Paylaş
Uçakla da gitse, otobüse de binse, tekne ile okyanus da aşsa; hedef, varmak değil yolculuğun kendisi olunca Ferrari’sini Satan Bilge gibi ham hayat dersleri vermeden dünyada kendini, kendi yerini arayanların güzel öyküleri çıkıyor ortaya.
Alper Utku dostlarımdan biri; Management Center Türkiye’nin Yönetim Kurulu Başkanı. Ortak tutkumuzun deniz olduğunu keşfettiğimizde çok sevinmiştik. Alper bugün yabancı arkadaşlarıyla birlikte Southampton’dan kiraladıkları 17 metrelik tekneleri Persuasion ile Atlas Okyanusu Geçişi’ne katılıyor. 224 teknenin katıldığı bu geçiş, okyanus aştım demek isteyenleri örgütlü bir ortamda bir araya getiriyor.
Alper, ‘Okyanus geçişi yaşam gibi sanki. Ne kadar süreceğini, hangi şartlarla karşılaşacağınızı bilmiyorsunuz. En iyi strateji planlamak ama planı değiştirmeye de hazır olmalı insan. Biraz akışa bırakmalı kendini’ diyor. Sürekli akıntı ile mücadele edilen şehir yaşamına karşı bir seçenek.
20 Kasım’da yelken basarak Kanarya Adaları’nın Las Palmas Limanı’ndan yola çıkan tekneler, çok rekabetçi bir ortama girmeden becerilerini kullanan ekiplerin gizli yarışına da sahne oluyor. Geçişin 18-21 gün arasında sürmesi bekleniyor. Nihai liman, Karayip Denizi’ndeki St. Lucia.
TEKNELERİN BLOG’U VAR
Onlarca tekne, web üzerinde günlüklerini tutuyor. Alper’in teknesi Persuasion’un da günlüğü var. 22 Kasım’da şunları yazmışlar:
‘Atlas Okyanusu’nda üçüncü günümüz. Çok hafif ve yönü değişken rüzgarlı bir gece geçirdik. Sabaha karşı iki gibi harika yelken seyrinde Brahms dinliyorduk. Okyanus yaşamının tek görsel işareti, sancak tarafımızda ağır ağır yüzen dev deniz kaplumbağası oldu. Oltamızda tık yok. Mönü umarız yakalayacağımız bir balık ile değişir.’
İnsan başka ne ister? Aynı keyfi, yelken antrenörü Cumhur Gökova ve tamamı kadınlardan oluşan ekibi de Odienne adlı 13 metrelik tekneleri ile yaşıyor.
Rüzgárları bol olsun.
BARIŞ NEREDE?
Barış Akkiriş ise geçen temmuzdan beri yollarda. Amerikalar’ın güneyinde, Ekvador’da şimdi. Çok keyifli bir yolculuk yaptığı blogundan anlaşılıyor. Dünya insanıymış ama belli ki İstanbul’un kirinden, pasından, hızından, şirket entrikalarından bıktığı günlerden birinde canına tak edince harekete geçmeye karar vermiş.
Kendini şöyle tanıtıyor: ‘28 yaşındayım. Türkiye’nin en büyük şirketlerinden birinde, herkesin yapmak için can atacağı çook güzel bir işim, etrafımda arkadaşlarım ve ailem var. Peki neden hálá bunları geride bırakıp, maceralı ve uzunca bir yolculuğa çıkmak için delicesine istek duyuyorum? Çünkü merak ediyorum. Çünkü Baudelaire gibi ‘Her nerede değilsem orada iyi olacakmışım gibi’ geliyor bana da... Küçüklüğümden beri hayalini kurduğum gibi, dünyadaki diğer insanların ne yaptığına bakmaya gidiyorum.’
Merak böceği insanı ısırdı mı kurtuluş yoktur. Barış’ın günlüğünü okumaya daldınız mı çıkamıyorsunuz. İzlenimler, düşünceler, özlemler... Çok güzel neredeyse profesyonel fotoğraflar. İçtenlikle paylaşılan bir yaşam yolculuğu bu.
GEZİ NOTLARI
Ekvador’da izlediği horoz dövüşü için tüyoları komik. Birkaçı şöyle: ‘Horoz agresif, hırslı, tikli bir tipin horozuysa; kazanma şansı o kadar fazla. Tanımadığınız horoza para yatırmayın, daha büyük horoz daha iyi demek değildir. Teknikler çok önemli bu sporda; maçın sonuna kadar ne olacağı belli olmaz. Bir tanesi ‘Rocky’ gibiydi, bütün maç hırpalandıktan sonra ÇOT!!! diye indirdi gagayı rakibinin kafasına, nakavt!!! Özet: En iyisi şansınızı başka yerlerde deneyin, bu şekilde zengin olmaya imkán yok... Hayvanları seviyorsanız, şefkat dolu bir tipseniz, horoz sahada ölünce ya da komaya girince üzülecekseniz, tavsiye etmiyorum. Ben de bir daha gidersem 2 olsun!’
