Galliano videosunun Gleick’in gözünden analizi

Hikâyeyi biliyorsunuz ama... John Galliano’nun geçen ay Dior’dan atılmasına sebep olan videoyu, ben Amerika’da iki hafta önce çıkan bir kitap üzerinden anlatacağım. Kitabın adı ‘The Information’ (Enformasyon). Yazarı James Gleick. Gleick bir gazeteci. İşi, karmaşık bilimsel teorileri insanların anlayabileceği bir şekle çevirmek. 1987’de ilk kitabı ‘Kaos’u yazıyor. Ve bugün herkesin diline doladığı ‘kelebek etkisi’ kavramıyla dünyanın en komplike konularından kaos teorisini bir bestseller’a dönüştürüyor. Arada başka kitaplar... Bilim hakkında yüzlerce denemenin ardından da... Ay başında bu son kitabını yayınlıyor. Kitap, enformasyonun basit örneklerle kronolojik tarihçesi. Aynı zamanda bilim adamlarının biyografileri üzerinden enformasyon teknolojisinin insan bilincini nasıl değiştirdiğinin öyküsü... Yapacağım şey de, aslında bu anlamda Gleick’inkine benziyor. Çünkü o, bilimi sulandırıyor. Ben de Gleick’i...

Haberin Devamı

? Kamera bir silah gibi kılıfından çıkıyor önce. Bir su bardağının arkasına sotalanıyor. Sonra kaydetmeye başlıyor. Gleick’e göre enformasyon teknolojisinde her yenilik, kendi gücünü ve kendi korkularını yaratır. Bunu ilk fark edenlerden biri de Eflatun’dur. Eflatun konuştukları şeyleri bir gün yazıya dökmeye başlayınca, yazının gücüyle tanıştı. Ancak yazdıklarının sonsuzluğa kalacak oluşundan da ilk defa bir korku hissetti. “Çünkü” diyor Gleick, “Eflatun bunların hiçbir zaman unutulmayacağını anladı”. Tıpkı Galliano’nun o videosunun da asla unutulmayacağı gibi.
? Galliano’yu masasında tek başına görüyoruz. Önünde iki bardak. Ve o sırada gözleri çoktan kaymış. Bütün maskeleri muhtemelen bir şarap bardağının içinde. Konuşmak, kavga etmek istiyor. “Hayatı anlamak istiyorsanız çamurla uğraşmayın, bilgi teknolojisi üzerine kafa yorun” demiş Richard Dawkins. İşte Gleick’e göre de evrim, aslında çevre ve organizma arasında hiç bitmeyen bir bilgi alışverişi. Bu bilginin atomu ise sözcükler. Bir kafede sakince vakit geçirmek istediğinizde bile, yerli yersiz kullanmak isteyeceğiniz sözcükler. Evrimin kaçınılmazlığı.
? Galliano videoda başından itibaren İngilizce konuşuyor. Tam adı, Juan Carlos Antonio Galliano-Guillén. Annesi İspanyol. Doğum yeri ise her ne kadar İngiliz hâkimiyeti olsa da, İspanya’nın dibindeki Cebelitarık. Gleick’e göre bugün İngilizce’nin her yerde bu kadar çok kullanılıyor oluşu, enformasyonun yayılma gücünün kanıtı. Son 200 yılda kat ettiği yol ise enformasyon teknolojisinin gelişmesiyle İngilizce’nin daha da hızlı yayılacağının göstergesi. “1801’de dünyada sadece 5 milyon kişi İngilizce konuşuyordu” diyor Gleick. “Bunlardan da sadece 1 milyonu yazabiliyordu.”
