiyor.

Evet bugüne kadar cumhuriyetin başbakanlık koltuğuna hafızam beni yanıltmıyorsa tam 29 kişi oturdu. Bunlardan bazıları birkaç kez bu makama gelip gittiler.

Ama hiçbirinin bir börekçi dükkánında ülkenin çok önemli sorunları konusunda gazetecilere açıklama yaptığını anımsamıyorum.

Bu işi ilk kez Tayyip Erdoğan yaptı.

Dilerim bundan sonra börekçide çörekçide başbakanların basın açıklaması yapması gelenek haline gelmez.

Oysa Başbakan partilileri ile bayramlaşma toplantısında Çankaya’yı yani Cumhurbaşkanı Sezer’i yaptıkları atamaları onaylamadığı için şöyle suçlamıştı:

"Atamasını yaptığımız insanları oturduğu apartmanın kapıcısına sorduruyor. Allah aşkına böyle bir devlet yönetimi anlayışı olur mu?"

Peki Çankaya’nın devlet yönetiminden şikáyetçi olan Başbakan’ın devlet yönetimi anlayışı nasıl? Bir de ona bakalım.

Başbakan IMF’ye verdiği 2006 Niyet Mektubu’nda elektrik dağıtımı özelleştirmelerinin 2007’de tamamlanacağını taahhüt etmişti.

Taahhüt gereği ihale açılacağı ilan edilmiş, başvurular olmuş, yeterlilik alan şirketler ihale için gün saymaya başlamış.

İşte bu aşamada Başbakan birden karar değiştiriyor ve Lübnan’dan dönerken uçakta gazetecilere "Elektrik dağıtımını özele bırakırsak zam yaparlar fatura bize çıkar, elektrikte şimdilik özelleştirme yok" diyor.

Başbakan’ın bu açıklamasını özelleştirmeden sorumlu bakan ile Özelleştirme İdaresi Başkanlığı gazetelerden öğreniyor.

Bu açıklama nedeniyle ihaleye girmeye hazırlanan şirketler şoke oluyorlar, döviz yükseliyor, borsa düşüyor.

* * *

Yine aynı açıklamasında Başbakan bir soru üzerine "Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır" diyor.

Oysa Ağustos 2005’te Diyarbakır’a giden Başbakan orada "Kürt sorunu vardır" diye açıklama yapmıştı.

Erdoğan Amerika’nın PKK’nın tasfiye edilmesi için bir koordinatörlük kurulması teklifini olumlu karşılamış, ABD’li koordinatörle birlikte çalışması için bir Türk koordinatör de atamıştı.

Ama yine uçakta yaptığı açıklamada koordinatörlüğün bir işe yaramadığını söyledi.

Yukarıda verdiğimiz örnekler Çankaya’nın devlet yönetme anlayışından şikáyet eden Başbakan’ın devlet yönetme anlayışından sadece birkaçı...

Baykal’a düşmezdi

NİMET Çubukçu’ya neden Deniz Baykal yanıt verdi anlayamadım.

Birincisi Deniz Baykal’ın muhatabı Çubukçu değil.

İkincisi Çubukçu’nun Olcay Baykal konusundaki eleştirisinin mantıkla bağdaşır yanı yok. Olcay Baykal’la Emine Erdoğan’ı karşılaştırması elmayla armudu toplamak gibi bir şey.

Çubukçu’ya CHP Kadın Kolları Başkanı İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu yanıt verir, olur biterdi.
Yazının Devamını Oku

Yollarda ölmek, kader olmaktan çıkarılmalı

6 Ocak 2007
TÜRKİYE’de bir, hatta birden fazla bireyini trafiğe kurban vermemiş aile olduğunu sanmıyorum. Nedense devlet, bu felaketi önleyecek önlemleri bir türlü alamıyor.

İnsanlarını eğitemiyor, trafik kurallarını uygulayamıyor, yolların kalitesini yükseltemiyor.

Sanki her yıl trafiğe binlerce insanımızı kurban vermek, bizim için değişmez bir alın yazısı...

İnsanlarımız, çoluk çocuk, genç ihtiyar yollarda yok olup gidiyor.

Mustafa Taşar ve Nezir Büyükcengiz tamamen yolların hatalı yapımından yaşamlarını yitirdiler.

Devletin ihmali yüzünden ölen insanlarımızın hesabını kim verecek? Bu insanların kan bedelini kim ödeyecek?

Hem Taşar’ın, hem Büyükcengiz’in ölümünden yüzde yüz sorumlu olan devlettir.

Devletin ilgili kurumları ve yöneticileridir.

Suçlulara mutlaka hesap sorulmalıdır.

* * *

Eskiden Karayolları, Türkiye’nin en iyi çalışan kurumlarının başında gelirdi.

Ama çirkin politikacılar, altından girip üstünden çıkarak bu övgü kaynağımız olan güzelim kurumu perişan ettiler.

Afyon’da, çevreyoluna bağlantı sağlayan bölümde yapım hatası olduğunu herkes söylüyor, "Aman bu viraja çok dikkatli ve yavaş girin, yoksa arabanız devrilir" diye uyarıyordu.

