Tufan Türenç

Bir Aydınlanma devrimcisi

21 Mayıs 2007
TÜRKİYE’de 61 yıl önce de temmuz ayında seçim yapmıştı. 21 Temmuz 1946 seçimleri cumhuriyet döneminin çok partili ilk genel seçimiydi. 2007’de yeniden temmuz ayında seçime gideceğiz. 

1946 seçimlerine yeni kurulan Demokrat Parti de katılmıştı.

İlginçtir, Demokrat Parti (DP) bu seçimde de var.

DYP-ANAP birleşerek Demokrat Parti adı altında seçime giriyor.

61 yıl önceki seçim kampanyası ile ilgili bazı izlenimleri Alev Coşkun’un "Hasan Ali Yücel-Aydınlanma Devrimcisi" kitabından okuyalım:

"... Kıran kırana bir mücadele vardı. Seçimlerden iki ay önce İzmir’de CHP’nin ve DP’nin seçim çalışmalarını izleyen İzmir Milletvekili ve Milli Eğitim Bakanı Yücel izlenimlerini şöyle aktarıyor:

’DP’nin yaptığı propagandaları görüp dinledikçe endişe ediyordum. Çünkü söylenenler demokratik bir parti propagandası değildi. Yer yer gericilik tahrik ediliyor, kışkırtılıyordu. Atatürk’ü ve eserlerini yıkmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı.’

Yücel Ankara’ya dönünce, durumu Cumhurbaşkanı İnönü’ye anlattı. Yapılan konuşmaları Cumhurbaşkanı’nın dikkatine sundu ve ’Bu demokrasi filan değil, düpedüz gericilik’ dedi."

* * *

Cumhurbaşkanı İnönü, Yücel’in anlattıklarını dinledi ama etkilenmedi çünkü çok partili demokratik siyasal rejime geçilmesine kesin kararlıydı.

Hasan Ali o gün seçim sonunda bakanlığı sürdürmesinin olanaksız olduğunu anlamıştı.

Gerçi milletvekili seçilmişti ama gericilik giderek artıyordu.

Aslında Demokrat Parti şeriatı savunan veya din temeline dayalı bir düzen kurmayı hedeflemiyordu ama bu çevrelerden oy almayı düşündüğü için din faktörünü bol bol kullanıyordu.

DP’nin siyaset hayatına girmesi CHP içindeki gerici unsurları da harekete geçirdi ve eğitimde Atatürk devrimlerini sürdürmeyi amaçlayan Hasan Ali’ye saldırılar giderek arttı.

Sonunda CHP ve DP içindeki gerici milletvekilleri işbirliği yaparak Hasan Ali’yi yediler.

* * *

Peki, cumhuriyet tarihinin bu efsane Milli Eğitim Bakanı’nın suçu neydi?

Eğitimi köylere yaymak için köyde görev yapacak öğretmenlerin yetiştirilmesini amaçlayan Köy Enstitüleri’ni kurmak...

(1940’ta kurulan ve 1946’da kapatılan Köy Enstitüleri’nde 16.400’ü kadın ve erkek öğretmen, eğitmen, sağlık memuru olmak üzere toplam 22.456 eleman yetiştirildi.)

Ankara Fen Fakültesi’ni, İstanbul Teknik Üniversitesi’ni, Ankara Tıp Fakültesi’ni kurmak.

Eski eserler, müzeler, mesleki teknik eğitim, spor eğitimi ders kitaplarını düzene sokmak.

Ankara’da Devlet Konservatuvarı’nı kurmak.

Tercüme bürosunu hayata geçirmek.

Dünya klasiklerini ve Tercüme Dergisi’ni yayımlamak, ansiklopedi çalışmalarını başlatmak, Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nin kurmak, Türk Yayın Kongresi ve Birinci Eğitim Şûrası’nı toplamak.

