Bu da Amerikan arabeski

Geçen seferki bir güreşçiydi. Ringe çıkıp dövüşen, şov dünyasının ağır işçisi... Bu seferki bir country müzisyeni. Onun ring yerine sahneye çıkan, vücudu yerine sesini kullanan versiyonu...

İkisi de orta yaşlı. İkisinin de aile hayatı mahvolmuş. İkisini de çocukları reddediyor. İkisi de eskiden bir dönem ünlü olmuş. İkisi de şimdi beş parasız. İkisi de dibe vurmuş. İkisi de tipik bir Amerikan kaybedeni...
Sonra ikisi de âşık oluyor, ikisi de reddediliyor, biri ringe dönüp intihar ederken öteki... Ötekini izlersiniz...
Crazy Heart (Çılgın Kalp) Türkiye’de gösterime girdiğinde bu karşılaştırmayı çok yerde okuyacaksınız. Çünkü geçen yılın filmi Wrestler’la (Güreşçi) neredeyse birebir aynı ve ikisini de izleyen birinin bunu fark etmemesi mümkün değil.
Ancak ilginç olan, filmlerin dağıtımcısı da aynı, Fox Searchlight. Onların da bunu düşünmemiş olması mümkün olmadığına göre, niye bir yıl arayla sadece finalini ve başrol oyuncusunu değiştirdikleri bir hikâyeyi pazarlamaya çalışıyorlar.
Wrestler’ı 17 Aralık’ta gösterime soktular, ötekini 16 Aralık’ta. Wrestler’ın iki Altın Küresi var, Mickey Rourke (en iyi erkek) ve orijinal şarkı. Crazy Heart’ın da, Jeff Bridges (en iyi erkek) ve orijinal şarkı. Wrestler’ın 2 Oscar adaylığı var, Mickey Rourke ve filmde âşık olduğu striptizciyi oynayan Marisa Tomei (en iyi yardımcı kadın). Crazy Heart’ın üç. Jeff Bridges ve filmde âşık olduğu gazeteciyi oynayan Maggie Gyllenhaal (en iyi yardımcı kadın) ile orijinal şarkı.
Niye mi yapıyorlar bunu?.. Çünkü krizin savurduğu, 15 milyon işsizin üstüne 10 milyon insanın daha işini kaybettiği bir ülkede bundan daha garanti bir yöntem olmaz da ondan. Damardan acı veriyorlar...
Küçük Emrah’ın, babam öldü, annem geneleve düştü, kız kardeşime de patronu tecavüz etti filmleri vardı hatırlarsanız. İşte bunlar da onun Amerikan versiyonu.
By-pass ameliyatı geçiren Mickey Rourke’un bir marketin et reyonunda çalışırken sinir krizi geçirip elini testereye soktuğu sahne... Alkolik Jeff Bridges’ın üstünde pis beyaz bir sliple, yağ bağlamış çıplak vücudunu yerlerde sürükleyerek klozete taşıdığı ve kusup yere yığıldığı an... İşte bunlar da Amerikan arabeski...

TÜRKİYE BENZERLİĞİ

80’lerdeki Emrah’lı filmlere kadar devam eden arabesk furyası, Yeşilçam’ı 70’lerin başında ele geçirmişti. Nasıl şimdi Amerika, Büyük Buhran’dan beri gördüğü en büyük çöküntünün yaralarını sarmaya çalışıyorsa, o yıllar da Türkiye için öyleydi. Terör, yokluk, göç, yaşamı arabeskleştirdi.
Wrestler ve Crazy Heart filmlerinde kullanılan mekânlara bakınca, buraların da 70’lerin Türkiye’sinden farksız olduğunu görüyorsunuz. Mickey Rourke’un yaşadığı Elizabeth, Manhattanlıların sadece İkea alışverişi için gittiği, New Jersey’nin varoşlarından biri. Crazy Heart’ın geçtiği güney eyaletleri ise Amerika’da işsizliğin en çok etkilediği bölge.
Yararlanılan semboller de, Amerikan toplumunun “en arabesk” motifleri. Herkesin danışlıklı dövüş olduğunu bildiği halde izlediği Amerikan güreşi, bir lümpen eğlencesi. Crazy Heart’ta kullanılan country müzik ise güneydeki bağnaz (redneck) çiftçilerin dinlediği, hiçbir zaman jazz ve blues kadar saygı görmemiş bir müzik.
İki film, bu anlamda da bizdeki arabesk furyasıyla birebir örtüşüyor. Hatta daha da ötesi... Amerika’da yakın dönemin en önemli kült filmi, yine Jeff Bridges’in oynadığı, Big Lebowski (1998) de tipik bir Amerikan arabeski ve şimdi üniversitelerde tez konusu yapılıyor. İçki ve filmdeki kaybedenlerin motifi bowling eşliğinde zaman öldüren, bunu bir ayine dönüştüren gruplar çıkınca nedir bu film demeye başladılar. Ve tıpkı geç keşfedilen Orhan Gencebay gibi, şimdi o filmin ana karakteri Ahbap’ı (The Dude) araştırıyorlar.

HIRS İNTİHARLARI

Niye hiçbirinde hırs yok!.. Sürekli “Ahbap dayanır” (The Dude abides) deyip duruyorlar!.. Niye normal insanların ahlak anlayışından uzaklar!.. Kaybeden olmak umurlarında değil!.. Bu yüzden anlamaya çalışıyor akademi de Big Lebowski’yi... Daha doğrusu Big Lebowski ve onu yavaş yavaş bir peygambere dönüştüren yeni nesil Amerikalıları...
New York Üniversitesi’nde (NYU) geçen aylarda üst üste iki intihar olayı yaşandı. Bobst Kütüphanesi diye, 12 katlı, ortası boşluk çok etkileyi bir binaları var kampusta. İntihar edenlerden biri öğrenciydi ve ders çalışırken kendini kütüphaneden boşluğa bıraktı. Birkaç hafta sonra da kütüphanenin arkasındaki lojmanlardan birinden bu sefer bir öğretim üyesi atladı. Geçmişte kütüphanede intihar eden başka öğrenciler de olduğundan bilgi almak için üniversiteye gittim ben de.
NYU’nun sözcüsü John Beckman, 40 yıl önce kurulan kütüphanede şimdiye kadar sadece 3 intihar olayı yaşandığını söyleyip daha fazla konuşmadı. Oradan çıktım, kütüphaneye gittim. Ancak orada da içeri almadılar. Derken kapıda öğrencilerle konuşurken, giriş masasında bir polis gördüm. Yanına gidip “Siz de intiharları mı araştırıyorsunuz” dediğimde bir anda parladı:
“Ne intiharı Tanrı aşkına. Herkes aynı şeyi söylüyor. Ben halk sağlığı masasındanım. Tuvaletten su örneği alıp gideceğim, diyorum, sokmuyorlar. Haberim yok, umrumda da değil.”
Hırs intiharlarının yaşandığı akademi bu boşvermişliği araştırıyor ama bilseler halbuki, aradıkları “Ahbap” o gün burunlarının ucunda duruyordu.
Hollywood bu sıra başka kaybeden filmleri de çekecektir... Çünkü dönem, arabesk Amerika dönemi...
Yazarın Tüm Yazıları