Geçen yaz çok sıcaktı... Kilyos’un orman havası, şehir içine kıyasla çok daha yaşanır kıldı boğucu geceleri ama...
Yine de çok sıcaktı. İkinci bir deri gibi yapışan çarşaflardan kurtulma mücadelesi içinde, sağdan sola, soldan sağa dönmeli, uyunması olanaksız geceler... Gündüzler de farklı değildi.
Ve biz, geçen yaz bir tek kez bile denize çıkmadık, çıkamadık.
Tembellikten değil. Önceki aralık ayında bebeğin doğmasından sonra ’henüz küçük’ kaygılanmaları temel nedeniydi denizsizliğin. Bazı şeyleri ve özellikle denize çıkmayı ille birlikte yapma ısrarım, beni de Kilyos’a çakınca, Halki, Fenerbahçe’deki yerinde bağlı kaldı aylarca. Birkaç kez gidip baktım sadece.
Kış geldi, geçiyor. Bahçedeki küçük yüzme ya da çimme havuzu, geçen hafta neredeyse iki santim kalınlığında buzdan bir kabukla kaplıydı. Ama döngü belli; bahar, sonra yaz. Kilyos, Fenerbahçe, Halki, deniz, çocuklar ve bizlerden oluşan ve birkaç ay sonra çözmek zorunda kalacağımız denklem konusunda henüz ses kazanmamış iç tartışmalar yaşanıyor bizim evde anlayacağınız.
Nasıl olacak? Kilyos’tan Fenerbahçe’ye nasıl gidilecek, denize nasıl çıkılacak, nasıl dönülecek? Piraye deniz için hálá küçük değil mi? Filan.
Anlayacağınız başlıktaki üç soru, olmalı mı, olmamalı mı, satmalı mı, hep kafamızda. Birkaç kez sessiz sessiz konuştuk Ebru ile ama... Karara varamadık, ben sanki bir hastalıktan ya da çocuğumu evlatlık vermekten söz ediyormuşum gibi hissettim kendimi.
En zoru da işte böyle gebe kararsızlıklardır.
Ne yapacağını bilemezsin, karşındakinin ne söyleyeceğine dair fikrin de yoktur. Ortada bir sonuç vardır ama hoşuna gitmeyen o sonucu ortadan kaldıracak kararı alma iradesini duygusal nedenlerle gösteremezsin.
Biraz istemediğin biriyle sırf geri dönmüş olmamak için evlenmek gibi, ya da çok sevdiğin ama başına dert açacağı kesin sorunlu olduğu söylenen bir otomobili alman gibi durumum anlayacağınız.
Halki ile yaşamaya devam etmek istiyorum ama sanki şartlar, en azından şimdilik, bunun olanaksızlığını sürekli gözüme sokuyor ve ben gözümü şöyle bir ovuşturup yoluma devam ediyorum. Kararsızlık yolunda kararlı bir şekilde ilerliyorum.
*
Birkaç hafta içinde karar vermem gerek oysa. Yapılması gereken birkaç ufak tefek iş var: Halki’yi karaya çektirip kekamozlarını temizletmem, zehirli boya attırmam gerek. Su ve yakıt borularını da değiştirmek istiyorum. Belki salmasını söktürüp, salma bağlantılarına da baktırırım. Yelkenleri de gözden geçirmek gerek. Boyasında ince bir çatlak var; ona da rötuş yaptırmalı...
Derken, masraflar artıyor. Kullanacak mıyız Halki’yi bu yıl, kullanmayacak mıyız? Kullanmayacağımız bir tekneye bu masrafı yapmak anlamlı değil. Ama tekne insan gibidir, bakmazsan ölür; yani Halki’ye bakılacak. Ne olursa olsun... Ama tekneler, kullanılmadıklarında da ölür...
Bir karar versek ya... Çabuk tarafından.
Ne yapsam, nasıl yapsam, satsam mı, tutsam mı?
Bilmiyorum, bilemiyorum.
200 bin Ayşegül kitabı sizlere işte böyle ulaşacak
Hürriyet’in çocuklara yelkeni ve denizi sevdirme amacıyla dağıtacağı 200 bin kitabın dağıtım mekanizması sizlerden gelen önerilerin ışığında belirlendi. Kitapları çocuklara ulaştırmak için başlıca 3 kanal kullanacağız.
En çok okur tepkisini, Hürriyet’in 200 bin Ayşegül kitabı dağıtma kararı aldı.
Geçen hafta örnekleri sizlere aktarmıştım. Bu hafta da çok sayıda mesaj gönderdiniz. Ve tüm bunların ışığında Ayşegül Yelken Kullanıyor ve Ayşegül Denizde kitaplarının dağıtımı ile ilgili olarak 3 kanal kullanmaya karar verdik.
Birincisi şubat ayında yapılacak Avrasya Boat Show. Yacht Türkiye Dergisi’nin medya sponsorları arasında olduğu bu tekne fuarında, binlerce kitap, Yacht Türkiye’nin katkılarıyla okurlarına kavuşacak.
İkinci kanal, Joker / Maxitoys oyuncak mağazaları olacak. Zaten daha önce çocuk ve deniz temalı etkinlikler düzenleyen şirketin mağazaları aracılığı ile binlerce kitabı doğru gruba dağıtabileceğiz.
Üçüncü kanal ise kulüpler ve okullar olacak. Özellikle bahar aylarının gelmesi ile hareketlenecek kulüplerde, yaz okulları sırasında bu kitapları çocuklarla buluşturmak yöntemlerden biri olacak. Bir diğeri ısrarla dağıtabileceklerini söyleyen kulüp gönüllülerinden yararlanmak olacak.
Ve son olarak da, Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliği içinde kitapların ilköğretim okullarına dağıtımı olanaklarını araştıracağız.
Gelen okur önerilerinden bizim süzdüğümüz yöntemler bunlar. Benim açımdan önemli olan, bu yazıları okuyanların, sürece aktif katılımlarıydı. Bunu fazlasıyla gerçekleştirmiş olmak çok sevindirici. Yani sizler, kulüp yöneticileri, yelken ve denizseverler, yelkeni spor olarak yapan gençler, hatta şirket yöneticileri konuya kafa yorup, öneriler getiriyorsunuz da, işi yelkeni ileri taşımak olan ’seçilmişlerin’ katkısı sıfır seviyesinde kalıyor.
Temel sorunumuz da bu galiba.
Ayşegül kitaplarının dağıtımı ile ilgili gelişmeleri düzenli olarak size iletmeyi sürdüreceğim.