Hasan Ali Yücel, Atatürk’ün başlattığı Aydınlanma devrimlerini her alanda yaygınlaştırmak için çalıştı.

Bu nedenle de gerici çevreler tarafından komünistlikle suçlandı.

Türkiye aradan 61 yıl geçmiş olmasına karşın bugün hálá gerici çevrelerle boğuşmak zorunda kalıyor.

Bugünün Hasan Ali Yücel’leri de benzer saldırılara uğruyor.
Yazının Devamını Oku

Laiklik ve demokratlık

19 Mayıs 2007
TAYYİP Bey yıllar önce "Devlet laiktir, kişiler laik olmaz" demişti. Şimdi de aynı şeyleri söylüyor:

"Türkiye cumhuriyeti devleti laiktir, ama ben değilim."

Kendisine şu soruyu sormak gerek:

"Sayın Başbakan siz laik değilsiniz. Peki laik devleti nasıl yönetiyorsunuz? Sizin düşüncelerinizle, devletin ilkeleri çelişmiyor mu?"

Bence Başbakan’ın anladığı laikliğin, evrensel laiklik anlayışıyla ilgisi yok.

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in tanımlaması kafaları netleştirebilir:

"Laiklik, tüm özgürlüklerin, bu bağlamda din ve vicdan özgürlüğünün de güvencesidir. Laiklik, dinin devlet işlerine, politikaya ve toplumsal yaşama kesinlikle karıştırılamayacağı, devletin sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal temel düzeninin kısmen de olsa din kurallarına dayandırılamayacağı düzenin adıdır."

Sorun, Tayyip Bey ve arkadaşlarının bu tanımlamadaki ilke ve kuralları yerine getirip getirmediğidir.

Bana göre getirmek bir yana tam ters bir anlayış sergiliyorlar.

* *Ê *

Başbakan’ın sık sık övündüğü demokratlığına gelince...

Ertuğrul Özkök’e anlattıklarında bunun ipuçlarını yakalıyoruz.

Meğer Başbakan kafasındaki cumhurbaşkanı adayını kimseye söylememiş.

Abdullah Bey bile son gece "Bu işi sen yükleneceksin" deyince öğrenmiş.

Demek ki Başbakan, 7 yıl ülkenin yazgısını elinde tutacak cumhurbaşkanı adayını tek başına belirliyor.

Hatta cumhurbaşkanı seçtireceği kişiye bile son gece haber veriyor.

Bir de eşi hanımefendiye açıklama yapacağı günün sabahı "Kimseye söyleme" diye ismi fısıldıyor.İşte Başbakan’ın demokratlığı böyle kendine özgü bir demokratlık.

* *Ê *

Yaşadığımız bu süreç beni 20 yıl öncesine götürdü.

1989’da Turgut Özal cumhurbaşkanlığı seçimi için aday olduktan sonra sıra partisinin başına geçireceği kişiyi belirlemeye gelmişti.

Nabızlar yokladı, anketler yaptı ve sonunda 8 Türk büyüğünü belirledi.

Ama başbakanın kim olacağına karar veremedi.

Çünkü Özal hem cumhurbaşkanı olmak, hem de yönetebileceği bir kişiyi başbakanlık koltuğuna oturtmak istiyordu.

Sonunda Meclis Başkanı Yıldırım Akbulut’ta karar kıldı.

Meclis’e yemin etmeye geldiğinde frakını giyerken Akbulut’a müjdeyi verdi:

"Bu iş senin üzerine kalıyor, haberin olsun."

Özal da, Tayyip Bey gibi adayına bir gün önce haber verdi.

Çünkü Özal da Erdoğan gibi kusursuz bir demokrattı!

* *Ê *

Başbakan AKP grubunda da ilginç bir şey söyledi:

"Türkiye’de sosyal demokrat bir lider yok."

Oysa haksızlık ediyor, çünkü kendisi hem sosyal, hem de demokrat bir lider.