Ama Mustafa Taşar, kimse uyarmadığı için ters eğimli virajı alamadı ve arabası şarampole yuvarlandı.

Kendi öldü, kızı ise ölümden döndü.

Bir aile perişan oldu.

Konya Milletvekili Büyükcengiz ise mıcır kurbanı oldu.

Binlerce insan gibi onun da arabası kayıp takla attı.

Devlet kurumlarının partizan atamalarla yozlaştırılmaması için yıllardan beri yapılan uyarılar iktidar partilerine vız geldi.

İşte yıllardan beri toplum olarak bunun acı faturasını ödüyoruz.

Yazık günah değil mi?

* * *

Bir de şu duble yol saçmalığına bir son verilsin.

Plansız programsız yapılan kalitesiz yollar, kısa bir süre sonra çöküyor ve kullanılmaz hale geliyor.

Duble yol haline getirilecek güzergáhların seçimleri de trafiğin yoğunluğuna göre değil, politik getirilere göre yapılıyor.

Bu nedenle trafikte bir rahatlama olmuyor.

Buralarda sık sık ölümcül kazalar meydana geliyor.

Oysa ciddi bir planlamayla duble yol yapımında öncelik trafik yoğunluğu fazla olan hatlara verilse ve standartlar yükseltilse bunlar güvenli ve kalıcı olur.

Türkiye zaman geçirmeden güney sahillerini, yani turistik yörelerini kuzeydeki metropollere otobanlarla bağlamak zorundadır.

Ankara-İzmir, İstanbul-Antalya otobanları hızla yapılmalıdır.

Bu yapılmadığı sürece güney-kuzey bağlantılı yollarda trafik canavarına kurbanlar vermeye devam ederiz.

Artık trafik kazalarında ölmek, insanlarımız için kaçınılmaz bir kader olmaktan mutlaka çıkarılmalıdır.

Türkiye bu kısırdöngüyü kırıp atmalıdır.
Yazının Devamını Oku

Bayramlık üslup

5 Ocak 2007
CUMHURBAŞKANLIĞI seçimi ile ilgili tartışmalar, belli ki sinirleri bozmaya başladı.<br><br>İlk sert tepki veren siyasetçi de beklendiği gibi Başbakan Erdoğan oldu. Cumhurbaşkanı Sezer’e, CHP’ye ve Danıştay’a çatarken her zaman yaptığı gibi gerektiğinden fazla haşin bir üslup kullandı.

Üstelik bunu partilileriyle bayramlaşma toplantısında yaptı.

Hani bayramlar dostlukların, hoşgörünün pekiştirildiği, küslerin bile barıştığı günlerdi?

Ama Başbakan konuşurken bunların hepsini unuttu.

Bakın CHP’ye ne diyor:

"Hani bizi kadrolaşma diye suçluyorlar ya, bu ülkede ağır bir kadrolaşma varsa, olmuşsa bilesiniz ki bunun en kaşarlısını CHP yapmıştır."

Siyaset üslubuna yakışmayan bir sözcük "kaşarlı".

Erdoğan’ın kızdığı zaman sanıyorum ağzından çıkanı kulağı duymuyor.

Bir başbakan böyle bir üslup kullanmaz, kullanmamalı.

"Kaşarlı" çirkin bir sözcük. Siyasi nezakete de yakışmıyor.

* * *

Devam edelim Başbakan’ın konuşmasına.

Erdoğan Danıştay’ı güdümlü kararlar almakla suçladı.

Kadrolaşmalarına yasal engeller çıkardığı için Danıştay’a kızıyor.

Şöyle diyor:

"Pat hemen bir karar çıkıyor Danıştay’dan. Çıkan bu kararla ’Siz bu adımı atamazsınız’ diyor."

İyi de, siz iktidar olarak imam ağırlıklı bir kadrolaşmayı yeterliliğe, uzmanlığa tercih ederseniz Danıştay ne yapsın?

Bugüne kadar iktidar nereye doğru bir atama yaptı da Danıştay bunu iptal etti?

Başbakan suçlamak yerine, biraz özeleştiri yapsa atamalardaki yanlışlıkları rahatlıkla görür.

Başbakan konuşmasında Çankaya’yı da hedef aldı.

Hem de örnekler vererek doğrudan Sezer’i suçladı:

"Bir genel müdür atayacaksınız, evine birisi gidiyor. Onu kapıcısından soruyor. Bunun eşi nasıl giyinir, kimlerle görüşürler, kimler gelir gider? Allah aşkına böyle bir devlet yönetimi olur mu? Böyle bir devlet yönetimi anlayışı olur mu?"

Bu suçlamanın mantıksal bir yanı ne yazık ki yok.

Bir cumhurbaşkanı bunlarla uğraşır mı?

Sezer, devletin bütün istihbarat kurumlarından istediği bilgiyi anında alır.

Çankaya’nın bir kapıcıdan alacağı bilgilerle bir atama hakkında karar verdiğini iddia etmenin gerçekle bir ilgisi olamaz.