Bunlar da Küba’dan notları:
‘Küba’dan ayrıldım ve vizeyi çöpe atmış oldum. Meksikalı gıcık memurlar ‘Vizeniz bir sefer geçerliymiş tekrar giremezsiniz’ deyip beni ilk uçakla apar topar geri postaladılar. Küba’ya geri giderken, hayatımın geri kalan kısmını Tom Hanks gibi havaalanında geçiririm, ya da La Habana Merkez Hapishanesi’nde tespih yapar satarım diye düşündüm. Dandik ötesi Cubana Havayolları uçağının küçük penceresinden turkuaz suları geçip Havana’ya yaklaşırken, cuba libremi yudumladım, gülümsememe engel olamıyordum. Havana’da ‘insanlığa’ geri dönmüş oldum, herkes yardımcı oldu ve yeni bir vizeyi ÇAT diye aldım. Akşam Leidis ile yemek yerken, ‘Bir daha geleceğimi biliyordum ama bu kadar erken olması büyük sürpriz’ diye düşündüm.’
Blogların güzelliği de bu işte. Barış’ın gezi yazılarını ve dünyada kendini arayışını gün gün izleyebilme lüksü. Okunacak çok şey var; Temmuz 2005’ten bugüne günlükler. Leidis kim diye merak ediyorsanız, Barış’ın web sitesine girip bakmanız gerekecek ama güzel bir şey olduğunu söylemeliyim.
‘Önemli olan varmak değil, yolculuktur’ diyenlerin, kaçış hayalleri kuranların dikkatine. Kaçmayı başaranların Atlantik geçişini ve dünya yolculuğunu izlemek için bu web sitelerini unutmayın.
persuasion2005.blogspot.com
barisnerede.com
arc.worldcruising.com
Balinalar gömlekle mi avlanıyor
Fırtınalı bir denizde küçücük bir filikaya sığınmış can yeleğiniz takılı debelendiğinizi hisseder misiniz ara sıra? Oysa etrafınız kupkuru ve sessizdir; oturduğunuz odada, içinizdeki fırtınanın uğultusunu duyarsınız. Issız bir adaya çıkmışsınızdır, yalnızsınızdır.
Başucu kitaplarımdan birinde denizin ortasında yapayalnız kalmışların farklı öykülerini yeniden okudum geçenlerde. Gerçek öyküler, kurgu değil. Ve kuşkusuz gündelik yalnızlıklarımızda sığındığımız ıssız adalardan çok daha dehşet verici.
Bilirsiniz Robinson Crusoe da, Hazine Adası da, Sineklerin Efendisi de denizin ortasında yapayalnızlaşıp, hayatta kalmışların öyküleridir. Can havliyle çıkılan ıssız adalardaki yaşama kavgası çoğumuzu, denizin gücü, sırları ve korkutuculuğu ile ilk kez tanıştırır.
Robinson’un, adasında rastladığı kara adam Cuma ile garip ilişkisi; Hazine Adası’nda belki de her farklı olanı barbar - yamyam olarak gösterme eğilimi; Sineklerin Efendisi’nde toplumsal normlar ortadan kalktığında, sığındıkları adada masumiyetten canavarlığa kayan okul çocukları... Beni etkileyen, çorbamda tuzu biberi olan kitaplar.
Ya bir de hiçbir yere sığınamayanlar, tutunamayanlar, sürüklenenler.
*
Fransız bilimci/maceracı Dr. Alain Bombard kimsenin pek düşünmediği ve üzerinde kalem oynatmadığı bir konuda uzun uzun çalışıp, önemli bir sonuca ulaşmış. Bir şekilde teknesinden ayrı düşüp denizde yalnız kalan her on kişiden dokuzu üç gün içinde ölüyormuş. ‘Tabii ölür; balık değiliz ki’ diyenler olacaktır. Oysa insanın açlık ve susuzluktan ölmesi için çok daha uzun süre gerektiğini biliyoruz. Dr. Bombard, moral çöküntüsü ve paniğin, hızlı ölümlerin en önemli nedeni olduğunu söylüyor.