4.5 yıllık iktidarı döneminde dar gelirlilere yaptıklarından sosyal adalete ne kadar önem verdiğine tanık olduk.

Demokratlığını da, basına, iş çevrelerine, bürokrasiye davranışından, insan haklarına, hukuka bağlılığından çok iyi biliyoruz!

Özellikle de kendisini eleştiren gazetecilere duyduğu öfkeden...

Hakkını arayan vatandaşlara "Ananı da al git" demesinden...

Şehit babalarını "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir" diye terslemesinden...
Yazının Devamını Oku

Karşı koyulamaz halk gücü bu işte

18 Mayıs 2007
CUMHURİYET mitinglerinin, yani laik, demokratik cumhuriyetin sahibi olan halkın gücünün ne olduğunu hep birlikte gördük. Merkez sağ birleşti, tek bir parti olarak seçime gidiyor.

Merkez sol işbirliği kararı aldı. Seçime CHP çatısı altında girecek.

Ben mitingleri, sivil hareketin siyasi yaşamımıza ağırlığını koyması bakımından bir milat olarak görüyordum.

Bu halk hareketinin, Türkiye’yi güzel günlere taşıyacağına, umutsuzlukları dağıtacağına bütün kalbimle inanıyordum.

Ve herkesin, özellikle de siyasi partilerin bu mitingleri doğru okuması gerektiğini söylüyordum.

Şimdi düşündüklerimin beklediğimden daha etkili şekilde gerçekleşmesi, beni ülkemiz adına son derece mutlu ediyor.

* * *

Ben Mehmet Ağar ile Erkan Mumcu’yu kutladığım gibi bugün de Deniz Baykal ile Zeki Sezer’i kutluyorum.

Çok önemli bir işi başardılar.

Milyonlarca insanın umutla beklediği bir olayı gerçekleştirdiler.

Her iki partideki insanlar, bu olağanüstü kararı alan liderlerine destek olmalılar.

Onların işlerini kolaylaştırmak için her türlü özveriye katlanmalılar.

Unutmayalım, ülkemiz tarihi günlerden geçiyor.

Kimsenin kuşkusu olmasın, bunun sonu aydınlıktır.

* * *

Taban, yani halk, yani laik, demokratik cumhuriyet, Atatürk ilke ve devrimleri konusunda endişe içinde olan milyonlar, artık görevini yerine getirmiş insanların huzuru içinde olsunlar.

Onların kararlılığı olmasaydı merkez sağ ve merkez soldaki birliktelikler gerçekleşemezdi.

Ancak...

Şimdi halkımızın daha büyük bir görevi var.

22 Temmuz’da SANDIĞA GİTMEK...

Herkes ama herkes sandığa gidip, vicdanının sesini dinleyerek oyunu kullanmalıdır.

İki eli kanda olanlar bile bu görevi yerine getirmelidir.

Bu ülkenin insanı olma yükümlülüğünün gereği budur.

22 Temmuz’da bir aksilik olmaması için vatandaşlarımızın kayıtlı oldukları yerlerde oylarını kullanmaları çok önemlidir.

Unutmayalım ki bu seçim Türkiye için yaşamsaldır.

Hepimiz sadece kendimiz için değil, çocuklarımızın, torunlarımızın geleceği, mutluluğu için bu görevi yerine getirmeliyiz.

Şuna inanın ki, Türkiye’yi mitinglerdeki o heyecan, o ruh kurtaracaktır.

Bir öneri

BİR şeyi anlayamadım. Bizim çok saygın aydınlarımızdan bir grup neden bağımsız aday çıkarmaya kalkıyorlar.

Yaptıklarının solun oylarını bölmekten başka bir işe yaramayacağını bilmiyorlar mı?

Bu girişimin AKP’nin ekmeğine yağ süreceğini görmüyorlar mı?

Kulağı tersten göstermeye hiç gerek yok ki.

