Paylaş
Üçünün de ajandası farklıydı.
Üçünde de farklı profiller vardı.
Ama üçünün kentte yaptıkları görüşmeleri bir araya getirdiğinizde, çıkan tablo yabancıların Washington’dan ne beklediğini üç aşağı beş yukarı özetliyordu:
1) Irak Kürdistanı’ndan Başbakan Yardımcısı Kubat Talabani geldi. Ekonomik yardım istedi. Para.
2) CHP heyeti geldi. CHP’nin dış politika çizgisini anlattı. Siyasi destek.
3) TÜSİAD heyeti geldi. Türkiye’nin içerideki tüm insan hakları ve demokrasi sorunlarına rağmen üyesi olmaya devam ettiği transatlantik topluluğunun ortak değerlerine vurgu yaptı. Demokrasi.
Peki ne sonuç çıktı bu görüşmelerden?
*
HERKES bağımsızlıktan bahsediyor ama Irak’ta Kürdistan projesi aslında şu anda can çekişiyor. Bölgenin nüfusu normalde 5.5 milyon.
Ama Suriye iç savaşı başladığından beri buna 1.8 milyon insan daha eklendi.
Sonuç: Eklenen nüfus için gerekli gıda ve barınma desteği dışında ilave altyapı ihtiyacı doğdu.
Zira elektrik kesintileri oluyor artık.
Sistem nüfusu taşımıyor.
Daha vahimi, Kürdistan Yönetimi, yeni gelenler için uluslararası kurumlardan da destek alamıyor.
Çünkü gelenlerin 1.5 milyonu, IŞİD 2014’te Musul’u aldıktan sonra içeriden göç edenler.
Mülteci sayılmıyorlar.
IDP (ülke içinde yer değiştiren kişi) deniliyor bu insanlara.
Bu yüzden de başta Birleşmiş Milletler, yardım kuruluşları kuralları gereği bu kişiler için fon sağlayamıyor.
Dahası var.
Bunun üstüne Kürdistan’ın şu anda tek gelir kaynağı olan Türkiye üzerinden sattığı petrolün fiyatındaki düşüşü ekleyin.
700 bin varil günlük kapasitesi olan boru hattının Bağdat Yönetimi’nin Kerkük’te vanayı kapatmasıyla kapasitesinin çok altında çalışmasını...
Elektriğin bedava olduğu bölgede yönetimin hiçbir vergi toplama mekanizması yaratamadığını...
Nüfusun neredeyse 3’te 2’sinin Hazine’den maaşlı olduğunu...
“Kürdistan’ın çökmesi gibi bir ihtimal varsa şu anda yaşanandan nasıl daha farklı olur bilmiyorum” dedi, konuştuğum üst düzey bir Kürdistan yetkilisi.
İşte Talabani de bu yüzden geldi Washington’a. “Musul’u IŞİD’den almak istiyorsunuz ama Peşmerge’nin içeride üç ay birikmiş maaşı var” demek için.
Ve sene başında 400 milyon dolar alan aylık bütçe açığını tasarruf tedbirleriyle 100 milyon dolara düşürdüklerini haber verip Kürdistan iflas etmesin diye Amerikalılardan açığı kapatmalarını talep etmek için.
Konuştular.
Ve Peşmerge’nin aylık 300 milyon dolar tutan maaşının bir kısmının, IŞİD’le mücadele kapsamında Amerikan Savunma Bakanlığı operasyon bütçesinden sağlanabileceği formülünü ele aldılar.
Eli boş göndermediler Talabani’yi.
*
SEÇİMLERDEN sonra CHP’nin yeni kadrolarıyla dış politika turu gibi düşünün.
Hafta içi CHP Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Yılmaz ve milletvekili Utku Çakırözer geldi Washingon’a.
Ve Yılmaz, Amerikalılara partisinin uluslararası konulara nasıl baktığını anlattı.
Aslında bana kalırsa başlı başına bir hikâye bu.
AKP’nin Suriye krizinden beri Türkiye’yi riske sokan dış politikasının en önemli sembollerinden biri IŞİD’in Musul’u işgal ettikten sonra Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu’nu basıp içeridekileri rehin alması olayıdır.
Ve 3.5 ay IŞİD’in elinde rehin olan Yılmaz da, dönemin Musul Başkonsolosu olarak olayın baş aktörüdür.
Yılmaz’ın şimdiye kadar bu olayla ilgili konuşmamasını benim aklım almıyor.
Zira yaşananlarda Yılmaz’ın sorumluluğu varsa CHP’de ne arıyor?
Eğer sorumluluğu yoksa niye gerçekleri açıklamıyor?
Şeffaflık bunu gerektirir.
Sordum.
Yazılmamak kaydıyla bazı şeyler söyledi ama tatmin edici değil.
Nitekim kentteki toplantılarında da aynı soruya maruz kaldı Yılmaz.
İçeriğe gelince, Erdoğan’ın son Washington gezisinde olduğu gibi Yılmaz da PYD konusundaki hassasiyetleri iletti.
IŞİD tehdidi, Türkiye’nin radikallerden kaynaklanan riskleri ne kadar ele alındı bilmiyorum.
Ama Washington’dakiler için yeni insanlarla tanışmak her zaman heyecan vericidir.
*
VE en son, 70’lerin Türkiyesi gibi para arayan Kürdistan ve 2000’lerin başındaki AKP gibi kenti turlayan CHP’nin dışında, TÜSİAD buradaydı.
Bir profesyonel var kurumun başında.
El konulabilecek bir fabrikası, vergi “denetimine” sokulabilecek büyük bir işletmesi olmayan bir kadın yönetici.
Cansen Başaran-Symes. Geldi.
Demokratik değerlere vurgu yaptı. “Biz, bu (demokratik hedeflerdeki) uzun süreli ortaklık çizgisinin her türlü sapma ve raydan çıkmaya direnme konusunda yeterince güçlü olduğunu umuyoruz” dedi. Mevcut koşullarda, elinden geldiğince net mesajını verdi. Ve hukukun üstünlüğü, sekülarizm vurgusu yaparak döndü.
İlk iki heyetin yansımalarını aldım. Ama üçüncüye dair daha bir şey duymadım.
Tabii konu demokrasi olunca...
Paylaş