Geçen hafta Ertuğrul Özkök, "Ayşe Arman gazeteciliği" başlığıyla bir yazı yazdı. Gazetecilikte yeni bir alan açan ama uzun süre bazılarının küçümsemeye çalıştığı Ayşe Arman’ın önemini anlatan bir yazı.
New York’ta buna benzer bir tartışma, bir aydır Cosmopolitan Dergisi’nin efsanevi genel yayın yönetmeni Helen Gurley Brown’ın (HGB) etrafında dönüyor. Entelektüellerin başından beri dışladığı, feministlerin "seks maymunu" diye dalga geçtiği kadın, geçen ay hakkında çıkan bir kitap sayesinde şimdi 60’larda başlayan 2. Feminist Dalga’nın en etkili kişisi ilan ediliyor. 87 yaşında, hayatı boyunca yaşadığı itiş kakıştan sonra gurur verici bir iade-i itibar yaşıyor. Bugün Brown’ın hikayesini anlatacağım. Aslında biraz da alternatif bir Anneler Günü yazısı bu. Çünkü aynı zamanda anneliği reddetmiş bir kadının öyküsünden bahsedeceğim.
Kadınlar, 19. yüzyılda evlenmeden yaşayabiliyordu. Ama 1929’daki ekonomik krizin yarattığı sosyal çalkantıdan en çok onlar yara aldı. Amerikalılar, artık o yıllarda 30’una kadar evlen(e)memiş bir kadının, gidip kendini Büyük Kanyon’dan aşağı atması gerektiğine inanıyordu.
Bazı insanlar hayatta her şeyin dikine gitmek için doğmuştur. 1922’li HGB de, işte böyle bir Amerika’ya doğdu. Ancak baştan söyleyeyim, sonunda hikaye şöyle bağlandı: Büyüdüğü taşra kasabasından çıktı. Üniversiteye gitmeden çalışmaya başladı. Sekreter oldu. 20’ye yakın iş değiştirdi. Neredeyse bütün patronlarıyla yattı. Zengin erkeklerin parasını yedi. Zengin biriyle evlendi. Bir kitap yazıp kadınlara mümkün olduğunca bekár kalmalarını ve bol bol seks yapmalarını tavsiye etti. Cosmopolitan Dergisi’nin başına geçti. 1997’ye kadar 32 yıl boyunca derginin başında kaldı. Ve 60’larda yaptığı seks, orgazm kapaklarıyla bütün yayın dünyasını alt üst etti.
Dikine gidenler, dedim ya. İşte bu insanların yaptıkları işleri doğru bir şekilde değerlendirmek için de hayatta maalesef bir süreye ihtiyaç olur. Sadece elitist bakış açısı yüzünden değil. Akran rekabeti de, siz masanızın başında hálá harıl harıl çalışırken taltif edilmenize manidir. Helen Brown’ın yarım asırlık serüveninden sonra şimdi başına gelenler, işte bunun bir örneği. Hayatı boyunca fahişe diye küfür yedi, yüzeysel diye aşağılandı, seks maymunu diye alay edildi ama bir profesör onun hakkında bir kitap yazmaya karar verince, her şey ters yüz oldu.
Geçen ay ortasında çıkan kitabın adı, "Kötü Kızlar Her Yere Gider". Yazan kişi, Amerikan kadın tarihinin en önemli isimlerinden. Halen Bowdoin Üniversitesi’nde Cinsiyet ve Kadın Araştırmaları Kürsüsü’nün başında olan Prof. Jennifer Scanlon.
Önemi ise şu: Feminizmin en büyük uzmanlarından Scanlon, meğer bu kitabı Helen Brown’ı yerin dibine sokmak için yazmamış. Tam tersine Helen Brown’ın Amerikan kadınına olumlu etkisini anlatmak için hazırlamış.
Kitap çıkıp gazetelerde eleştirileri yayınlanınca, kentteki bazı feministlerin baygınlık geçirdiği bile söylendi.
Materyalist feminizmi yarattı
HGB’nin popüler kültüre girişi, 1962’de çıkardığı "Sex and The Single Girl" kitabıyla oldu. Brown, kitapta kadınlara ilk defa seksin hayatta yapılacak en iyi işlerden biri olduğunu anlattı. Ayrıca erkeklerin de düşman olmadığını söyledi.
Kavga çıktı tabii. Gittiği yerlerde domates yağmuruna uğradı. Muhafazakárlar, evlilik kurumunu "tehdit" edecek bir cinsel özgürlük önerdiği için köpürdü Brown’a. Feministler ise kadını erkekler tarafından kullanılabilecek bir seks objesine çevirdiği için. İlginçtir ki, feministler tarafından kabul görmemesi, Brown’ı kadın hareketinden koparmadı. Dışlanınca, kendi feminizm tarifini yarattı. Bir tür pragmatik feminizm, materyalist feminizm ya da çalışan kadın feminizmi oluşturdu.
