Tufan Türenç

Kafamı kurcalayan soruyu sizlere de soruyorum

7 Mayıs 2007
WASHINGTON temsilcimiz Kasım Cindemir zaman zaman çok ilginç haberler geçer. Bu haberlerde konuştuğu kaynağın ismini yazmaz.

Çünkü Amerikalılar bu yöntemi çok kullanırlar.

Yönetimin görüşlerini haberi saptırmayacağına inandıkları deneyimli bir gazeteciye aktarırlar ama bu bilgileri veren yetkili kişi veya uzman adının yazılmasını istemez.

Kasım’ın haberinin en önemli bölümünü aynen aktarıyorum:

"Washington’daki bir Türkiye uzmanı, AKP’nin, Ankara ve İstanbul’da düzenlenen gösterilere benzer bir gösteri gerçekleştirmesi halinde ’rezil olacağını’ ve dünyaya sunmaya çalıştığı imajın ’yıkılacağını’ söyledi.

Adının açıklanmasını istemeyen bu uzman, AKP’nin belki benzer sayılarda kalabalıkları meydanlara toplayabileceğini, ancak bunu yapmak istemeyeceğini belirtti.

’Neden?’ sorusuna, bu uzman şu karşılığı verdi:

’Çünkü, AKP yıllardır muhafazakár-Müslüman-demokrat imajına oynuyor. Tüm dünyaya bu imajı pazarlıyor ve sunuyor. Bir gösteri düzenlese, gelecek olanlar ya türbanlı ya da sarıklı olacak. Binlerce türbanlıyı ve sarıklıyı bir meydanda düşünün ve bunun fotoğraflarının tüm dünyaya yayıldığını hesaba katın. Dünya ne düşünecek o zaman? Tahran’dan görüntüler gibi olacak. Ne oldu bu muhafazakár-Müslüman-demokrat AKP’ye diye soracaklar. AKP böyle bir gösteri yapmaz, yapmak istemez."

* * *

İşte Amerikalı Türkiye uzmanının AKP’nin bu mitinglerin karşılığını vermekten neden çekindiği yanıtını açıklayan değerlendirmesi.

Bir ikinci neden de AKP bütün maddi gücüne rağmen bu kadar büyük kalabalıklar toplayamayacağından da çekiniyor olabilir.

Çünkü ne kadar mitingleri önemsemiyor havası takınsalar da bu kalabalıkların gücünü ve verdiği mesajların anlamını çok iyi biliyorlar.

Sağda gerçekleşen, solda ise gerçekleşmek üzere olan birleşmelerin de itici gücü olmuştur bu mitingler.

Meydanlara inen milyonlar, büyük olasılıkla Türkiye’nin AKP iktidarından kurtulmasının da meşalesi olacaktır.

Bu mitinglerde sandığa gidileceği iradesi bütün görkemiyle görülmüştür.

Baykal’ın ne pahasına olursa olsun soldaki bütün güçleri CHP çatısı altına toplaması bir vatan görevidir.

CHP lideri, hakkında yaratılan olumsuz imajdan kurtulmak istiyorsa solu birleştiren lider olmalıdır.

* * *

Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde gösterdiği uzlaşmayı reddeden demokrasi dışı tutum AKP’nin büyük bir fiyasko yaşamasına neden oldu.

Şimdi bugüne kadar yapılan yanlışlara her gün yenileri ekleniyor.

Arka arkaya gelen başarısızlıklar AKP’nin kimyasının bozulduğunu gösteriyor.

Partinin ikinci adamı Gül’ün düşürüldüğü duruma bakın.

Bu olay Gül için siyasi yaşamında onarılamaz bir dramdır.

Şimdi seçime gidiyoruz. Halkımız iki eli kanda olsa sandığa gitmeli ve oyunu kullanmalıdır.

Yazıyı önemli bir soruyla bitirmek istiyorum.

Avrupa Birliği liderleri, Amerika, Barzani, Talabani, Schröder, bazı işadamları neden seçimlerde AKP’yi destekliyor?

