Bizim memlekette bir davetiye problemi vardır. Büyük bir konser var diyelim, o davetiyeler eşe gider, dosta gider, sponsor kontenjanıydı, belediyeydi, ünlüydü, akrabaydı bol keseden dağıtılır.
Kimilerini kıramazsınız, kimilerinin oraya gelmesi işinize gelir; bin türlü denge vardır. Bu durumu sömüren bir dolu bedavacı olduğu gibi organizatör şirketlerin önüne geçecek tedbirleri alamaması da önemli bir etken. Böyle gelmiş böyle gider bir hal var maalesef.
Geçtiğimiz hafta Leonard Cohen İstanbul’daydı. Cohen’i izlemek için müthiş heyecan duyduğunu çok iyi bildiğim bir sürü meslektaşım var. Ve kendisini bir kez daha izleme şansımız da olmayabilir, o derece önemli bir konser. Konser öncesi İKSV, kimseye davetiye gönderilmeyeceğini belirtti ve organizasyonun sponsoru olmadığından her bir koltuğun biletinin satılması üzerine bir bütçe yaptıklarını açıkça ifade etti. Müzik yazarıyız, konseri yazacağız, ne önerirsiniz dedik; bilet almanız gerekiyor dediler. İşte fotoğraf çekilecek, çekim yapacak televizyonlar; “Biz sizin yerinize çekeceğiz, bizden alırsınız” diye eklediler.
Yiğidin hakkını verelim, İKSV başından beri bu tutumunu kararlılıkla sürdürdü. Bildiğim kadarıyla kimseye de davetiye gönderilmedi gerçekten. Bir gazeteci, bir müzik yazarı olarak bu durumdan övgüyle söz etmek isterdim. Ama mesele “Kusura bakmayın, sponsor bulamadık o nedenle sizin işinizi yapmanızı engellemek durumundayız, çok izlemek istiyorsanız bilet alın” noktasına geldiği için son derece tuhaf bulduğumu belirtmek istiyorum bu tutumu. “Bu konser basına kapalıdır” dersiniz, anlarım. Gazetelerden, televizyonlardan sınırlı sayıda insanı akredite edersiniz, onu da anlarım. Lakin bu durumda meslektaşlarımın tepki göstermek yerine alkış tutmasını anlayamadım. Çünkü bu “Bana nasıl davetiye yollamazsınız” meselesi değil, işle ilgili bir duruş meselesi.
3G saldırısı altındayız
Farkında mısınız, bir 3G saldırısı altındayız. Lisans sahibi operatörler haklı olarak konuyu bir an önce anlatmak istiyor tüketiciye. Görüntülü konuşma falan çok önemli değil, kimsenin ilgi göstereceğini sanmıyorum. Telefonundan televizyon izleyen olur elbet ama en önemlisi telefonların, artık telefon olmaktan çıktığı ve hızlı biçimde birer kişisel bilgisayara dönüştüğü. 3G demek sürat demek. Yakında 4G gelecek ve biz fark etmeden yaşam biçimlerimiz değişecek. Müzik sektörünün bu hızlı gelişimlere ayak uydurmakta zorluk çektiğini, büyük darbe aldığını biliyoruz. Önümüzdeki 3 yıl içinde işler daha da zorlaşacak. Müziği indirmek zorunda değiliz artık. Pek yakında, canınız istediği anda, istediğiniz şarkıyı, istediğiniz yerde müthiş bir internet bağlantısıyla cep telefonunuza bir kulaklık takarak dinleyebileceğinizin farkında mısınız? Mp3 çalarların bile ömrü tükeniyor. Siz hâlâ bir plastiğe 10 şarkı kaydederek albüm yapma peşindeyseniz diyecek sözüm yok.
Müzakka
Ege sularından ortak tınılar. Kim kimden esinlendi, şarkının orijinali kimindi, hep tartışma konusu olan şarkılar. Mustafa Sandal’dan “Aşka Yürek Gerek”, Gülben Ergen’den “Okul”, Rober Hatemo’dan “Senden Çok Var”, Ayça’dan “Yıkılıyor” ve diğerleri. Dikkat ederseniz, hepsi hit. Sahiplerinin sesinden, Yunanca orijinalleriyle?
Gayda İstanbul
Romanların özlü bir sözünü benimsemiş Gayda İstanbul: “Yol menzilin bir parçasıdır!”. Bizim popun ne zaman başı sıkışsa o yolu yürüyüp yardıma koşan Balkan ezgilerinin usta ellerde, özüne sadık yorumları. Kendi deyimleriyle, Balkanlar’dan gelen sıcak hava dalgası?
Fresh/Hüseyin Karadayı
Boğaz kıyılarında marka olmayı başarmış DJ Hüseyin Karadayı’dan sıcak bir dans albümü. Ferhat Göçer’in eşlik ettiği “Anlamazdın” ve “Gönül”, Betül Demir’in yorumuyla Sezen Aksu’dan “Geri Dön”, Mustafa Sandal’ın “Aya Benzer”i ve Tarkan’ın “Kuzu Kuzu”su dışında yeni isimler de var. İyi bir DJ prodüksiyonu.