İlk Dalga feminizmde (19. yüzyıl) kadınlar yasal hakları için mücadele etmişti. Helen Brown’ı dışlayan 60’lardaki 2. Dalga’da ise mücadele, kadına karşı ayrımcılık ve cinsel özgürlüğe kaydı. Amaçları aynıydı aslında. Ama Brown ve feministler, popüler kültürle olan ilişkide anlaşamadı.
Feministler, Brown’ın modaya, mücevhere meraklı olmasına katlanamıyordu. Hiç paspal gezmeyen bu süslü kadını fazla iyimser, naif ve antifeminist buluyorlardı.
Brown ise kadınların bir akıma, politik bir akıl hocasına değil; bir rol modeline, arkadaşa ihtiyacı olduğunu düşünüyordu. Ayrıca hippilerden de hazzetmiyordu. Saçlarına çamaşır suyu dökmüş pasaklılar, diyordu onlara.
Kendi mücevherinizi alın
Jennifer Scanlon’ın kitabında, HGB, zengin bir film yapımcısı olan kocası David Brown ile nasıl evlendiğini şöyle anlatmış: "Benim için ilk görüşte aşk değildi. İlk görüşten önce aşktı."
Parayı sevdi. Lükse aşıktı ve en önemlisi bunu söylemekten de hiç çekinmedi. Evliliğin bile fahişelik olduğunu savunan radikal feministler bunu kabullenemedi elbette. Ancak Brown da, kadının seksi güçlü bir silah olarak kullanabileceğini söylemekten vazgeçmedi. Kadınlara sadece zevk almak için değil, haklarını elde etmek için de seksi kullanabileceklerini söyledi. "Meniyi alıp yüzünüze maske yapın. Erkeğinizin hoşuna gider" diyecek kadar ileri giderek. Halbuki onlara bir geyşa olmayı değil, aslında bir patron olmayı anlatıyordu. "Büyük mücevherler için zengin bir kocayla, ufakları için az zengin bir kocayla evlenin. Ama en iyisi kendi mücevherlerinizi kendiniz alın" diyordu.
Seks ekonomik bir takastır
"Kötü Kızlar Her Yere Gider" kitabını okuduktan sonra, yazarı Prof. Jennifer Scanlon’u aradım.
Scanlon, Brown’ın 2. Dalga Feminizm ile 90’larda başlayan ve "Sex and The City" dizisiyle de sembolleşen 3. Dalga Feminizm arasındaki köprü olduğunu düşünüyor. 2. Dalga’nın Betty Friedan ile iki liderinden biri olduğuna inanıyor. Hangisi daha etkili oldu, dedim. "Herkes Friedan’ı söyler. Ama o, dar bir aydın çevreyi etkiledi. Brown, çalışan kadınları yönlendirdi. Garsonları, hostesleri, sekreterleri..." diye cevapladı.
Brown’ın materyalist çizgisini, kadını evlenmeye zorlayan ahlak anlayışına göre daha dürüst görüyor. Scanlon’a göre Brown, seksin ekonomik bir takas olduğunu fark etti: "Erkeklerin çok parası vardı. Dengesiz bir güçtü. O da ’Ben bu sistemi manipüle edeceğim’ dedi. Hakkı yenen, para kazanamayan kadın için çok gerçekçiydi. Amacı kadının işyerinde yükselmesini sağlamaktı."
Bu yüzden mi anne olmadı? "Doğduğu dünyada kadının seçenekleri limitliydi. Ya aile kuracak, anne olacaktı ya da kariyerini geliştirecekti. O dönem bir rol modeli yoktu Helen’in. Şimdi bile bunu başarmak halen çok zor. Anneliği değil, kariyerini seçti."
87 yaşında hálá çalışıyor
HGB, şimdi 87 yaşında. 12 yıl önce, yılda 50 milyon dolar kazandığı Cosmopolitan Dergisi’ndeki görevinden alınırken Hearst Grubu epey uğraştı. Hatta tam kopartamadıkları için Brown’ı derginin uluslararası yayınlarının başında bıraktı. Hálá her gün işe gidip geliyor. Ofisinden konuşamayınca evini aradım. Karşıma 1959’dan beri evli olduğu kocası David Brown çıktı. Central Park’ın yanında, 4 katlı bir evde yaşıyorlar. Röportaj vermediğini söyledi.
Bugün dünyanın neresine giderseniz, Brown’ın kadın tarihinde bıraktığı izlere rastlarsınız. Sadece Sex and The City dizisinin, adına varıncaya kadar bütün konseptini Brown’un yarım asır önce yazdığı kitaptan alması değil. Türkiye’deki Kadınca Dergisi ve Duygu Asena, Ayşe Arman gibi yazarlardan, Madonna’nın 1985’te çektiği "Material Girl" klibine kadar her yerde Brown’ın etkileriyle karşılaşırsınız.
Bir de şu var. Feministlerle çok boğuştu. Bu yüzden Cosmopolitan’ı üniversite kampuslarında okutamadı bir türlü. Ama 32 yıl boyunca yönettiği dergiyi bırakırken, Cosmopolitan’ın artık girmediği yer kalmamıştı. Amerika’daki üniversitelerde de son 16 yıldır en çok satılan dergiydi.