Oylarını gidip paşa paşa AKP’ye versinler, olsun bitsin.
Yazının Devamını Oku

DSP’nin omuzlarındaki tarihi sorumluluk

16 Mayıs 2007
BARAJ altında kalacağı kesin olan bir parti niye işi bu kadar yokuşa sürer? Hele ülkenin içinde bulunduğu durum iki merkez sol partisinin birleşmesini yaşamsal hale getiriyorsa...

DSP’liler şunu iyi bilsin.

Olay, DSP’nin CHP’ye puansal katkısından çok, seçmen üzerinde yapacağı moral bakımından önemlidir.

CHP ve Baykal üzerine düşenden fazlasını yapmıştır.

Ama DSP, parti içindeki muhalefeti bir türlü aşamamaktadır.

Genel Başkan Sezer ve parti yönetimi kuşkusuz iyi niyetli, ancak partiye hákim olmadıkları anlaşılıyor.

Sezer’in madem lider olarak böyle bir gücü yoktu o zaman niye "Her türlü işbirliğine varız" diye ortaya çıktı?

Neden insanlara umut verdi?

Bunu anlamak zor.

DSP’de işbirliğine karşı çıkanlar seçimde baraj altında kalacaklarını bilmiyorlar mı?

Kuşkusuz biliyorlar. O zaman ne yapmak istiyorlar?

"Rejim tehlikede" diye sokaklara dökülen milyonlarca insanın sesini duymayacak kadar kulaklarını nasıl tıkayabiliyorlar?

* * *

Siyaset ayakları yere basmayan insanlar tarafından yapılırsa daima hüsranla sonuçlanır.

Bir parti kaç oy alırsa alsın eğer ülke barajını geçemiyorsa siyasi temsil bakımından "sıfır"dır.

CHP böyle sıfır noktasındaki partiyi şemsiyesi altına alıp Meclis’e taşımaya talip oluyor.

Yani temsilen sıfır noktasındaki DSP’yi artıya taşımak istiyor.

DSP ise koltuk pazarlığına giriyor.

"CHP’nin sırtında barajı aşarım, grup kuracak kadar milletvekili kaparım sonra Meclis’te politika yaparım" tutumu sorumlulukla bağdaşmaz. Daha önce de söyledim: "Gün, böyle ufak hesaplar içinde olma, koltuk pazarlıkları yapma günü değil."

Eğer DSP halkın umutla beklediği bu işbirliğini engellerse ülke çıkarları açısından tarihi bir sorumluluk altına girer.

Fenerbahçeli olmak...

PAZAR günü Fenerbahçe sevgisinin inanılmazlığını bir kez daha gözlerimle gördüm.

Mitingin yorgunluğu maça gitmemi engellemedi.

İzmir Atatürk Stadı küçük bir grup Trabzonlunun iki yanındaki tribünlerin zorunlu olarak boş bırakılması dışında tamamen doluydu.

50 binden fazla Fenerbahçeli’nin yüzde 90’ı formalıydı.

Tüm tribünler sarı laciverde bezenmişti. Dünyada takımına bu kadar bağlı bir taraftar kitlesi olduğunu sanmıyorum.

Fenerbahçe sevgisi başka bir duygudur:

O tanımlanamaz.

Onu anlatmaya sözcükler yetmez.

Kuşkusuz 100. yılda kazanılan bu şampiyonluğun anlamı çok daha büyük...

Şimdi yapılması gereken, Fenerbahçe yönetiminin hemen kolları sıvayıp Avrupa’da başarı kazanacak önlemleri almasıdır.

Ölçülemeyecek kadar büyük özverilere daima seve seve katlanan Fenerbahçelilerin tek beklediği olay budur.