Geçtiğimiz aylarda hemen her gün Türkiye’ye kafa tutan Barzani ve Talabani neden şimdi seslerini çıkarmıyorlar?

Yurdunu seven herkes bu soruların yanıtını aramalı ve sandığa öyle gitmelidir.
Yazının Devamını Oku

ENKA’nın 50. yılı ve büyük sanat olayı

5 Mayıs 2007
ENKA’nın yaratıcısı ve Türk müteahhitliğini yurtdışına açan Şarık Tara çocuk gibi sevgi ve titizlikle büyüttüğü şirketinin 50 yılını anlatırken çok duygulandı. ENKA’nın kazandığı başarılar Türkiye için de büyük övünç kaynağı oldu.

Birçok başarılı inşaat şirketi ENKA’yı izleyerek yurtdışına çıktı ve Türk müteahhitliğini zirveye taşıdı.

Şarık Tara 29 Nisan’daki 50. yıl kutlamasının büyük bir sanatsal etkinliğe sahne olacağını aylar önce söyledi.

Ben merakla bunun ne olduğunu sordum. Dayanamadı anlattı:

"Dünyanın en ünlü şeflerinden dostum Vladimir Spivakov’u ve onun kurduğu Moskova Virtüözleri Oda Orkestrası’nı çağırdım. Özel bir konser verecekler."

Spivakov, Tara’
nın isteğini hemen kabul etmiş ancak bir koşul ileri sürmüş, "Bu konsere Fazıl Say’ın solist olarak katılmasını istiyorum" demiş.

Tara hemen Say’ı aramış, Spivakov’un isteğini iletmiş ve şöyle demiş:

"Bunu Spivakov kadar, hatta daha da fazla ben istiyorum."

Büyük bir şans eseri Fazıl Say’ın takvimi o tarihte boş...

Konsere büyük bir mutlulukla katılacağını söylemiş.

İşte 29 Nisan gecesi insanları büyüleyen büyük bulaşmanın öyküsü böyle.

* * *

Bugün yaşadığımız ve AKP tarafından tam bir siyasal ve hukuksal kaosa sürüklenen sürecin yorucu etkisinden hiç değilse biraz olsun sizleri kurtarabilmek için 29 Nisan gecesini anlatmak istiyorum.

Şef Spivakov’un yönetimindeki Moskova Virtüözleri konsere Mozart’ın 29. Senfonisi ile başladı.

Ardından Fazıl Say sahne aldı ve orkestra ile yine Mozart’ın Piyano Konçertosu’nu çaldı.

Dünyadaki sayılı Mozart yorumcularından biri olan Fazıl Say’ın çaldığı konçerto bittiğinde Şef Spivakov Say’ı büyük bir sevgi ve hayranlıkla sarılıp uzun uzun kutladı.

Sonra sanatçımız tek başına Mozart’ın Türk Marşı’nı, Gershwin’in Summertime’nı, Aşık Veysel teması üzerine bestelediği Kara Toprak’ı çaldı.

Burada salondaki şanslı izleyicilerin de tanık olduğu çok ilginç bir olay yaşandı.

Fazıl Say çalarken sahnede kalan orkestranın sanatçımızı hayranlıkla izlemesi hepimizi gururlandırdı.

* * *

Konser, orkestranın doyumsuz yorumuyla çaldığı Shostakovich, Piazzola, Anderson, J. Strauss II ve Brahms’dan parçalarla son buldu.

Şef Spivakov ile Moskova Virtüözleri dakikalarca alkışlandı.

Gerçekten de böyle bir konseri izleyebilmek klasik müzik dinleyicisi için her zaman yakalanamayacak bir şanstır.

ENKA’nın 50. yılının böyle güzel ve anlamlı bir sanat etkinliğiyle kutlanması da başlı başına bir olaydır.

Türkiye garip bir ülke. Sosyal yaşamında derin uçurumları var.

