Ve bir furya daha bitti. Açtığınız blogları terk ettiniz.
Geçen ay Technorati bir istatistik yayınladı. İnternet bloglarını takip eden, bu konuda en yetkin teknoloji şirketi... Buna göre, kayıtlarındaki blog sayısı 133 milyona ulaşmış. Ancak son 4 ay içinde, bu blogların sadece yüzde 5’inin güncellendiği anlaşılmış. Yani ilk blog kurulalı daha 10 yıl olmadan, sıkılmışsınız... Böyle istatistiklerle karşılaşınca, iletişim teknolojisine dair tahmin yapmanın ne kadar anlamsız olduğunu fark ediyorum her seferinde. Bir şey söylemeye kalkıyorsunuz. İşte şunlar gidecek, bunlar gelecek vesaire... Bir yıl içinde her şey değişiyor. Technorati’nin araştırmasından sonra şirketin eski mühendislik bölümü direktörü Tantek Çelik’i aradım. Sonuçları değerlendirmek için... Bu teknoloji işlerinin insana nasıl Çince geldiğini bildiğimden en basit haliyle anlatmaya çalışayım.
BLOGLAR PORTAL OLDU
Etraf emekli blogger doldu. Kendi çevrenizden de ilginin azaldığını görebilirsiniz. Ama bloglar öldü demek için daha fazla veriye ihtiyaç var.
Her teknolojik yeniliğin kendini kısa sürede tükettiği ise doğru. Ayakta kalmak için bulduğu yöntem de geleneksele yönelmek. Sonuçta iletişim teknolojisinde birçok fikir, aslında gazetecilik hedef alınarak ortaya çıkıyor. İnternet portalları çıkıyor, gazetecilik ölecek deniyor ancak sonra bloglar çıkınca o portallar gazetelere sığınıyor. Artık blogların dönemi başladı deniyor. Mikrobloglar çıkınca bu sefer bloglar portallara katılıyor. Bugün Technorati listesinde bir numaralı blog diye gözüken Huffington Post’a bakın, bloga benzer bir tarafı kalmadığını görürsünüz. Bildiğiniz portal. Kısacası her yeni çıkan şey, bir öncekini geleneksel olmaya zorluyor.
ÜÇ AŞAMALI DÖNGÜ
Bütün bu sürecin, 3 aşamalı bir kısırdöngüsü var. Blog örneğinden gidecek olursak: İlk aşamada Blogger.com vardı. Blog açmak isteyenler buraya gidiyordu. İkinci aşamada ona rakipler çıktı. İsterseniz Wordpress.com’dan da blog yayınlamaya başladınız. Üçüncü aşamadaysa bütün kanallar özgürleşti. Yazılımlar çıktı ve isteyen herkes bir internet adresi alıp blog yayınlamaya başladı. Şimdi aynı döngü, Twitter furyasında yaşanacak. Şu anda ilk aşamadayız. Herkes Twitter’da. Sonra onun rakipleri büyüyecek. Friendfeed.com ve Trumblr.com da kullanmaya başlayacaksınız. Üçüncü aşamada ise Identi.ca ile tanışacaksınız. Hiçbir siteye bağlı kalmadan istediğiniz gibi mikroblog yayını yapacaksınız. Sıkılıncaya kadar... Sonra yeni bir furya başlayacak. Twitter geleneksel kalacak. Ve böyle böyle devam edecek.
NE OLUR SÖYLEYEYİM
Bütün bu hikâye birçoğunuza çok karmaşık geldi, tahmin edebiliyorum. Hatta eminim, bazılarınız yazıyı okumaktan çoktan vazgeçti. Ancak sabredenler için... 3 aşamalı döngülere, yazılımlara, şirket rekabetlerine girmek istemeyenler için... Ben sonunda ne olacağını söyleyeyim. Bir gün hepiniz gazeteci olacaksınız. Hürriyet’e özgeçmiş yollayacaksınız.
Hızlı, huysuz, ısrarcı, asosyal ve dedikoducu olmak lazım
Sıkılıp bırakanlar dışında, hâlâ çok iyi blogger’lar var tabii. Hatta her gün yeni bir blogger keşfediyor Amerikan medyası. Çoğu, işe yalnız başlıyor. Oturma odası, bilgisayar ve pijama. Ancak biraz tık almaya başlayınca, genelde hepsi büyük bir şirketin çatısı altına geçiyor. Bu işte kararlı olanlar ve para kazanacağını düşünenlere, Amerika’da adını duyurmuş blogger’ların bazı ortak noktalarını çıkardım:
ÇOK ÇALIŞIYORLAR Uyku düzenleri yok. Josh Marshall (39) gibi yetişemeyince yanında başka gazeteciler çalıştırmaya başlayanlar var.
ISRARCILAR Eski bir Moskova muhabiri var, adı Nikki Finke (56). Şimdi Hollywood yöneticileriyle ilgili yazıyor. Yaza yaza, sonunda geçen hafta NBC Entertainment Yönetim Kurulu Başkanı’nı istifa ettirdi.