Fenerbahçe artık dünyada da hak ettiği başarıları kazanmalı, Türkiye’yi gururlandırmalıdır.
Yazının Devamını Oku

Beşik sallayan kadın AKP’yi de sallar

14 Mayıs 2007
KADINLAR bu iktidara yapacaklarını yaptı...AKP’yi İzmir’de de fena sarstılar. Tayyip Bey ve bakanları dün Kurtuluş Savaşı’nda Yunan ordusunun denize döküldüğü yerdeki tabloyu görselerdi, Erzurum’daki mitingin ne kadar cılız kaldığını anlarlardı.

Mitingdeki şu slogan çok anlamlıydı:

"Beşik sallayan kadın, AKP’yi de sallar"

Mitingin yapıldığı birinci kordona girebilmek için Üçüncü Kordon’da Gündoğdu Meydanı’nın hizasında arabadan indim...

Ve mecera başladı.

CNN Türk yayına almak için bekliyordu.

Kürsünün 20 metre önüne kameralar için kurulan platforma ulaşmam gerekiyordu.

Ama oraya gitmek olanaksızdı.

İzin isteye isteye ilerlemeye başladım.

Birinci Kordon’a ulaştığımda ilerleyemez oldum.

İmdadıma okurlar yetişti. Tanıyanlar yol açmasaydı CNN Türk’ün kamerasına ulaşmam olanaksız olacaktı.

* * *

Şimdi biraz o muazzam kalabalığı anlatmam gerekiyor.

Kentin dörtbir yanından gelen insanlar gruplar halinde, ellerindeki bayrakları sallayarak coşku ile Gündoğdu Meydanı’na bir sel gibi akıyor.

Kimse kimseyi incitmemek için büyük bir özen gösteriyor.

İtişme kakışma yok.

Her yaştan kadın, erkek, çoluk çocuk tertemiz duygularla omuz omuza miting alanına akıyor.

Bırakın bir sarkıntılığı, erkekler kadınların rahat hareket etmesi için ellerinden geleni yapıyorlar.

Bir sürü kadın 3-4 yaşlarında çocuklarıyla gelmişler. Herkes onlara yardımcı oluyor.

Polisin bile 750-800 bin diye verdiği kalabalıkta (Aslında rahat bir milyon civarındaydı) en ufak bir çarpma çırpma olayı yaşanmadı.

Çünkü bu bir halk mitingiydi. Halkın duygularını, isteklerini haykırdığı bir mitingdi.

Bu, kadınların başını çektiği AKP’den kurtulma mitingiydi.

Bu, laik demokratik cumhuriyete sahip çıkma mitingiydi.

Bunu okuyan okur, okuyamayan faturasını öder.

* * *

Burada DSP’ye halkın yaptığı çok önemli bir uyarıyı bir kez daha anımsatmak istiyorum.

DSP yöneticileri ve örgütü halkın "BİR-LE-ŞİN... Ne pahasına olursa olsun BİR-LE-ŞİN..." diye haykırışını duymak zorundalar.

Bu işin şakası yok.

Gün koltuk pazarlığı yapılacak gün değil.

Seçim işbirliği yapmak için daha neyi tartışıyorlar bunu anlamaya imkán yok.

Eğer bu birliktelik gerçekleşmezse DSP halka bunun hesabını veremez.

* * *

İzmir dün "Kurtuluşu" Mustafa Kemal Paşa’nın Yunanlıları denize döktüğü Kordon’da ikinci kez yaşadı.

Bu öyle bir olay ki, TV’lerden halkın coşkusunu, isteklerini ve laik demokratik cumhuriyet için yüreğinde duyduğu endişeleri yok etme kararlığını anlamanın olanağı yok.

Herkes şunu iyi bilsin ki, bu halk sandığı başıboş bırakmaz.

22 Temmuz bambaşka bir seçim olacak.
Yazının Devamını Oku

Küçücük adadan dünyaya meydan okuyan adam

12 Mayıs 2007
TARİH: 18 Temmuz 1974..."Asaf İnan seni bekliyor" dedikleri zaman yüreği patlayacakmış gibi çarpmaya başlamıştı. Koşarak büyükelçinin odasına girdi. Asaf İnan gülüyordu.