Bu uçurumları ortadan kaldırmadan Türkiye’nin uygar dünyayla buluşmasının olanaksız olduğu gerçeğini kabul etmek zorundayız.

Bunun için önümüzdeki seçim şansını millet olarak çok iyi kullanmalıyız.

Amerika’dan şu haber belki akıllarımızı başımıza getirir:

"ABD’nin önemli gazetelerinden New York Post yazarı İran asıllı Amir Taheri, köşesinde AKP’yi ’AB rengi giyinmiş İslamcı yaratık, yani kuzu postu giymiş bir kurt gibi’ diye nitelendirdi. Yazıda, ’AKP’nin son 3 yılda nefret ettiği ve değiştirmek istediği Kemalist Cumhuriyeti yıkmak için sinsi sinsi bir darbeye yeltendiği’ ileri sürüldü."
Yazının Devamını Oku

Bu ülkenin çocuğu olmanın yükümlülüğü

4 Mayıs 2007
BAŞBAKAN Erdoğan önce çıktı, Anayasa Mahkemesi’nin kararı için "Demokrasiye sıkılan kurşun" dedi. Yoğun tepkiler üzerine tam bir "U dönüşü" yaparak bu sözleriyle Anayasa Mahkemesi’ni değil, Baykal’ı eleştirdiğini söyledi.

Bir lider, hele hele Türkiye’ye çağ atlattığını iddia eden bir lider böyle bir "U dönüşü" yapmamalı.

Ya böyle bir söz söylememeli, ya da söylediklerinin arkasında durmalı.

Zaten Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde uyguladığı stratejiyle başarılı bir liderlik örneği de veremedi.

Çünkü sürdürdüğü politika fiyaskoyla sonuçlandı.

Hem askerden, hem de halktan muhtıra yedi.

Laik, demokratik cumhuriyet duyarlılığı içinde olan milyonlarca insan sokaklara döküldü ve Erdoğan ile partisini protesto etti.

İnsanlar Erdoğan’ı cumhuriyete, cumhuriyetin kazanımlarına, ilkelerine karşı olmakla suçladı.

Böyle bir partinin adayının Çankaya’ya çıkmaması için kararlı olduğunu haykırdı.

Son günlerdeki gelişmeler ve alınan birbiriyle çelişkili kararlar, bu iki depremin AKP iktidarının kimyasını bozduğunu ortaya koyuyor.

* * *

Şimdi gelelim son AKP Grubu’nun yaptığı toplantıya...

Gruba getirilen bindirilmiş kıtalara "Türkiye seninle gurur duyuyor" diye slogan attırmak, AKP’nin yaşadığı travmayı atlatmasına yetecek mi?

Bu sloganlar, alkışlar 550 milletvekilli parlamentoda 352 milletvekili olan bir partinin liderinin başarısızlığını örtebilecek mi?

Bu fiyasko toplumdan gizlenebilecek mi?

Buna olumlu yanıt vermek olanaksız.

Gerçek ortadadır: Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimini götürememiştir.

Ayrıca her gün yeni hatalar yapmakta, birbiriyle çelişen kararlar almaktadır.

Sürekli kriz üreten ve bu krizlerin altında kalan bir politikacı durumuna düşmüştür.

Tek başarı kazandığı yer, ürettiği krizleri muhalefetin ve medyanın üzerine atmakta gösterdiği beceridir.

Taraftarlarına hiçbir mantık ölçüsüne sığmayan "Yüzde 60 oyla geliriz" moralleri pompalamaktadır.

Siyasi stratejisinin tamamını günlük ayak oyunlarına bağlamak, tutarlı bir politika sayılamaz.

* * *

Şimdi bu iktidardan kurtulmak isteyen, bu iktidarı laik, demokratik cumhuriyete tehdit olarak gören insanlara önemli bir görev düşüyor.

Herkes sandığa gitmelidir.

Bu bir vatandaşlık görevidir.

Bu görevi yapmamak, millet olarak önümüze çok ağır faturalar getirir.

Biliyorum, 22 Temmuz zor bir tarih.

