Paylaş
Abel Tesfaye, Etiyopyalı genleriyle geldiği Kanada’nın sanat ortamında müzikal ufkunu açmış, nev’i şahsına münhasır bir yetenek olarak çıktı karşımıza. Karanlık ve avangart bir R&B sound’u peşindeydi, öte yandan gizemini korumayı tercih ediyordu. Bu gibi özellikleri, 2011’de ‘The Weeknd’ adını verdiği ‘karışık kaset’ göndermeli YouTube üçlemesinin (2012’de yeniden düzenlenmiş ‘Trilogy’ye dönüşüp) ilgi görmesine yetti de arttı bile.
Bu ünü kullanarak club’larda DJ’lik yapmayı, dolayısıyla cebini doldurma kolaycılığını tercih etmedi. Kendi gibi kalarak risk aldı ama büyük oynamış oldu. The Weeknd adıyla yaptığı albümlerden ilki ‘Kiss Land’le başladığı yolculuk ikinci albümü ‘Beauty Behind the Madness’ta zirveye hızlıca ulaştı. Müzikal olarak çok yetkin ve yeni bir şeyler söyleyen bu albüm sonrasında ne yapacağı merak konusuydu.
Derken onu daha da geniş kitlelerle buluşturan ‘Star Boy’ albümü geldi. Belki ticari açıdan doğru adımdı. Ancak içinden Lana Del Rey, Daft Punk, Kendrick Lamar gibi isimler de geçen albüm müzikal anlamda ikinci albümden bir adım ileriye gidememişti. Hatta ikinci albüme giremeyen parçaları cilalayıp piyasaya sürmüş hissiyatı verdi bana. Kendisinin çağdaş R&B’ye yön veren isimlerden biri haline gelmesi ya da bu albümün de ‘multi platinium’ düzeyde satması önemli değil; sadece müzikal bir eleştiri olarak görün. ‘Star Boy’daki adam, Abel Tesfaye değildi. Daha çok romantik âşıkla partilerde skor peşinde koşan çapkın; başka bir okumayla da, para ve müzik arasında sıkışmış bir adamdı.
Kendisi de aynı fikirde ve rahatsız olacak ki geçen hafta çıkan son EP’si ‘My Dear Melancholy’de özüne dönmeye karar vermiş; onu ‘The Weeknd’ yapan esas unsurun samimiyet olduğunu hatırlamış görünüyor. Altı parçalık çalışmada; kopan bir ilişkinin, ayrılık acısının, arkasından bakakalmanın, içe dönüşün ve nihayetinde iyileşme arayışının melankolik hikâyesi anlatılıyor. Gayet doğru bir karar alan Tesfaye, bir süreliğine dans pistinden inmiş; aşkın mihrabında diz çökmüş ve yaşadığı acının üstesinden gelmeye çalışıyor. Şarkılar ilk dönemlerindeki kadar kederli, adam zaman zaman kendinden nefret eden biri ama kendiyle birlikte bizi de önce o girdaba sokup sonra kurtarmak arzusunda. ‘Call Me Out’ ve ‘Try Me’ öne çıkıyor gibi görünse de tamamı ilgiye değer. Sosyal medya; şarkı sözlerinin eski aşkları Selena Gomez ve Bella Hadid’e açık göndermeler içerdiğini iddia ediyor. Biz de diyoruz ki; ne yapsaydı, ‘Leyla ile Mecnun’un aşkını mı yazsaydı?
Yılda beş albüm mümkün!
Neo psikedelik pop rock’ın stil sahibi grubu King Gizzard and the Lizard Wizard’ın ülkemizde geniş bir hayran kitlesi var. Bunu; mart ortasında bir hafta arası İKSV Salon’da kapalı gişe olarak verdikleri üç konsere rağmen 5 Ağustos’ta daha büyük bir konser için tekrar geliyor oluşlarından kolayca anlayabilirsiniz. 2017’de söz verdiği gibi tam beş albüm çıkarmayı başaran grubun 31 Aralık’ın son saatlerinde yayımladığı son albümü ‘Gumboot Soup’un etkileriyse devam ediyor. Bir yılda beş albüm dediysek; uzun doğaçlamalar, akustik çalışmalar ya da versiyonlar sanmayın. Her biri birbirinden yetkin, daha önemlisi grubun farklı özelliklerini öne çıkaran bağımsız albümler söz konusu olan. Sonuncusu ise ilk dördünün sound çıktılarını aynı potada eritmiş ve yeni şarkılardan oluşan bir best of gibi. Zoru başarmalarının tesadüfi olmadığı ortada. Gezgin Salon konseri için KüçükÇiftlik Park’ta görüşmek üzere.
*künye*
Gumboot Soup
King Gizzard and the Lizard Wizard
3.5 Yıldız
Paylaş