Paniğe kapılmamak için hem alet-edevat açısından, hem de zihinsel açıdan hazırlıklı olmak gerekiyor. Tekneniz batmadıkça ya da batacağı kesinleşmedikçe onu terk etmeyin. Yüzen büyük bir şey, yüzen küçük bir şeyden çok daha güvenlidir. Teknenizden ayrılmak zorunda kalırsanız ne yapacağınızı iyi düşünün; paniklemez ve daha çok yaşarsınız. Fırtına yaklaştığında vakit geçirmeden güvenli bir limana girin.
*
Dr. William Beebe 1927 yılında yazdığı bir makalede planktonlarla beslenmenin mümkün olduğunu, bu yüzden de isteyenin sonsuza dek denizlerde sürüklenebileceğini söylüyor. Dr. Beebe’ye göre, planktonları, geceleri eski bir gömleği ağ gibi kullanarak toplamak mümkün. Balinaları 40 tonluk devler haline getiren planktonlar insanları beslemeye yeter de artar bile. Gerçi, denizin ortasında gömlek bulmak zor, bunun farkındayım ama dedim ya, hazırlıklı olmanız gerek, yoksa panikler ölürsünüz. Üstelik balinalar planktonları gömlekle mi yakalıyor? Onların yaptığını siz haydi haydi yaparsınız.
Denize düşen on kişiden dokuzunun üç günde öldüğünü söyleyen Dr. Bombard şaşırtıcı bir ademoğlu. 1952 yılında yanına su ve yiyecek almadan bindiği şişme bot L’Heretique ile Fas’ın Casablanca Limanı’ndan Atlas Okyanusu’na açılan Dr. Bombard, 65 gün sonra, 30 kilo hafiflemiş olarak salimen karşı kıyıya varmış. Karşı kıyı dediğim, Karayip Denizi’ndeki Barbados. Sürüklenen denizcilerin çiğ balık ve plankton yiyerek, arada deniz suyu içerek yaşayabileceğini kanıtlamak istemiş; kanıtlamış da.
Çok ince gözeneklere sahip ağ ile plankton ve balık yakalayıp çiğ çiğ yemiş. Su ihtiyacını yediklerinden ve nadiren içtiği deniz suyundan almış. Ama geçen Temmuz’da 81 yaşında öldüğünde ardında birçok kitap bırakan bu tıp doktorunun en önemli bulgusu, aşırı durumlarda, yaşam ile ölüm arasındaki farkı fiziksel engellerin değil, zihinsel tıkanıklığın belirlediğini kanıtlaması olmuş.
*
Hepimize bir ders bu aslında; kaçıp yalnız kaldığımız adaların çıkış anahtarı kafamızda, hep kafamızda. Adanızdan kurtulmak istemeseniz de anahtarın nerede olduğunu bilesiniz diye yazdım.
Ürün
Martıya karşı baykuş
Tekne güvertelerinin kabusu martı ve martı dışkısıdır. Bunlara İstanbul’da kargaları da ekleyebilirsiniz. Ne yaparsanız yapın, bunları direklerin tepesinden uzaklaştırmak ve güverteleri kirletmelerini önlemek olanaksızdır. İngiltere’de teknelerde kullanımı giderek yaygınlaşan plastik baykuş heykellerinin bu derde deva olduğu söyleniyor. Teknenin görünür bir yerine yapıştırılan baykuşların martıları kaçırdığı söyleniyor. 50 santimlik büyük baykuşların satış fiyatı 20 sterlin.
www.force4.co.uk
Müzik
Su geçirmez MP3 player
Kulağımın pasını silecek parçalar olmadan denize açılamam ve bu parçaları dinlemeden fırtınada sırılsıklam olamam diyorsanız bu alet sizin için. Güney Kore Şirketi QoolQee tarafından üretilen yeni MP3 çalar hem suya hem de darbelere dayanıklı. Yaklaşık 30 gram ağırlığı ile en küçük ceplerde bile yerini bulabilecek olan QoolQee X3, 256 MB, 512 MB ve 1 GB bellek ile satın alınabiliyor. Radyosu da olan aygıt 70 sterlin ile 110 sterlin arasında fiyatlarla satılıyor.
www.qoolqee.com
Yenilik
Havuzlukta oturamıyorum diyenlere
Uzun seyirlerde havuzluk oturakları rahatsız edebilir. Kendi kendine şişen yeni Alman harikaları bu önemli sorunu çözmek için büyük bir adım atıyor. Sıradan bir branda minder gibi görünen bu şişme minderin supabı açılınca hava kendiliğinden içine doluyor ve branda minder rahat bir koltuk haline geliyor. Şişirmeye hiç gerek yok. Söndürmek için ise minderi rulo yapmak yetiyor. Çeşitli boyları var. Fiyatları 15 sterlin 99 sterlin arası.
www.terrasports.com
Paylaş