Bu tarihin birtakım art niyetlerle bilinçli olarak seçildiğini de biliyorum.

Ama halkımız, bütün bu oyunları yenmek zorundadır.

Bugün, geçen seçimde sandığa gitmeyen 10 milyona yakın insanın duyarsızlığının faturasını ödüyoruz.

Eğer o insanlar oylarını kullanma sorumluluğu içinde olsalardı, bugün AKP iktidarıyla boğuşmak durumunda kalmayacaktık.

Halkımız, iki eli kanda olsa bile sandığa gidip oyunu cumhuriyete sahip çıkacak partilere vermelidir.

Bunu yapmak, bu ülkenin çocuğu olmanın yükümlülüğüdür.
Yazının Devamını Oku

İktidar gözleri kör eder

2 Mayıs 2007
İktidar olmanın olağanüstü gücünün verdiği ruh hali sanıyorum insanların gözlerini kör ediyor. İktidar sahipleri, gerçekleri işlerine geldiği gibi görme hastalığına kapılmaktan bir türlü kurtulamıyorlar.

Yakın tarihimiz irdelendiğinde, iktidarların hep bu anafora kapıldıkları görülür.

Tandoğan ve Çağlayan mitinglerini düşünürsek AKP iktidarının da aynı yanlışın içine sürüklendiğine tanık oluyoruz.

Bütün dünyanın şaşkınlıkla izlediği ve milyonlarca insanın katıldığı bu mitingilerden AKP’lilerin gerekli dersi çıkaramadıkları anlaşılıyor.

Bülent Arınç dalga geçer gibi "Çok görkemli bir miting olmuş. Verilen mesajları olumlu buluyorum" diyor.

Abdüllatif Şener de öyle: "Aynı duyarlılığa hepimiz sahibiz, bu ülkedeki tüm vatandaşlarımız cumhuriyetin temel ilkelerine bağlıdır."

Dengir Mir Mehmet Fırat mitingleri "Demokrasinin daha geliştiğini gösteren bir eylem" diye tanımlıyor.

Şu söylemler mitinglerin önemini, ciddiyetini AKP’lilerin anlamadığını ortaya koyuyor.

İşte siyasi literatüre göre ülkelerin başına felaketler açan "İktidar körlüğü" budur.

Bu körlük ülkeyi büyük bir huzursuzluğun içine sürükler.

Abdullah Gül cumhurbaşkanı olursa Çankaya’da rahat yüzü göremez.

Çünkü meydanlara fırlayan milyonlar sokaklardan çekilmez, kalabalıklar daha da büyüyerek protestoları yaygınlaştırır.
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar dün bu yazıyı yazarken açıklandı.

Mahkeme yürütmeyi durdurarak birinci oylamayı geçersiz saydı.

Birinci ve ikinci turda 367, üçüncü turda ise 276 toplantı yeter sayısı aranacak.

Süreç yeniden başlayacak.

Eğer 16 Mayıs’a kadar oylamalar tamamlanamazsa erken seçime gidilecek.

AKP başından beri söylenenleri yapsaydı, muhalefetle konuşarak bir uzlaşma sağlayabilseydi bütün bu gerginlikler yaşanmayacaktı.

Türkiye büyük olasılıkla erken seçime gidecek.

Bu arada olan Abdullah Gül’e oldu.

Sözde demokratların gerçek yüzü

AKP iktidarı, dünkü 1 Mayıs kutlamalarındaki tutumuyla demokratlıkla uzaktan yakından bir ilgisi olmadığını gösterdi.

Dün İstanbul’da hem işçilere hem de halka düpedüz eziyet çektirildi.

Bugüne kadar liberal demokrat diye AKP’ye övgüler düzenler, yaşananlardan sonra Hanya’yı Konya’yı anlamış olmalılar.

Hiçbir iktidar döneminde 1 Mayıs’ı kutlamaması için işçi kitlesine böyle bir baskı ve eziyet yapılmadı. İktidar işçilere bayram yaptırmamak için koca İstanbul’u açık cezaevine çevirdi.

