Paylaş
Mart 1999’da Amerika’ya gelmesinden üç ay sonra Türkiye’de hakkında soruşturma başlatılması ve 31 Ağustos 2000’de de “örgüt kurmaktan” hakkında dava açılmasının ardından ilk başvuruyu 30 Nisan 2001’de yapmıştı Fethullah Gülen. “Din çalışanı özel göçmen” statüsü (I-360) alabilmek için Amerikan Göçmenlik Bürosu’na müracaat etmişti. 7 Ağustos 2002’de başvurusunu onayladılar. Artık Amerika’dan kalıcı oturma izni Yeşil Kart’ı almak üzereydi. Ancak sonra birden bire her şey değişti. 3 Kasım 2002 seçimlerinde AK Parti Türkiye’de iktidara gelince, süreç tersine işlemeye başladı. Ve Amerikan Devleti, sonra yıllar boyunca ayak sürüdü. Sanki iki müttefik ülke arasında bir gün bu işin böyle bir problem haline geleceğini öngörmüşler gibi, Gülen’e Yeşil Kart vermediler. 14 Kasım 2006’da da, daha önce verdikleri “Din çalışanı özel göçmen” statüsünü bile iptal edip, 5 Mayıs 2006’da Türkiye’de hakkında açılmış örgüt davasından da beraat etmiş olan Gülen’e, dolaylı biçimde “Dön artık” dediler. Kendi dönmedi. Kendi kalmak istedi Gülen. Hatta iptalden sonra kararı temyiz ettiği gibi, 20 Kasım 2006’da “sıradışı yeteneğe sahip göçmen” olduğuna dair başka bir vize (I-140) için daha başvuru yaptı. Ve sonra da işi, 25 Mayıs 2007’de, İç Güvenlik Bakanı’ndan FBI Başkanı’na başvurularıyla ilgili karar silsilesinde kim var kim yok herkesi dava etmeye kadar vardırdı.
*
SONRA olanları biliyorsunuz. Gülen’in 27 Nisan muhtırasının üzerinden bir ay geçmesinin ardından Amerika’da açtığı o davadan üç hafta sonra Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan el bombalarıyla, tarihe “Ergenekon Davası” olarak geçecek soruşturmalar başladı. Mart 2008’de de AKP’ye kapatma davası açıldı. Buna Amerika’da o sene yapılacak Başkanlık seçimlerinin yarattığı ortam da eklenince, Gülen’in vize davası, çok daha politik bir hale geldi. Artık başka dinamikler, başka figürler devredeydi. Ve 4 Haziran 2008’de Pensilvanya’daki mahkemeye, aralarında eski CIA mensuplarının da bulunduğu isimlerin yazdığı o meşhur referans mektupları bu ortamda sunuldu. 16 Temmuz 2008’de de, mahkeme, Amerikan Devleti’nin yedi yıldır beklettiği Gülen’e, I-140 vizesi verilmesini istedi. Vizeye kavuşan Gülen, böylece gerekli koşulu sağlamış sayıldığından 10 Ekim 2008’de ABD’den Yeşil Kart aldı.
*
BU süreci Türkiye’deki gelişmeleri de dikkate alarak detaylarıyla aktarmak istedim. Çünkü bu hafta Gülen hakkında Türkiye’de çıkarılan yakalama kararının ardından ABD ve Türkiye arasında bundan sonra yaşanacak gerginliğin geçmişi iyi bilinmeli diye düşünüyorum. Zira bu konuda üretilen komplo teorilerine rağmen, dönmeme kararı Gülen’in bir ısrarıydı. Ve şimdi 60 küsur yıldır müttefik olan iki ülkenin Pensilyanya’da oturan Gülen’in statüsü nedeniyle yaşayacağı sarsıntılar da o günkü bu ısrardan doğdu. Nitekim 9 Eylül 2014’te görüştüğüm Amerikan Yönetimi içinde üst düzey bir yetkilinin bana bu konu hakkında söyledikleri ve Yönetimin, bu hafta yapılan operasyonlara verdiği tepkinin sınırlı oluşu da, Washington’ın krizden duyduğu rahatsızlığın teyidi oldu. Gülen’in Türkiye’ye iadesi konusunda Ankara’da büyük bir beklenti olduğunu hatırlattığımda, yetkili bana o gün şunları söyledi: “Fethullah Gülen konusundaki görüşümüzü biz Türk tarafına ilettik. Türkiye önemli bir müttefik ülkedir ve Türkiye’nin bir ulusal güvenlik kaygısı varsa biz bunu dinlemek zorundayız. ABD Başkanı bunu dinlemek zorunda. Ama bu hukuki bir konu ve ABD Başkanı’nın bu süreci kontrol etme gücü yok. Türkiye belgeler eşliğinde resmi başvurusunu yaptığında Amerikan Adalet Bakanlığı ne yapabileceğine bakar. Bunun ötesinde iki tarafın istihbarat örgütlerinin bu konuda beraber çalışacağı kesinlikle doğru değil.”
*
TABİİ sorunun önemli başka bir boyutu da, iş artık diplomasiyi aştı. Zira Amerika’daki yaygın cemaat örgütlenmesi ve Gülen’in 10 Ekim 2013 itibarıyla, Yeşil Kart ile beş yılını doldurup Amerikan vatandaşı olma hakkına erişmesi, meseleyi bir dış politika konusu olmaktan çıkardı. Bu, Amerika açısından da bir iç politika konusuna dönüştü. Gerçi Gülen’in avukatı Orhan Erdemli, Gülen’in Amerikan vatandaşı olup olmadığı yönündeki sorum üzerine bana 19 Nisan 2014’te yolladığı yazılı cevapta, meseleyi o gün için “spekülatif” olarak nitelendirip dolaylı biçimde, vatandaş değil, demişti. Ama “Konular somutlaşırsa gerektiğinde tekrar haberleşebiliriz” diyerek bu konuda açık kapı da bırakmıştı.
Bir kavga var Türkiye’de. İki taraf da Obama Yönetimi’ni kendi yanında göstermek istiyor. Ve bu kavganın ortasında kalmak da, Washington’ı rahatsız ediyor. Çünkü politik olarak baktığınız zaman da… İlk sorun, Erdoğan’ın da Gülen’in de haklı olması. Devlet içindeki yapılanma da doğru, yolsuzluk da doğru. İkinci sorun ise aynı zamanda her ikisinin de haksız olması. Çünkü hükümetin yürüttüğü “cadı avı” da yanlış, cemaat kanadının kendine yakın kişiler tarafından geçmişte işlenen hukuk ihlallerine değinmemesi de. Obama’nın ikilemi de bu işte.
Paylaş