THINK TANK’Çİ Beni duymuşsunuzdur. Arada başımı çıkarıp gazetelerde kendimi gösteririm. Şu Washington dedikleri, siyasetin laf olsun diye değil, dünyayı yönetmek için yapıldığı yer var ya... Oranın beyni işte benim. En iyi okullarda okudum. Nerede okuduysam oralardan da en iyi derecelerle mezun oldum. Şimdi burada yapmayı en çok sevdiğim şey için, oturup düşünmek için para alıyorum. Benden çok var kentte. Hepimizin de yakın olduğu bir yer... Uluslararası bir bağlantı... Bir güç odağı... Ama sipariş kabul ediyor musun derseniz. Asla!.. Benimkisi olsa olsa eğilim. Pazar yeri gibi düşünün. Kendine Washington’da yaslanacak bir minder arayan herkes, benden meşrebine göre bir tane bulur. Bazen imza atarım yazdığıma. Bazen kulağa fısıldarım. Bazen aracılık yaparım. Laf taşırım. Bazen de gider kendim kulis yaparım. Herkes birinci sayfa okur bu kentte. Ben iki gün sonra büyüyüp manşet olacak, etekteki haberim.
POLİTİKACI Çok uğraştım. Kampanyaya para bul. Kasabaları dolaş. Para bul. Reklam yap. Para bul. Televizyona çık. Herkesin dinlenmeye hakkı yok mudur!.. Seçildim bitti zannetmeyim zaten. Milletvekiliyim ben. Sanki bizim seçimleri huzur bulmayayım diye iki yılda bir yapıyorlar. Senatörler 6 yıl rahat halbuki, böyle bir haksızlık olabilir mi!.. E o zaman ben de ne yapıyorum!.. Bir yıl çalışıyorum, bir yıl dinleniyorum. Bu arada size bir sır... Benim için her şeyin başı paradır. Hayır hayır, yanlış anlamayın. Rüşvet değil. Bağıştan bahsediyorum. Dedim ya, iki yılda bir seçime giriyorum diye. O kampanyalar suyla mı dönüyor zannediyorsunuz. O yüzden senin işin ne derseniz, benim işim aslında bağış toplamak. Kim bağış yapıyorsa, kim oy veriyorsa da, onun vekilliğini yapmak. Onun dışında ne başkan tanırım ne parti...
LOBİCİ Bazen kendimden iğreniyorum. Ne yapıyorum diyorum kendi kendime. Bu taşralı, bu cahil, bu sonradan görme adamlara niye laf anlatmaya çalışıyorum. Hayatımı verdim ben bu ülkeye. En parlak dönemimde, milyonlarca dolar kazanabilecekken üç otuz paraya bir masanın arkasında ömrümü çürüttüm. Artık biraz rahat etmeyi haketmiyor muyum!.. Bize etmedikleri hakaret kalmaz. Evet, çok kazanıyoruz. Evet, müşterimiz kimse onun için kulis yaparız. Evet, bizim işimiz politikadan para kazanmak. Ama size bütün samimiyetimle bir şey söyleyeyim mi? Yıllarca kendimizi vakfettik biz devlete, şimdi bu paraları kazanmayı fazlasıyla hakediyoruz. Ama en önemlisi, o taşralı, o cahil, benim gidip kampanyasına para akıttığım politikacı var ya... Ben olmasam o Kongre salonunda neyin oylandığını bile bilmez. Dua edin, vatansever insanlarız. Bu ülkeyi biz yönetiyoruz ama ne yapıyorsak vicdanımızı da ekliyoruz. Bütün samimiyetimle söylüyorum...
BÜROKRAT İki yol var önümde. Ya kendi halimde, etliye sütlüye bulaşmadan işimi yapacağım. Ne uzayacağım ne kısalacağım. Ya da iki partiden birine yakınlaşacağım. İşimi kaybetme ihtimalim var o zaman. Ama hiç değilse, benimkiler gelince en tepede olurum. Düşünce de lobicilik, think tank, yapacak bir şeyler bulurum. Washington rotasyonuna girerim. Dalga mı geçiyorsunuz... Politikanın en çok para ettiği yer burası. Aç kalacak halim yok ya!.. Onun dışında, benim işim susmak. O yüzden konuşurken bile sesim kısıktır. Bürokrat volümü... Başkaları konuşur, işi ben bitiririm. Başkaları karar aldığını zanneder, ben doktrin yaratırım. Kimseye bir şey söylemeyin. Amerika’yı yönettiklerini düşünmeye devam etsinler.