Ulaşım araçlarının çalışması yasaklandı, televizyonların yayını engellenmeye kalkışıldı.

AKP kendi burjuvazisini yaratmanın peşinde.

Gözü başka bir şey görmüyor.

Tüm ülkeyi "Ali Dibo"lar sardı. Ülke bir çiftlik gibi yönetiliyor.

Böyle bir iktidarın işçi kitlesine hoşgörüyle yaklaşması zaten olanaksız.
Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin bu üçlü ile işi çok zor

30 Nisan 2007
BİR Meclis başkanı düşünün ki cumhurbaşkanı seçiminin yapıldığı toplantıda bile tarafsızlığını koruyamıyor. Partilerüstü konumunu unutup bir parti militanı gibi hareket ediyor.

Bülent Arınç’ın Meclis başkanlığı o gün, o toplantıda sona ermiştir.

Bu görevden, tarafsızlığını ve partilerüstü konumunu yitirdiği için hemen istifa etmesi gerekir.

Bülent Arınç Meclis başkanlığı tarihinde görülmemiş bir militanlık yaptı.

İnanılmaz bir açıkgözlülük yaptığını zannederek oylama sırasında içeri girip çıkan CHP’lileri tutanaklara geçirtti.

Sonra da içerdeki sayıyı 368 olarak ilan etti.

Bu komik bir şark kurnazlığıdır.

Madem toplantı yeter sayısı için 367 milletvekilinin bulunmasının gereksiz olduğunu savunuyorsunuz o zaman neden böyle bir şark kurnazlığına başvuruyorsunuz?

Meclis Başkanı’nın böyle bir kurnazlıktan medet umması gerçekten acıdır.

AKP iktidarının ne kadar çaresizlik içinde olduğunu da göstermesi bakımından çok ilginçtir.

Arınç’ın tutum ve davranışlarının, sarf ettiği sözlerin Türkiye’nin içine sürüklendiği gerginlikte büyük payı vardır.

Bu, AKP gibi bir iktidara layık olmayan Türkiye için gerçekten talihsizliktir.

* * *

Bilmiyorum, Arınç, Erdoğan ve Gül (isimleri protokol sırasına göre yazdım) Çağlayan’da toplanan yüz binlerin katıldığı Cumhuriyet mitingini izlediler mi?

Bu üçlü oradaki kalabalığı oluşturan insanları iyi görebildiler mi?

Onların ruh hallerini okuyabildiler mi?

Duygularını anlayabildiler mi?

Oradaki çoluk çocuk, yaşlı başlı, genç, başı örtülü, başı açık kadınlarımızın cumhuriyet için verdikleri mesajı aldılar mı?

O insanların bu üçlüye zerre kadar güvenmediklerini ve onların ülkenin başında olmasına isyan ettiklerini algılayabildiler mi?

Hiç sanmıyorum.

Zaten anlayabilselerdi ne bu kadar insan sokaklara dökülürdü, ne de asker o açıklamayı yapardı.

AKP ayılmak için daha neyi bekliyor?

Bütün bu duyarlılıklar laik demokratik cumhuriyet için, onun Türk toplumunu uygarlığa taşıyan kazanımlarını korumak içindir.

* * *

Abdullah Gül...

Arınç
ve Erdoğan tarafından nasıl yem olarak kullanıldığını anlayıp adaylıktan çekilmeli ve Türkiye bir an önce erken seçime gitmelidir.

Bunalımdan çıkışın tek yolu budur.

Yeni Meclis, hemen cumhurbaşkanını halka seçtirecek yasal düzenlemeleri yapmalıdır.

Bu yapılırsa Türkiye demokrasisini kurtarır.

Ama ben bu üçlünün bu sağduyuyu gösterebileceğine inanmıyorum.

Benim gibi milyonlarca insan da inanmadığı için sokaklara dökülüyor.

AKP bu kafada giderse bu kez Türkiye’de darbeyi Silahlı Kuvvetler değil, silahsız kuvvetler sandıkta yapacaktır.