? Kızlardan biri, esmer Galliano’ya ırkçı iması yapmak için “Sen sarışın, mavi gözlü müsün” diyor. O da “Hayır ama Hitler’i severim. Ve sizin gibi insanlar bugün ölmüş olmalıydı. Annelerinizin, atalarınızın hepsi gazlanıp, ölmeliydi a.. ko...” diyor. Bunlar Galliano’nun orijinal fikirleri değil tabii. Nazilerden miras, halen birçok insanın ağzında gevelediği laflar. İşte sadece iyi fikirlerin, modanın değil, kötülüklerin de kuşaktan kuşağa geçişini ‘mem’lerle açıklıyor Gleick. Yunanca ‘taklit edilmiş’ anlamına gelen ‘mimeme’ sözcüğünden gelme. Ve nasıl genler biyolojik enformasyonu taşıyorsa, memler de kültürel enformasyonu aktarıyor. Ve Galliano örneğinde olduğu gibi... Sapkın düşüncelerde, memler, kuşaktan kuşağa bulaşan bir tür virüs görevi görüyor.
? Bunun milyon dolarlık bir çekim olduğunun farkında kızlar. Galliano küfür ettikçe kahkahalar atıyorlar. Biri şaşırmış gibi yapıyor. “Aman Allah’ım” diyor, “Senin bir sorunun mu var”. Galliano da... Başında şapkası... Elinde sigara... Hayatta görüp görebileceğiniz en küçümseyici ifadeyle, “Sizinle mi?.. Çirkinsiniz” deyip başını çeviriyor. Gleick’in kitabının yıldızı, 1948’de enformasyonun temel birimi ‘bit’i yaratan Claude Shannon. 1937’de MIT’de daha öğrenciyken hazırladığı master tezinde işlediği teoriyi geliştirip bineer (ikili) sistemi yaratıyor. Ve teori, bugün enformasyon teknolojisinin dayandığı algoritmaların temeli haline geliyor. 1 ya da 0. Evet ya da hayır. Açık ya da kapalı. Ya da Galliano’nun durumundaki gibi... “Problemim var çirkinsiniz.” Ya da “Problemim var fazla güzelsiniz.”
? Galliano, “Çirkinsiniz” deyince rahatlıyor. Ama kızlar devam ettiriyorlar. “Siz barışı sevmiyor musunuz? Dünyada barış istemiyor musunuz” diye soruyor biri. Galliano da bunun üzerine “Sizin gibi çirkin insanlarla değil” diyor. Bir sarhoşla yapılan küfürlü bir konuşma nasıl dünya politikasına uzanabiliyorsa... Gleick da kitabında enformasyonu varoluşçu felsefeye kadar dayandırıyor. Fizikçilerin dahi artık evrenin, enformasyonun fiziksel olarak ortaya çıkışından ibaret olduğu fikri üzerine yoğunlaştıklarını anlatıyor. Ağzınızdan çıkan her lafın nasıl bir dünya görüşünüz olduğunu ortaya koyması gibi... Evrende açığa çıkan her enformasyonun evreni oluşturması. Gleick’a göre tüm evren, belki de enformasyon işleyen kozmik bir makineden daha fazlası değil.
? “Siz neredensiniz” diye soruyor bir kız. Ve Galliano’dan final cümlesi geliyor: “Eb... a...dan”. Videoda bütün küfürler biplenmiş. Hiçbirini duymuyorsunuz. Ama tıpkı bu yazıda olduğu gibi, aslında çoğunuz bu küfürlerin ne olduklarını da tahmin edebiliyorsunuz. Çünkü Gleick’a göre enformasyon kendi içinde fazlalıklar barındırır. Ve bir mesajı doğru anlamanız için, onun eksiksiz aktarılması gerekmez. ‘Neredesin’ yerine ‘nrdsn’ yazarsanız da anlaşılır. Ve eğer enformasyon ölçülebilen bir kavramsa... Yapacağınız her kısaltmayla daha çok enformasyon aktarma imkânı bulursunuz.
? 41 saniye!.. Bütün bu konuşmalar... Atışmalar... 41 saniye sürüyor ve bitiyor. Gleick, kitabında her şeyin ölçülebilir olduğu fikrini savunuyor. Ona göre ‘anlam’ denilen şey, bambaşka bir konu. Mesele, enformasyonun sadece bit’e dayanması. Bir bit, bir bittir. Bir bitin bir bit olduğu, bir bittir. Böyle böyle... Ve aslında tüm bir insanlık tarihi de, birkaç milyar bittir. Borges’inki gibi bir Babil Kütüphanesi. Galliano’ya gelince... 14 yıllık Dior kariyeri için de sadece 41 saniye yeterlidir!..