"Gel bakalım Denktaş Bey, beklediğin gün geldi."

Heyecanla "Geliyorlar mı?" diye sordu.

Büyükelçi yanıt vermedi, eline küçük bir káğıt uzattı:

"Evet geliyorlar... Geliyorlar..."

20 Temmuz sabahı saat 5’te Türk Ordusu, Kıbrıs’a çıkarma yapacaktı.

Kurtulacaklardı artık...

Kulakları uğuldamaya, başı dönmeye başladı.

Asaf İnan’a sarıldı. İkisi de ağlıyordu...

............

Hemen ofisine gitmek için elçilikten ayrıldı. "Yapılması gereken çok iş var. Vakit az" diye düşündü.

Sıkı durması gerekiyordu. Herkes onun gözlerinin içine bakıyor, ondan güç almak istiyordu.

Kendi kendine "Sakın gevşeme... Sakın gevşeme" diye konuştu.

Bir an aklına askerliğini yapan oğlu Raif geldi.

"Ya ölürse..."

Kendine kızdı: "Her şehit bir Raif değil mi senin için? Her şehidin acısını duydukça çökmemen gerekir. ’Vatan sağolsun’ demen gerekir. Görevini yürütmen gerekir..."

...........

20 Temmuz sabahını zor etti.

Saat 4.45’te Başkanlık konutunda kalan Avusturyalı irtibat subayını uyandırıp "Askeri harekát başlıyor" dedi. Avusturyalı, BM merkezine haber vermek için telefona sarıldı.

"Hatları kestik..." dedi. Avusturyalı subay bunu protesto edince, "Sen askersin, böyle bir haberi vaktinden önce düşmana duyuramazsın" diye onu susturdu.

Saat 5...

Yıllardır beklediği an geldi.

Saat 5.05...

Uçakların seslerini duyamıyordu. Heyecanı dayanılacak gibi değildi. Dakikalar geçmek bilmiyordu.

Saat 5.25...

Birdenbire derinden derine bomba sesleri gelmeye başladı. Türk jetleri, Rum askeri hedeflerini bombalamaya başlamıştı.

Arkasından Gönyeli Ovası’na yağan paraşütçüler görülmüştü.

Tanrım, rüyası artık gerçek oluyordu.

Kıbrıs için yıllardan beri dünya ile kavga eden adam ağlıyordu...

...........

Aradan yıllar, yıllar geçti. Onun savaşı hiç bitmemişti. Yine Kıbrıs için, yine halkı için savaşıyordu.

Ama Avrupa Birliği, Amerika ve AKP ondan kurtulmak istiyorlardı.

Sonunda uğruna ömrünü verdiği Kıbrıs halkı, ona karşı kışkırtıldı.

İnsafsızca "çözümü engelleyen kişi" ilan edildi...

Dünyanın yenemediği bu efsanevi adamı kırdılar, arkadan hançerlediler...

Kenara çekildi... Ama bitmeyen kavgasını bu kez konferanslarla sürdürüyor.

...........

Okuduğunuz bölümleri gazeteci arkadaşımız Nur Batur’un "Rauf Denktaş- Yeniden Yaşasaydım" kitabından özetlemeye çalıştım.

Bu çarpıcı kitap şu satırlarla son buluyor:

"Ne mutlu Türküm, derken gözleri dolu dolu olan;

Ve milyonların ismini bile duymadığı küçücük bir adadan dünyaya meydan okuyan,

Hayatını Kıbrıs’a adamış bir dava adamı..."
Yazının Devamını Oku

Ecevit komadan 2 gün önce Karayalçın’a ne dedi?

11 Mayıs 2007
GEÇEN yıl mayıs ayında Haber Türk’te Gülgün Feyman’ın programında "Solda birlik" tartışılıyordu. Stüdyo konuğu Murat Karayalçın’dı. Ben de telefonla bağlandım.