Laik demokratik cumhuriyeti onlar kurtaracaktır.

Çünkü AKP’liler iyi bilsin ki halkın öfkesi burnunda.
Yazının Devamını Oku

Kuşatmadan kurtulma umudu sandıkta

28 Nisan 2007
TÜRKİYE ayakta... Birçok ilde art arda mitingler yapılıyor. Yüzbinlerce insan, devletin AKP tarafından kuşatılmasına karşı çıkıyor.

Her kesimden meydanlara koşan bu kadar insan neden endişe içinde?

Cumhurbaşkanlığına bir AKP’linin seçilme olasılığına karşı neden bu kadar rahatsızlık duyuyorlar.

Bu soruların yanıtı açık.

Türk halkı, cumhuriyetin, laik, demokratik rejimin tehlike altında olduğu inancı içinde. Bunun için de AKP zihniyetinin Çankaya’ya çıkmasını kabul edemiyor.

Abdullah Gül ne kadar gülse, ne kadar yumuşak üslup kullansa bile halk onun gerçek düşüncelerini ve inançlarını biliyor.

Laik, demokratik cumhuriyete pek dostça bakmadığını kestiriyor.

Bazı insanlar, Çankaya’ya Erdoğan yerine Gül’ün aday olmasını mutlulukla karşıladılar. Oysa Erdoğan ile Gül arasında dünya görüşü açısından hiçbir fark yok.

Çankaya’da ha Erdoğan olmuş, ha Gül...

Değişen hiçbir şey olmaz.

* * *

Yine bazı insanlar, Abdullah Gül Çankaya’da göreve başladıktan sonra zaman içinde halkın tepkisinin azalıp yok olacağı inancında.

Oysa bu tepki bitmeyecek, giderek daha da artacak.

Gül, Çankaya’da göreve başladıktan sonra bu iktidarın yapacağı ilk icraatın "üniversitelere el koymak" olacağı kesin.

Ahmet Necdet Sezer’in geri çevirdiği kritik atamaların tümü Çankaya’dan onay alacak.

AKP’nin çıkarmak istediği ancak Çankaya’dan dönen bütün yasalar yeniden Meclis’ten geçirilecek ve Gül’ün önüne konacak.

O da bunları güzelce onaylayacak.

Dün yapılan ilk turda 367 oy sağlanamadı.

Şimdi sıra Anayasa Mahkemesi’nde. Anayasa Mahkemesi başvuruyu reddederse turlara devam edilecek ve Gül, Çankaya’ya çıkacak.

Böylece Çankaya ile birlikte rejimin son fren makamı da AKP’nin elinde tıkır tıkır işler hale gelecek.

Türkiye üzerine İslam şalının geçirilmesinin önünde artık bir engel kalmadı.

Türkiye’nin tek kurtuluşu, önümüzdeki aylarda yapılacak olan seçimde.

Halk bu oyunu ancak ve ancak sandıkta bozabilir.

Başka çıkar yol da yok.

Türk futbolu için endişeliyim

FENERBAHÇE-Beşiktaş maçını yöneten hakem Selçuk Dereli kötü değildi, kötü niyetliydi.

Verdiği kararlarla Fenerbahçe’nin kupadan elenmesini sağladı.

Bir hakem nasıl böyle bir tutum içine girebilir, aklım hafsalam bir türlü almıyor.

Maç bittikten, hakkında yazılanlardan ve söylenenlerden sonra insanların yüzüne nasıl bakabilecek?

Ben bunu düşünemiyorum.

Bir de şunu söylemeliyim: Önceki günkü maça kadar Haluk Ulusoy’un, Fenerbahçe’yi şampiyon yapmamak için çeşitli tertipler içinde olduğunu söyleyenlere inanmıyordum.

Ama önceki günkü maç, bu inancımı değiştirdi.