GAZETECİ Kalabalığın ortasında, herkes beni izlerken çırılçıplak dövüşüyorum sanki. Bu kadar göz önünde bulunurken, etrafta sürekli kusur aramak nasıl riskli bir iştir hiç düşündünüz mü!.. Hatalar yapıyorum ben de tabii. Think tank’çiler gibi pozisyon almaya kalkıyorum bazen... Ya da tam tersi bazen duyarsızlığı tarafsızlık zannediyorum. Ama hırstan geçmişini bile değiştiren bu kadar insanın arasında gerçeği aramak kolay mı zannediyorsunuz? Ayrıca söyler misiniz, benim dışımda bu kentte çalışanlardan hangi kesim bu kadar rekabet yaşıyor. Sizi temin ederim çok yetenekliyim. Ama sorun şu ki, yeteneğimi her gün kanıtlamak zorundayım. Bir vahşi at sürüsünün ortasında rodeo yapmak gibi... Önce bineceğim atı bulmak, sonra da atın üzerinde kalmak zorundayım. Çünkü düşersem, ezilir giderim...
Başkentler politik hayvanlara emanet edilmek zorunda mı
Hafta içi German Marshall Fund’un Türkiye uzmanı Ian Lesser ile İran meselesini konuşuyorduk. Washington’un en “derin” think tank’çilerinden biridir. Bir ara iki ülke arasındaki ilişkilerin ne kadar politikaya endekslendiğinden şikâyet etti Lesser. Kültürel konuların ne kadar geri planda kaldığından yakındı. Ben de bunun üzerine iki ülkenin karşılıklı atadığı büyükelçilerin profili değişmediği müddetçe bunun devam edeceğini savundum. Namık Tan yine nispeten... Gazetecilerin Namık Abi’si... Kentteki sosyal çevrelere yakın. Geçen hafta New York’taki Türk Günü’nde 8 yıldır Türk kökenlilere mesafeli duran Belediye Başkanı Michael Bloomberg ile kahvaltı masasına oturmuş biri... Ama ya Amerika’nın elçileri... Şimdiki elçi James Jeffrey Bağdat’a gidiyor. Onun yerine atamayı düşündükleri isim Afganistan Büyükelçiliği Müsteşarı Francis Ricciardone. Kimdir diye biraz araştırdım, Necip Hablemitoğlu zamanında hakkında yazmadığını bırakmamış. Ne CIA ajanlığı kalmış ne pervasız ilişkileri... Hepsi doğrudur diye savunmuyorum ama iki ülkenin büyükelçi profilleri sürekli böyle mi olmak zorunda? Amerika’nın Paris, Londra, Berlin büyükelçilerine bakın ne dediğimi anlayacaksınız. Hepsi de daha önce özel sektörde çalışmış, bankacı, medya yöneticisi profesyoneller. Sosyal ilişkileri hep daha önde. Peki her yerde yeni yükselen müttefik diye övdükleri Türkiye’ye neden bu profilde bir büyükelçi atamıyorlar? İşleri politik hayvanların (political animal) eline bırakıyorlar!.. Washington’da Kuveyt Büyükelçisi Salem Al-Sabah var. Kentin tozunu attırıyor. Bütün toplantıların yıldızı. Laura Bush kitap yazdığında tanıtımını onun verdiği bir davetle yapıyor. Ya da Vanity Fair dergisi kentte bir parti vermek istediği zaman Fransız Büyükelçisi’ne gidiyor. 80’lerde Kanada’nın büyükelçiliğini yapan Allan Gotlieb ve eşi Sondra Gotlieb gibi... Sosyal ilişkileri sayesinde Washington’daki politik dengeleri nasıl etkiledikleri şimdi bile örnek vaka olarak anlatılır. Bizde de bir gün Washington’daki elçilik koltuğuna Coca Cola’dan sonra Muhtar Kent otursa... Türkiye’nin elçilik rezidansı kentin en güzel binalarından biri. O bina Türkiye’den gelen Türkleri ağırlamaktan başka işlerde de kullanılsa... Olmaz mı!..