Bu sözler ciddiyetle bağdaşmaz.

Bu iktidar, laik düzeni İslamlaştırmak amacıyla Cumhuriyet tarihinin en pervasız kadrolaşmasını yapıyor.

Laik, demokratik cumhuriyet de kendisini koruyor.

NOT YORUM

Son yanıt

HINCAL Uluç’un bana verdiği yanıt, terbiye ve beyefendilik konusunda benim ne kadar haklı olduğumu bir kez daha gösterdi.

Hıncal Uluç, Basın Konseyi’ne hakaret edeceğine, gerekçeli kararı köşesinde yayınlasın.

Meşrep konusuna gelince... Babıáli benim de, kendisinin de meşrebini çok iyi bilir.
Yazının Devamını Oku

Rahatsız edecek bir mektup

3 Ocak 2007
LİSEDEN okul arkadaşım Nino Anavi’den ilginç bir mektup aldım. Mektup şöyle: Sevgili Tufan,

Seni aşağıda anlatacağım vaka ile hem rahatsız ettiğim için özür diliyor, hem de bundan herkesin rahatsız olması gerektiğini düşünerek hadiseyi seninle paylaşmak ihtiyacını duyuyorum.

Dün gece saat on buçuk sıralarında Ulus Domino’s Pizza’dan evime gitmek üzere ana caddeden sağa girdim ve karşımda son model bir Mercedes ters yoldan önümü kesti.

Kısa bir müddet karşı karşıya bekleştikten sonra Mercedes’i kullanan kişi inip bana doğru geldi ben de arabadan indim.

Adam edalı bir sesle, "Kardeşim, burası İstanbul sen hafif yandan geçersin ben de buradan caddeye çıkarım" dedi.

Arkada arabalar birikmişti. Şaşkın şaşkın adamı dinledim ve kendisinin geri gitmesini istedim.

"Ben gitmem... Terbiyesiz herif" deyip arabasına bindi ve beklemeye başladı.

Arkada biriken arabaların birinden inen biri yanıma yaklaştı ve hüviyetini göstererek şöyle dedi:

"Ben polisim, siz çok haklısınız ama bir zahmet yan tarafa sıkışın da arkadaş da geçsin."

* * *


Şoke olmuştum. Bir polis bunu nasıl isteyebilirdi?

"Kusura bakmayın ama eğer polisseniz gideceğiniz yer karşıdaki yaratıktır ben değilim" dedim.

Çekine çekine diğer arabaya ricaya gitti. Ricaya diyorum çünkü adamın halini arabadan takip ettim, boynunu büküp karşıdaki şoförle konuşmaya başladı.

Adam dinlemedi ki polis tekrar geldi ve aynı şekilde biraz sağa gitmemi istedi. Ben kabul etmeyince tekrar karşı tarafa gidip adamı rica minnet ikna etti ve Mercedes yandaki boşluğa girdi.

Ben hareket ettim, tam Mercedes’in önünden geçerken adam aniden üzerime geldi.

Refleksle arabayı yana kırdım ve park etmiş arabalara çarpmadan yoluma devam ettim.

Bu gibi kuralsızlıklara günün her saatinde rastlıyoruz ve çoğu zaman da hatalının haklı çıktığını biliyoruz. Bu, şarklılığın egosantrik maçoluğunun vazgeçilmez halidir onu da biliyoruz.

Ancak bir polisin "Size tamamen katılıyorum çok haklısınız ama şöyle kenara geçin de arkadaş caddeye çıksın" diyebilmesi son derece vahim bir durumdur.

Hadiseyi sana nakletme ihtiyacını hissetmemin nedeni bu yürekler acısı hal senin yolunla duyurulabilir diye düşündüm. Ne plaka numarası ne de isim aldım. O anki sinir ucu iltihabı durumumda bunu yapacak halim yoktu.

Üstelik suçlu da aramadım çünkü böyle bir olayın her an herkesin başına gelebileceğini, yeni normlarımızın bunlar olduğunu idrak ettim. Bütün şaşkınlığım bir polisin bu olayı kabullenip bana yana çekilmemi teklif etmesiydi.

Ayrıca yukarıda belirttiğim gibi böyle bir yaratığın bana "Terbiyesiz herif" diye hitap etmesi çok hoşuma da gitti. Ne derece terbiyeli olduğumu anladım. Sevgiler.

Nino Anavi

* * *


Ne yaparsak yapalım: üst, alt, tüp geçitler, tüneller, oto yollar, metrolar vs... vs...

Eğitim düzeyini yükseltip, uygar kafalı insanlar yetiştiremediğimiz sürece trafik dahil hiçbir sorunumuzu çözemeyiz.

Sevgili Yener güle güle

YILLARCA aynı savaşın içinde yoğrulduk seninle. Sevindiğimiz, üzüldüğümüz günler oldu ama mesleğimizi hep sevdik.

Ölüm, sinsice gelip seni aramızdan alıverdi. Görevini yapmış, başarılı bir insanın huzuru içinde rahat rahat uyu.

Seni hiç unutmayacağız.
Yazının Devamını Oku