Türk futbolu adına endişe duyuyorum.
Yazının Devamını Oku

Gül'ün tarafsız kalabilmesi zor

27 Nisan 2007
ABDULLAH Gül tansiyonu düşürmek için tutulması zor olan bazı sözler veriyor. Örneğin şöyle diyor:

"Cumhuriyete, Anayasa'da yazılı laik, demokratik, sosyal hukuk devleti ilkelerine özde bağlıyım."

İyi güzel de Sayın Gül'ün eşinin tesettürü laiklik ilkesiyle nasıl bağdaşacak?

Çankaya'da türban "bireysel tercih" diye geçiştirilebilir mi?

Hadi bütün gelenek, görenek ve kamusal alan kuralları çiğnendi diyelim.

Verilen görüntü nasıl kurtarılacak?

Yani ne yapılırsa yapılsın, Türkiye Cumhuriyeti'nin First Lady'sinin tesettürü yalnız Türkiye'de değil, tüm dünyada hep gündemde olacak.

Burada bir konuyu vurgulamakta yarar var.

AKP'lilerden gelen, küfürle başlayan, küfürle biten mesajlarda Atatürk'ün eşi Latife Hanım'ın da başının örtülü olduğu vurgulanıyor.

AKP'liler bu tip savlar ileri sürürken bir sorup soruştursunlar.

Latife Hanım'ın başı örtülü fotoğrafları devrim yasaları çıkmadan önceki durumu yansıtır.

Devrimlerden sonra zaten son derece modern bir kadın olan Latife Hanım hiçbir zaman başını örtmemiştir.

Bir de küfür edenlere şunu da anımsatmak istiyorum:

Tesettürün karşılığı çıplaklık değildir, çağdaş giyimdir.

* * *

Dönelim yine Gül'e...

Abdullah Bey, tarafsız, partilerüstü olacağı, "noter"lik yapmayacağı sözü de veriyor.

AKP Ahmet Necdet Sezer döneminde Çankaya'dan dönen yasaları yeniden Meclis'ten geçirip Köşk'e gönderince bu sözüne sadık kalabilecek mi?

Örneğin üniversiteler yasasını...

Ya da Sezer'in geri çevirdiği atama kararnamelerini...

Onaylayacak mı, yoksa cumhuriyet ilkeleri ile çelişiyor diye veto mu edecek?

Bunu yaparsa Başbakan Erdoğan'la ilişkileri bozulmayacak mı?

AKP iktidarının ve seçmenlerinin tepkisini çekmeyecek mi?

Bunu göze alabilir mi?

Onun için Gül'ün AKP'nin gönderdiği yasa ve kararnameleri veto etmesini beklemek aşırı iyimserlik olmaz mı?

O zaman cumhuriyet ilkelerine bağlılık, demokratik meşruiyeti gözetme yükümlülüğünü çiğnemiş olmayacak mı?

Gül böyle bir tutum içinde olunca tarafsızlığını nasıl koruyacak?

* * *

Göründüğü kadarıyla bu koşullar altında Gül'ün tarafsız ve partilerüstü bir tutum sergilemesi uzak bir olasılık.

Onun için Çankaya'da istediği kadar yumuşak görüntü çizmeye çalışsa da gerginliklere engel olamayacak.

Öte yandan, Meclis Başkanı Arınç'ın, partilerüstü konumunu unutup Abdullah Bey için kulis yapması, önümüzdeki günlerde AKP iktidarının çizeceği siyaset strajisinin ipuçlarını veriyor.

Bu tutumuyla Arınç, tarafsızlığını yitirmiştir.

Meclis başkanlığını da tartışılır bir hale getirmiştir.

Yasama AKP'li, yürütme AKP'li, Çankaya AKP'li...

Böyle bir Türkiye'nin demokrasiyi nasıl yürüteceğini de herkes düşünmeli.

Gül "Cumhuriyete sözde değil, özde bağlıyım" diyor.

Ama bilmelidir ki "Sözde değil, özde bağlılık"ın gereği yapılmazsa bu da sözde bağlılık olur.