Karayalçın solda birlik için görüşlerini açıklıyordu.

Birkaç gün önce Ecevit bir demeç vermiş, "CHP-DSP-SHP’nin güç birliği yapması" gerektiğini söylemişti.

Karayalçın da Ecevit’in bu söylemini çok olumlu bulduğunu, bunun gerçekleşebileceğini anlatıyordu.

Ben kendisine zaman yitirmeden Ecevit’le görüşüp bu konuda harekete geçmek gerektiğini söyledim.

Karayalçın en kısa zamanda Ecevit’le görüşeceğini söyledi.

16 Mayıs 2006’da bu buluşma gerçekleşti.

Ecevit içine merkez sağı da alan bir güç birliği düşündüğünü anlattı.

Karayalçın "Bunun yanlış olacağını çünkü bu partilerin tabanlarının AKP’ye kayacağını" söyledi.

Ecevit önümüzdeki günlerde bu konuda harekete geçeceğini, önce DSP-SHP birlikteliğini gerçekleştirmeye, sonra da CHP ile bunu sağlamaya çaba harcayacağını belirtti.

"Türkiye’nin içine sürüklendiği karanlıktan kurtulması için bu çabayı göstermeye kararlıyım" dedi.

* * *

Ertesi gün 17 Mayıs 2006’da Danıştay baskını oldu.

18 Mayıs’ta Ecevit katıldığı cenaze töreninden sonra fenalaşarak koma halinde hastaneye kaldırıldı.

Yapılan bütün müdahalelere rağmen Ecevit’i kurtarmak mümkün olamadı.

Komaya girmeden iki gün önce Karayalçın’a söylediklerini gerçekleştiremedi.

1 Mayıs 2007 tarihinde Karayalçın, Baykal’a Ali Dinçer’in vefatı nedeniyle başsağlığına gitti.

Görüşmede solda birlik konusu açıldı. Baykal CHP çatısı altında birleşmeden yana olduğunu söyledi.

Karayalçın ise DSP-SHP-10 Aralık hareketi ve güç yoğunluğunu sağlayacak kişi ve kümelerin CHP çatısı altında güç birliğine gitmesini önerdi.

Tandoğan ve Çağlayan mitinglerinde halkın sol partilere "birleşin çağrısı" Baykal’ı harekete geçirdi ve onun çağrısıyla CHP-DSP görüşmeleri başladı.

* * *

Eğer DSP karar alabilirse iki parti arasında seçim işbirliği yapılacak.

Bu, ülkede büyük bir heyecan yaratır.

SHP-10 Aralık Hareketi ile diğer sol güçleri de CHP çatısı altına çeker.

O zaman da güç birliğini gerçekleştirmiş bir sol hiç kuşkusuz halkın karşısına güçlü bir iktidar alternatifi olarak çıkar.

Dün Karayalçın’la bu konuları konuşurken örnek olur diye İtalya’daki sol birliğin lideri Başbakan Prodi ile 15 Kasım 2006’da yaptığı görüşmeyi de anlattı.

SHP Genel Başkanı bugün İtalya’daki sol koalisyona 17 partinin katıldığını, bu büyük koalisyonun olağanüstü gerçekçi, pratik, ayağı yere basan bir program hazırladığını ve bunu yürüttüğünü söyledi.

Görüşmenin sonunda Prodi Karayalçın’a bir kalem hediye etti ve şöyle dedi:

"Eğer Türkiye’de bir güç birliği kurarsanız protokolü bu kalemle imzalayın."

İtalya’da solun bütün renkleri bir araya gelip ülkeyi yönetebiliyorsa neden bunun çok daha az sayılısı CHP çatısı altında Türkiye’de de olmasın?

Koltuk pazarlığı yapılmaması gereken olağanüstü bir dönemden geçiyoruz.

