Bir New Yorklu’nun otomobil sevmemesi için 10 NEDEN
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Nasıl ki sigara içmek zaman içinde sosyal bir defoya dönüştüyse, gelişmiş kentlerde otomobil kullanmak da aynı akıbete uğrayacak. Herkes kaldırımını, metrosunu hazırlasın...
1) Kenti saran, 500 istasyonlu bir metro ağı var. 2) Trafiğin hangi saatte nerede tıkanacağı belli değil. 3) Park yeri bulmak zor. 4) Ucuz park yeri bulmak daha zor. Midtown’da 3 saate 60 dolar istiyorlar. 5) Otomobile bindiğiniz an, ceza kesmeye çalışan polisin hedefisiniz. 6) Kentin kaldırımları geniş. Bakınarak yürüyebiliyorsunuz. 7) Çok trafik ışığı koymuşlar. Sürüş zevki yok. 8) Sokak hareketli. İnsanı otomobilden dışarı çağırıyor. 9) Sigortası, vergisi derken masrafları çok. 10) Zaten yüksek binalar yüzünden kentte güneş az. Sokaklar, evler karanlık. İnsan bir de otomobilin içine sıkışmak istemiyor.
Bunlar, New York’ta yaşayan herhangi birinin ilk anda aklına gelebilecek detaylar. Kişisel bir liste... Ancak bu mesele, yani New York’ta otomobil sahibi olup olmama meselesi, artık kişisel bir konu değil. Resmi bir politikanın parçası. Bir gelenek mi bilmiyorum ama araştırınca fark etim, New York Belediyesi’nin ulaştırma müdürlüğü 10 yıldır kadınlar tarafından yönetiliyor. Son iki yıldır da bu görevi Janette Sadik-Khan adlı yine başka bir kadın yürütüyor. Geçenlerde New York Times, Sadik-Khan’ın bütün yurtdışı gezilerinin faturalarını didiklediği bir haber yapmıştı. Dünyayı geziyor parasını kim veriyor diye... Herhalde kentteki otomobil lobisi ihbar etmiş diye düşündüm çünkü Sadik-Han her dışarıya gittiğinde, bir şey görüyor, sonra dönüşte gelip Manhattan’ın başka bir sokağını daha trafiğe kapatıyor. Bunun bir sebebi, yeşil New York hedefi. 2030’a kadar kentin karbon salınımını yüzde 30 azaltmak istiyorlar. Ancak bir diğer sebep, kentin sosyal dokusunu değiştiriyorlar. İnsanların sokaklarda daha çok vakit geçirmesi için kenti otomobillerden arındırıp bir yaya cumhuriyetine dönüştürmek istiyorlar. Bu yaz 1500 bedava yaz etkinliği düzenlenecek mesela New York’ta. Koserler, panayırlar, sokak gösterileri... Bu etkinlikler için ise belli süreliğine kentteki birçok sokak trafiğe kapatılacak. Bazı caddelerde yollardan şerit çalıp bisikletçilere vermişlerdi. Times Meydanı’nın büyük kısmını ise zaten araçlara tamamen kapattılar. İşte şimdi, bu sokaklar da mı gidiyor, tartışması var. Daha doğrusu, gitmeli mi, Manhattan’ı artık araçlardan temizlemeli miyiz, tartışması. Hafta içi Guggenheim Müzezi’nde mimar Frank Lloyd Wright’ın (1867-1959) sergisini gezdim. Guggenheim’ın da tasarımcısı olan, organik mimarinin yaratıcısı, 20. yüzyılın en büyük mimarlarından. 60’ın üstünde, bazısı ütopik Wright projesini gördükten sonra karşınıza Wrigth’ın şu cümlesi çıkıyor: “15 yılım daha olsaydı bütün ülkeyi baştan inşa edebilirdim. Amerikan ulusunu değiştirebilirdim.” Bir kentin, mimarisiyle, planlamasıyla orada yaşayanları nasıl tarif ettiği, bundan iyi anlatılamazdı. New York’un ulaştırma müdürünün, yaptığı işlerle aslında New Yorkluları değiştirdiği de bundan daha iyi özetlenemezdi.
CFR’a göre Amerika’nın Türkiye politikasını Phil Gordon belirliyor
Hakkında dünyanın en çok komplo teorisi üretilen örgütlerinden biri, Council on Foreign Affairs (CFR). Kapılar arkasında karar alıyorlar, ülkelere yön veriyorlar, bu yüzden gizli üyeleri var, türünden sayısız iddia ortaya atıldı şimdiye kadar. Hafta içi CFR, New York’taki bazı gazetecilere kurumu anlatmak için bir toplantı düzenledi. Hem kurumu anlatmak hem de CFR’ın Obama’nın dış politikasını nasıl değerlendirdiğini açıklamak için daha doğrusu. Upper East Side’da Park Avenue üstündeki merkezlerinde yapılan toplantıyı derneğin başkan yardımcısı dışında, yayın organı Foreign Affairs’in editörü Gideon Rose yönetti. Herkes kendi ülkesiyle ilgili sorular sordu, detaylarına girmeyeceğim. Ben de Türkiye hakkında sordum. Ergenekon’dan AKP’nin iç dengelerine kadar her konuya hâkimler. Özetle, Amerika Türkiye’yi çok seviyor, çok yakın olacaklar, diyorlar. Benim en merak ettiğim ise Obama Yönetimi’nde Türkiye politikasında en çok kimin etkili olduğu idi. Gideon, “Bu, Washington’daki herkesin kendi konusuyla ilgili çözmek istediği en büyük bulmacadır. Kimin hangi politikaya yön verdiği asla deşifre olmaz ama ben size kişisel tahminimi söyleyeyim” dedi. “Bence en etkili kişi, Dışişleri Bakan Yardımcısı Phil Gordon. Türkiye seyahatini de o organize etti. O sırada ataması Senato’dan henüz geçmediği için ise geziye katılamadı. Obama, Türkiye hakkında onu dinliyor.” 10 yıl, Washington’daki think tank’lerden Brookings Enstitüsü’nde çalışmış, akademisyen kökenli biri Gordon. Aynı zamanda Foreign Affairs yazarlarından. “Türkiye’yi Kazanmak” adlı bir kitabı da var. “Evet, politikayı ben belirliyorum” demesini beklemiyorum tabii ama yine de CFR’ın yorumunu sormak için Gordon’u aradım. Amerika dışında olduğunu söylediler.
Pazarlama stratejisi de sırmış
Hikâye yine gizemli. İçinde yine ezoterik öyküler olacak tahmin edebiliyorum ama Dan Brown’un kendisinden 12 yaş büyük karısı Blythe Newlon’un Brown’dan bir bestseller yazarı yaratma projesi, bunu kusursuz bir şekilde pazarlaması bana her zaman daha ilgi çekici gelmiştir. Eylülde çıkacak yeni romanı Kayıp Sembol’ün (The Lost Symbol) nasıl bir pazarlama stratejisiyle sunulacağını da bu yüzden çok daha fazla merak ediyorum. Kitabın yayıncısı Doubleday ile bir aydır görüşüyoruz. Önce, söyleyeceğiz, dediler. Sonra şöyle bir cevap yolladılar: “Kayıp Sembol’ün pazarlama ve reklam planlarını bir sır olarak tutuyoruz. Açıklamayacağız.” Hafta içi kitabın kapağı geldi. Fonda birtakım semboller, önde kırmızı bir mühür, Washington silüeti ve kan nehri... Karısı bu sefer nasıl bir strateji belirledi, göreceğiz.