HIZLILAR Sürekli güncelliyorlar. Michelle Malkin (38), iki çocuk annesi, arada kitaplar yazıyor ama yine de günde 5 makale hazırlayabiliyor.
HUYSUZLAR ‘Ben şunu beğendim’ değil, ‘Şunu beğenmedim’ yazıları yazıyorlar. Etrafa toy övgüler saçmıyorlar. Daily Kos’u hazırlayan Markos Moulitsas’ın (38) Hillary Clinton eleştirileri gibi.
ASOSYALLER Davetlere gitmiyorlar. Yılışık çevrelerden uzak duruyorlar. Matt Drudge’ın (43) fotoğrafını çekebilen çok az kişi var.
DEDİKODUCULAR Amerika’da da hâlâ kötü bir laf bu ama yine de dedikodu yazıp okutuyorlar. Sorduğun zaman ise “Ben değil başkaları yapıyor” diyorlar. Medya blogu yazan Jim Romenesko’yla (56) görüştüm, “Artık ismini açıklamayan kimseden bilgi almıyorum, ben dedikodu yapmam” dedi.
Sizin medya piramidiniz nasıl?
Wired Dergisi’nin son sayısında bir piramit hazırlamışlardı. Bir medya piramidi. Tıpkı besin piramidi gibi insanların gün içinde iletişim araçlarına ne kadar vakit ayırdıklarını gösteren bir grafik. Oyun, sosyal ağlar, haber ve eğlence diye 4 ana başlık var. Onların altında da alt başlıklar. Bu kadar blog yazısından sonra grafiğe bakıp kendinize uygun bir piramit hazırlamak isteyebilirsiniz diye...
Cem Kınay’ın iki cümlesi üzerine
Cem Bey, Mektubunuzu aldım. Turks&Caicos Adası Hükümeti’ne rüşvet vermediğinizi, haksızlığa uğradığınızı söylemişsiniz. Altına düştüğünüz nottan mektubun yayınlanmasını istemediğinizi anlıyorum. O yüzden uzun bir cevap yazmayacağım. Ancak yaptığınız basın açıklamasında da yer alan iki cümle dikkatimi çekti: “Ben kendi ülkemde böyle bir yayını beklemezdim” ve “Büyük başarılara imza atmış bir işadamıyım.” Müsaadenizle, bu iki konuda birkaç şey söylemek istiyorum. Öncelikle, ben Türkiye’nin turizm ataşesi değilim. Dolayısıyla Türk işadamlarının yatırımlarına da bir ataşe gibi yaklaşmıyorum. Hiçbir şey ifade etmiyor değil tabii. Hidayet’in maçlarını nasıl seyrediyorsam sizin işleriniz de benim için bir yere kadar öyle. Ancak bir yerden sonra, o yatırımlar işimin bir parçası. “Ben kendi ülkemde böyle bir yayını beklemezdim” lafını hangi saikle söylediniz, görüşemediğimiz için size soramadım. Ama bilmenizi isterim ki, rüşvet verdiği iddia edilen bir İngiliz ile rüşvet verdiği iddia edilen bir Türk arasında benim için hiçbir fark yok. Sorunca, bizde herkes Batı gazetelerinin ne kadar iyi olduğunu anlatır, biliyorsunuz. Ama o kriterlere göre bir habere konu olunca “Ben kendi ülkemde böyle bir yayını beklemezdim” der. Dediğim gibi siz neden söylediniz bilmiyorum. Yeri gelmişken, genel olarak belirtmek istedim. İkinci konu, işadamlarının yaptıkları yatırımları hatırlatarak kendilerini övme meselesi. Ticari başarı elbette alkışlanacak bir konu. Başarı hikâyeleri bir gazeteci için de her zaman ilgi çekicidir. Ama ortada devrilmiş bir hükümet, hükümeti götüren bir rapor ve onun içinde bir işadamı ismi varsa, o kısım maalesef tali kalır. Ayrıca siz bir amme hizmeti yürütmüyorsunuz. İşiniz ticaret. Amacınız para kazanmak. Bu durumda bahsettiğiniz türden bir itibar istiyorsanız, bunun dayanağı yatırımlarınız olamaz. Yine Batı’dan örnek alarak söylersek, kamu yararına yaptığınız işler varsa onları anlatmalısınız. Mesela Darülaceze’ye bağış yaptıysanız, onu. Ya da öğrenci okutuyorsanız, onu. Bizde zenginlikle övünme, istihdamın hayat memat meselesi sayıldığı yıllardan kalma, kötü bir alışkanlık. Ancak artık değişmesi gerektiğine inandığım için sizin vesilenizle değinmek istedim. Bunların dışında, devam eden mahkemenizle ilgili size içtenlikle başarılar dilerim. Umarım söylediğiniz gibi haklı çıkar ve kazanırsınız. Sizinle bir gün buluşma imkânımız olursa hem mahkemeyi hem de Karayipler’deki projenizin finansmanı hakkında konuşmak isterim. Ruh halim görüşmeye müsait değil, demişsiniz. Ruh haliniz değiştiğinde görüşebilmek ümidiyle...