Bu birlikteliği gerçekleştirmek hiç kuşku yok ki çok büyük, hatta kutsal bir görevdir.
Yazının Devamını Oku

Hesaplaşma bir gün AKP içinde olacak

9 Mayıs 2007
ABDULLAH Gül oy vermediler diye muhalefete sitem ediyor.<br><br>Bunun haklı bir tarafı yok. Çünkü Abdullah Bey’in Çankaya yoluna muhalefete güvenerek çıkmaması gerekirdi.

Dünyanın hiçbir parlamentosunda, seçilmesine karşı çıktıkları bir adaya muhalefet partilerinin oy verdiği görülmemiştir.

Biliyorum, Gül’ün seçilememesi nedeniyle iç dünyasında kopan fırtınalara katlanmak kolay değil.

Ama bunun için sitem etmesi gereken kişi Tayyip Erdoğan olmalı.

Neyse, bütün bu olaylar geride kaldı.

Sanırım bunun hesaplaşması ilerde AKP içinde yapılacaktır.

Abdullah Bey büyük bir coşkuyla çıktığı yolun sonunda adaylıktan hüzünlü bir basın toplantısıyla çekilmek zorunda kaldı.

Ama "Çekiliyorum" demesine rağmen gereğini yerine getirmedi.

Ben bu yazıyı yazarken Gül istifa dilekçesini henüz Meclis Başkanlığı’na vermemişti.

Bunun nedenini ve mantığını anlamak da gerçekten zor.

* * *

AKP, cumhurbaşkanlığı seçimindeki başarısızlığı kimseye fatura etmesin.

Bu işin sorumlusu Tayyip Erdoğan’dır.

353 milletvekili olmasına karşın bu parlamentodan bir cumhurbaşkanı çıkaramadı.

Bu küçümsenecek bir başarısızlık örneği değildir.

Eğer Tayyip Bey uzlaşma arasaydı, şimdi bir AKP’li Çankaya’ya çıkmış olabilirdi.

Ancak Başbakan’ın başarısızlıkları bununla da sınırlı değil.

Anımsarsanız, "Seçim zamanında olacaktır. Erken seçim vatana ihanettir" dedi. Ama ülkeyi seçime gitmek zorunda bıraktı.

"Cumhurbaşkanını bu Meclis seçecek, cumhurbaşkanı da AKP’li olacak" dedi.

Olmadı.

Şimdi de halka seçtirmek için hukuku zorluyor.

Gül’ü seçimden önce cumhurbaşkanı ilan etti ama sonuç dramatik bir şekilde sona erdi.

* * *

Şu yaşadığımız sürecin en yararlı yanı halkın yarattığı laik demokratik cumhuriyete sahip çıkma hareketidir.

Bunun sonucunda sağ birleşti.

Solda seçim işbirliği gerçekleşmek üzere.

CHP yapacağını fazlasıyla yaptı, şimdi top DSP’de. Halk bu partinin sağduyuyla bir karar almasını bekliyor.

DSP halkın umudunu boşa çıkarırsa bunun faturasını öder.

Çünkü meydanlara çıkan milyonlarca insan merkez sağ ile merkez sol partilerin birleşmesini istiyor.

Kadınların başı çektiği halk yığınları Tayyip Bey’in Türkiyesi’ni değil, Atatürk’ün Türkiyesi’ni istiyor.

İstenen ve özlenen Türkiye, kadınını örten, onu toplum yaşamından dışlayan Türkiye değil.

Özlenen Türkiye; çağdaş, uygar, üreten, teknoloji ve marka yaratan, bilgiye, kültüre, sanata yönelen, insan haklarına, hukuka saygılı, laik demokratik Türkiye...

Türkiye’ye ılımlı İslam gömleğini giydirmek isteyen Amerikan yönetimi ve onların içerdeki maşaları eninde sonunda bunu anlayacaklar.

Ruhunu pis emel sahiplerine satanlar bir gün yaptıklarının utancı içinde ezilecekler.
Yazının Devamını Oku