Haberin Devamı

GÖSTERİ
Din alay konusu olduğunda

Haberin Devamı

San Diego’dayım. Dışarıdan eski görünüşlü bir Mormon kilisesi görüp içine girdim. Gezmeye başladım. Bu sırada yanıma kilisede çalışan bir gönüllü geldi. Konuştuk. Kutsal metinleri ‘Mormon Kitabı’nı anlattı. Türk olduğumu öğrenince de kitabın Türkçesi’nin bulunduğunu söyleyip gönderebileceğini söyledi. Adresimi verdim, ayrıldık.
Aradan iki-üç hafta geçti. Washington’da bir gece kapımız çalıyor. Açtım. İki kadın. “Biz Mormon kilisesindeniz. Binada birine gelmiştik. Size de uğradık.” Rahibe Hazen ve Rahibe Cagnacci. Kitabı getirmişler. Biraz da bilgi vermek istiyorlar.
Amerika’da basılmış, 127 sayfa büyük bir kitap. Başında metinlerle ilgili bir özet bilgi. Sonra da farklı Mormon kitaplarından seçmeler. Mormonluğun kurucusu Joseph Smith hakkında konuştuk önce. Sonra bugün Mormonluğun geldiği yeri anlattılar. İş misyonerliğe dönmeye başlayınca da... Açıkça gazeteci olduğumu ve kapımı çaldıkları andan itibaren meselenin benim için artık bir hikâye haline geldiğini söylemek zorunda kaldım. Biraz hayal kırıklığı yaşandı. Ama ne öğrenmek istediysem... Hatta belki biraz ileri giderek ne sorduysam... Nazikçe cevap verdiler. Utah’tan geldiklerini... Herkesin belli süreliğine yurtiçi, yurtdışı tayinler yaşadığını... Cemaatin gönüllülere para verdiğini... Yine de çoğunluğun ailelerinden destek aldığını... Aynı evlerde kaldıklarını... Mormon kitabının bir uydurma olmadığını... Dünyanın her yerinde 13 milyon müritleri olduğunu vesaire...
Bunu şunun için anlatıyorum. Bu ay Broadway’de ‘Mormon Kitabı’ diye bir müzikal başlayacak. Yapımcılar, South Park’ı yaratan Trey Parker ve Matt Stone. South Park’ın Mormon takıntısını biliyorsanız, içeriği de aşağı yukarı tahmin edebiliyorsunuzdur. Daha önce Orgazmo (1997) diye bir film çekip genç bir Mormon’un nasıl bir porno yıldızına dönüştüğünü anlatmışlardı. Şimdi de misyonerlik için Uganda’ya giden bir Mormon’un başına gelenleri sahneleyecekler... Mormonlukla dalga geçen, Tanrı kavramını küfre konu eden bir müzikal.
Röportaj yapmışlar. “Herhangi bir korkumuz yok. Biz aslında Mormonları severiz” demiş biri. Kinaye değil. Samimi olarak.
İşte kapıma gelen Mormonları da aklıma getirince düşündüm. Ölçü sanırım bu. Eğer bir hikâye olmayı kabul ediyorsanız... Hakkınızda dalga geçilmesine razı olmayı öğrendiyseniz... Din alay konusu olabiliyorsa... Sizden olmayanlarla bir arada yaşamayı da daha kolay becerebilirsiniz.

Yazarın Tüm Yazıları