İşte yüzde 65'in endişesi de budur.
Yazının Devamını Oku

Türkiye ile davalı bir cumhurbaşkanı

25 Nisan 2007
EŞİNİN türbanı nedeniyle Türkiye'yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne dava eden bir Dışişleri Bakanımız vardı. Şimdi o Dışişleri Bakanımız Allah'ın izniyle çok yakında Cumhurbaşkanlığı koltuğuna da oturacak.

Eşleri hanımefendi ise Türkiye'nin türbanlı ilk first lady'si olacak.

Aslında Abdullah Gül adı büyük bir şaşkınlık yaratmadı.

Ama Erdoğan adaylığını koymadı diye sevinenlerimiz oldu.  

Oysa Erdoğan ile Abdullah Gül arasında en ufak bir fark yok.

İkisinin de dünya görüşü, zihniyeti kopyalanmış gibi birbirinin aynı.

Çankaya'daki Gül'ün yaratacağı gerginlik Erdoğan'ınkinden az olmayacak.

Onun için ha Erdoğan, ha Gül...

Şimdi akıllara Erdoğan neden aday olamadı sorusu geliyor.

Ben gösterilen tepkilerin etkisi olduğunu sanmıyorum.

367 sorunu yüzünden Anayasa Mahkemesi'nin kararı, bu karar nedeniyle Türkiye'nin seçime gitme olasılığı Tayyip Bey'i Çankaya'ya çıkmaktan vazgeçirmiş olabilir.

Belki de Başbakan'ın hesabı şudur:

Seçimden zaferle çıkarsa anayasayı değiştirip cumhurbaşkanlığı süresini 5 yıla indirip iki kez seçilme koşulunu getirmek ve Gül'ün görev süresinin bitiminden sonra kendisi seçilmek...

* * *

Biraz da aylardan beri yaşadığımız demokrasi açısından gurur duyacağımız(!) sürece biraz değinelim.

Bir ülke düşünün ki, günlerce, aylarca bütün yazgısı bir insanın iki dudağına bağlı kaldı.

Erdoğan milletle dalga geçer gibi sürekli kafaları karıştırdı.

Halkı, kurumları, devlet ciddiyetini hiçe saydı.

Sonra da Abdullah Gül adını "Türkiye seninle gurur duyuyor" sloganları arasında açıkladı.

Abdullah Gül Çankaya'da nasıl bir cumhurbaşkanlığı yapacak?

Laik demokratik rejimin güvencesi olacak mı?

Yürütmenin çıkardığı yasaları, aldığı kararları titizlikle inceleyip elekten geçirecek mi?

Rejimin en önemli kurumları için çok kritik atamaları laik, demokratik cumhuriyet değerlerine bağlılık sorumluluğu ile yapacak mı?.

Devletin uyum içinde çalışmasını, hukuk devletinin işlemesini sağlayacak mı?

Buna çocuklar bile inanmaz.

* * *

Bu süreç demokratik bir süreç değil, düpedüz bir dayatmaydı.

Ama işleri bu noktaya getiren Başbakan, 4.5 yıldır demokratlığı da kimselere bırakmadı.

Bir sürü insan ise onu demokrat sanıyor.

Demokrat olan bir başbakan halkı, siyasi partileri ve tüm kurumları bu kadar yok sayabilir mi?

Kendisini meydanlarda uyaran yüz binlerce insanın gösterdiği tepkiyi "Dışardan gazel okuma" diye yorumlayabilir mi?

Sonuçta Çankaya'ya Tayyip Bey'den zerre kadar farklı biri çıkmıyor.

Onun için hiçbir şey değişmeyecek.

Böylece devletin son denetim yeri de AKP'nin eline geçecek.

Meclis, başkanıyla birlikte AKP'li, başbakan AKP'li, cumhurbaşkanı AKP'li.

Bu durumda Türkiye'nin üzerine geçirilmek istenen "İslam şalı" için artık bir engel kalmayacak.

Türkiye Cumhuriyeti'nin işi zor...
Yazının Devamını Oku