Steve Jobs üzerine bir fantazmagorya

Kanser yüzünden geçen hafta Apple’ı terk ettikten sonra Türkiye’ye geçse... Ülkenin CEO’su olsa... Ne yapardı? Kurumsal hayatın katili bir dâhinin tasviri gibi düşünün... Okurken de birbirine eklemlenmiş kopuk sahneler hayal edin

BLOW-UP’TAKİ FOTOĞRAFÇI Antonioni’nin başyapıtı Blow-Up’taki (1966) fotoğrafçı. Film vizyona girdiğinde 12 yaşındaydı. Suriyeli babası ve Amerikalı doktora öğrencisi annesinden ayrı... San Francisco’da evlatlık verildiği ailenin yanında kalıyordu. Ve de eminim filmi izleyip etkilenmişti. Fotoğrafçıya her yönden bu kadar benzemesi başka türlü açıklanamaz!.. O yüzden Türkiye’ye geldiğinde de önce her yeri dolaşır... Elinde belki bir makine... Malzeme ne bakardı.

TANIM GEREĞİ EGOMANYAK Hâkim olmadığı tıbbi terimleri karşısındakinde hakaret etmek için çarpıtarak kullananlar değil söyleyenler. Psikolojideki tanımı gereği bir egomanyak Steve Jobs. Kendine takık. Büyüklük hissine kapılmış... Takdir edilme eksikliği yaşayan bir vaka. Ancak aynı zamanda hangi işe başlarsa başlasın... Hep en iyilerle çalışan bir beyin avcısı. Ekip kurardı. Ve her yere en iyi adamları yerleştirirdi.

ACIMASIZCA ÇALIŞTIRIYOR Grubunu ufak tutma gibi bir huyu var. 100 kişi diye bir sınır koyuyor mesela. Sınıra geldiğinde yeni birini almak istiyorsa da eskilerden birini çıkartıyor. Aynısını yapar. Sonra da onlara acı çektirirdi. Mac’i yaratırken, insanları üç yıl boyunca haftada 90 saat çalıştırmış. 7’ye bölseniz bile günde 13 saat eder. Peki zorluk çeker miydi? Kesinlikle hayır!.. Miskin Avrupalılara bakınca Türkler de Amerikalılar kadar çok çalışıyor çünkü.

NEW BALANCE KRİTERİ Hayır. Takım elbise de yine giymezdi. Siyah boğazlı kazak... 501 jean... New Balance pabuçlar dururdu. Kıyafet yönetmeliğini kaldırırdı bir defa. Rahatlatırdı...

SAN REMO-FLORYA New York’ta San Remo binasında bir dairesi var. Central Park’ın eski para düşkünü Doğu tarafında değil Batı yakasında. Türkiye’ye geldiğinde de İstanbul’da kalırdı. Ve o soğuk Huber Köşkü’nde değil... Florya’da yatardı. Şimdikiler artık denize girmiyor. Florya’dan denize girerdi!..

KURUMSAL YAPIYI ÇÖKERTTİ Amerikan şirketlerinin kurumsal yapısı çok katıdır. Procter&Gamble’da çalışıyorsunuz mesela. Nasıl deterjan satacağınız, kalem kalem bellidir. Deterjan satmak için yeni fikirler bulacak birini değil... Deterjanı hazırlanan kitaba uygun satacak birini ararlar. İşte bunu çökertti Jobs. Kurumsal Amerika’nın kurallarını yıktı. Sürekli risk aldı. Ve sinir bozucu biçimde hep haklı çıktı. Türkiye’ye gelince de aynısını yapar. Önce ‘mevzuat’ı zayıflatırdı.

TEK KİŞİLİK FOKUS GRUP Apple, iPad’i çıkardığında bir gazeteci soruyor: “Bu ürün için ne tür pazar araştırmaları yaptınız” diyor. O da bütün yöneticilik hayatını özetleyen cevabı veriyor: “Ne araştırması!.. Ne istediğini bilmek tüketicinin işi değildir!” Fokus grup kullanmaz. Bütün ürünlere, tasarımlara altıncı hisleriyle kendi karar verir. Ve bunu tat duygusuyla açıklar. Ülkeyi yönetirken de o yüzden popülist olmazdı. İstemeyi akıl edemeyeceği öncü fikirler sunardı halka... Ve beğenmeleri için çalışırdı.

ESTETİK HEP ÖNDE Ürün tasarlamak ve politika üretmek estetik açısından farklıdır tabii. Ama ürettiği her şeyde tasarımın önde olması gibi... Politikalarında da mutlaka bir şıklık olurdu. Karar verme yeteneği ve yaratıcılığın mükemmel uyumu. Teknolojiyi popüler kültüre uyduran cambaz. Güdük kalması mümkün mü!..

DİSKİN GİDECEĞİ YERE Bunu da kendisi söylemiş bir kere: “Ben hokeyde diskin durduğu yere değil, gideceği yere kayarım.” 30 küsur yıldır, Apple’dan Pixar’a... Girdiği her kumarı kazanmış birinden bahsediyoruz. Hem cesur olur... Hem aklınıza gelmeyen fikirler bulur. Hem de günlük değil, 10 yıllık politika üretirdi. Apple’dan ayrıldı mesela. Ama şirketin üç yıl boyunca piyasaya süreceği bütün ürünler belli.
İster miydiniz?..

Sosyal sorumluluğun yükü

Steve Jobs’dan sonra... Silikon Vadisi’nde çalışmak Usain Bolt olmadan 100 metre koşmak gibi olacak. Ancak hikâye vadinin de o kadar ötesinde ki... Sadece kullandığınız Apple ürünleri değil... Müzik sektörü için bir ekosistem yaratan... İletişimin akışını değiştiren... 20. yüzyılda yaşamış, basitleştirme şampiyonu bir ‘da Vinci’ bahsettiğimiz kişi. Öyle ki... Biraz daha kalsa belki hayatınızı tamamen bir aplikasyona çevirecekti.
Tek bir mesele var: Sokağı bu kadar iyi koklayan... Trend yaratan adamın yakalandığı kanserin kamufle ettiği tek bir defosu. Yaşadığı toplumdan neden bu kadar kopuk olduğu...
Apple’ı bütün sosyal sorumululuk işlerinden sıyırdı Steve Jobs. 1997’de döndüğünde “Paramız yok” diye bütün projeleri kaldırdı. Apple şimdi para içinde yüzüyor olsa da bir daha başlatmadı. Kişisel servetinden de hiçbir yardım kuruluşuna zırnık koklatmadı. En azından alenen...
Şirkette terör estiren acımasız yönetici mi bunu yapan... Yoksa bir imaj stratejisi mi işte bunu merak ediyorlar...
Ancak ikincisiyse eğer... Ağzından dirhemle laf çıkan... Şirketinde çalışanları da ketum olmaya zorlayan Jobs bir gün açıklarsa... Apple’ı sosyal sorumluluğun üst sınıf ürün pazarlayan şirketler için bir yük olabileceğini gösteren vakalar arasına koyabilirsiniz.
Kusursuz... Steril... Pürüzsüz bir elma algısı var ortada. Ve üstünde hiçbir negatif etki yok.

Hedef Davutoğlu

Kafa karışıklığını en net WikiLeaks belgelerinde görüyorsunuz. Bir telgrafta ‘son derece tehlikeli’ diyorlar mesela. ‘İslamcı fantezilerde kaybolduğunu’ düşünüyorlar. Başka bir telgrafa bakıyorsunuz... Bu sefer Erdoğan’dan daha mantıklı olduğunu yazıyorlar. İsrail’e menfi bakışta Erdoğan’dan farklı değilmiş... Ama retoriği daha kontrollü... Kendisi daha az duygusalmış. Ahmet Davutoğlu hakkında Washington’da bitmek bilmeyen ikircikli durumun bir özeti işte bu. Kissinger mı desinler, neo-Osmanlı mı... Karar veremeyişlerinin resmi.
Hafta içi Davutoğlu’nu daha önce her fırsatta savunmuş Amerikalı eski bir diplomatla konuşuyoruz. Dönmüş. Bu sefer demediğini bırakmıyordu:
Çok konuşuyor ve hep kendini övüyor. Çok kötü bir kombinasyon.
Libya, Suriye, Sudan her yerde başarısız. Türkiye’ye Kaddafi’den ödül bile aldırdı.
Tek yaptığı, kötü adamlarla kurduğu iyi ilişkileri pazarlamak.
Bu hataları Obama Yönetimi’nden biri yapsa herkes ayağa kalkardı.
Ama Türkiye’de herkes korkmuş, kimse Davutoğlu’nu eleştiremiyor.
“Daha birkaç ay önce böyle değildi” dedim. “Diplomasi böyledir” dedi. Sonra “Sen ne diyorsun” diye sordu. Ben de “Dış politikayı daha çok Başbakan’ın belirlediğini düşünüyorum. Başbakan ülkeye para kazandırmak istiyor. Davutoğlu da ona göre ilişki geliştiriyor. Sonra gerekirse zikzak çiziyor. Türkiye biraz da bu sayede zenginleşti. O coğrafyalardan para akıyor” dedim. Güldü. “Doğru, onda haklısın” dedi.
Ancak bahsettiğim halen süren o muallak duruma rağmen. Konuştuğum diplomatın bile dönüşü aslında şunun işareti: Çok zor bir döneme giriyor Davutoğlu. Aynaya bakınca gördüğünü söylediği o sevimli adamın hedef haline geleceği çok sert bir dönem.
Diyor ya hani... İsrail’de 3 şart var!.. Suriye’de 4 aşamalı plan var!.. Libya 5... Öbür taraf 6... Onun sevdiği şekilde maddelersek. Davutoğlu’nun da Türk Dışişleri’nde 2 dönemi olacak:
1) 2002-2011 arası iyi ilişki çalıştı.
2) 2011 sonrası kötü ilişki yönetimini becerebiliyor mu onu gösterecek.
Yazarın Tüm Yazıları