Adamın biri taa Hollanda’dan kalkmış, Türkiye’ye gelmiş ve ucuz bir tekne almış. Tekne kullanılmış, elden geçmesi gereken bir tekneymiş. Tekneye ödediğinden daha büyük bir bütçeyi, tekneyi elden geçirmek için ayırmış.
Türkiye’deki marinalardan birine çekmiş yeni ama eski teknesini ve hemen iş yaptıracak adamları belirlemeye başlamış. Motor, depo ve tesisat işleri, marangozluk ve boya işleri gerekiyormuş. Hollanda’da yaşayıp arada Türkiye’ye geldiği için teknesine bir de kaptan tutmuş.
Ve aylar geçtikçe güzel bir dönmedolaba bindiğini fark etmeye başlamış.
*
Mişli geçmiş zamanda anlattığıma bakmayın, bu bir masal değil; gerçek. Bu Hollandalı ile karşılaştığımda, İngilizce konuşabiliyor olmanın verdiği rahatlıkla tüm hikayesini anlattı. Öfkeli değil kırgındı.
25 Euro’luk bir bakım ile yeni gibi olacak motor parçaları için 1800 Euro artı işçilik talep eden motorcuyu, kullanım koşullarına uymadan onarım yapan ve bu nedenle binlerce Euro tutarındaki malzemeyi ziyan etmekle kalmayıp, onarımı da yüzüne gözüne bulaştıran fiberglas ustasını, marangoz ile küs olduğu için hatalı olduğunu iddia ettiği bir mobilyayı düzelttirmeden boyayan ve iki kere iş çıkartan boyacıyı, gerekenden fazla miktarda boyayı, yüksek fiyatla satan dükkancıyı anlattı.
"Hem sabrımın, hem de bütçemin sınırına dayandım" diyordu; marina yönetimine gidip, bu olup bitenleri anlatacak ve ustalarla yüzleşecekti.
"Hollanda’da yaptırsan nasıl olurdu" diye sordum. Hemen Türkiye’ye giydirmedi; oysa hakkıydı sanırım. "Her ülkede işini kötü yapanlar ve üçkağıtçılar çıkar. Hollanda’da da var; üstelik ben işadamıyım yani sözde kül yutmam. Sanırım burada biraz şanssızlık oldu, hepsi bana rastladı. Marangoz hariç, o çok iyiydi" dedi.
*
Marina yönetimi ile konuştuktan sonra ne oldu, bilmiyorum doğrusu. Gerekirse dava açacağını söylemişti ama bir an önce teknesini denize indirip, gitmek istiyordu. En kötüsünün yarım kalan iş olacağını bildiği için daha fazla arıza yaratmadan biraz göz korkutmaktı hedefi herhalde.
Hollandalı teknecinin bu yaşadıkları o kadar tanıdık ki. Bir yanda profesyonelleşen ve şirketleşen yat üretim sektörü, öbür yanda yaptıkları işi meslek olarak görmeyen ve bu nedenle emeğinin sonucu ile gurur duymayan sözde ustaların ağırlıkta olduğu bir hizmet sektörü.
Türkiye’de kim bilir kaç marinada, kaç yüz benzer olay yaşandı bu bahar ve yaz. Kimbilir kaç sözde usta, boyacılığı bırakıp, "başka bir iş buluncaya kadar" taksi şoförlüğü yapmaya başladı örneğin. Gideceği adresi bilmeyen taksi şoförleri daima başka iş arayışında olanlardır çünkü.
Geçenlerde bir dergide, İsveç’in ünlü Sweden Yachts şirketinde çalışan bir cilacının 20 yıldır aynı işi yaptığını okumuştum. Yaptığı işle gurur duyuyordu. O, "Tamam oldu" demeden, yüz binlerce Euro değerindeki tekneler sahiplerine teslim edilmiyordu.
Benzer sürekliliği sağlamadan tekne üretim ve hizmetlerinde süreklilik ve büyük başarıları yakalamak gerçekten çok zor.
Federasyon’dan yarış muhtırası
Türkiye Yelken Federasyonu, 10 Temmuz’da yayınladığı bir bildiri ile yat yarışlarının gerçekleştirilmesinde yeni kurallar getirdi. Bir muhtıra niteliğindeki "TYF Faaliyet Programında Yer Alması Gerekli Olan Yelkenli Tekne Yarışları ile, TYF Programında Olma Şartları" başlıklı metin kısa sürede büyük tartışma yarattı.
Olimpik yelken sınıflarında sporcu yetiştirmek için kaynak sorunu çektiğini iddia eden Türkiye Yelken Federasyonu, bu muhtıra ile yarış düzenlemek isteyen kulüplerden 5 bin YTL, sponsor şirketlerden 10 bin YTL istiyor. Bu ödemenin eğitim faaliyetlerinde kullanılacağını vurgulayan Federasyon, ödeme yapılmadan yarışların TYF Faaliyet Programı’nda yer almayacağını belirtiyor.
Bu yeni durumun ortaya çıkmasının ardından yelkencilerin tartışma gruplarında, 2008 yılında yat yarışı yapılmasının artık hayal olduğu belirtilirken, Federasyon’un kimseye danışmadan bu kararı aldığı ve bunun da federasyonun özerkliğinin ruhuna aykırı olduğu vurgulandı.
Muhtıranın, tüm yelkencilerin heyecanla beklediği Deniz Kuvvetleri Kupası Yelken Yarışı’nın başlamasından tam önce yayınlanmasının tepkileri azaltmayı hedeflediği anlaşılıyor. Başkan Nazlı İmre, önceki Azat Baykal yönetiminin aynı gerekçelerle ve yine kimseye danışmadan aldığı kararlar ardından doğan tepkiler üzerine seçilmiş ve seçildikten sonra Hürriyet’e verdiği mülakatta, katılımcı ve paylaşımcı bir yönetim tarzı benimseyeceğinin ipuçlarını "Yelkeni spor için yapan da, eğlenmek için yapan da, bir yaşam tarzı olarak seçen de artık federasyonun kapsama alanı içinde. Hedefimiz tüm yelkenciler adına hareket edecek bir sivil toplum kuruluşu olmak" diyerek verirken umut yaratmıştı.
İmre, önceki federasyona karşı büyük tepki yaratan TYF’nin kuruluş belgesi olan Ana Statü konusunda da "Değişecek tabii ki. Altı ay içinde Ana Statü’yü özerk federasyona yakışır bir hale getireceğiz. Paylaşımcı, şeffaf, tüm yelkencilerin, belki de su üzerine amatör olarak çıkan herkesin temsilcisi olabilecek bir federasyon oluşturma yönünde ne gerekiyorsa, Ana Statü’de onlar yer alacak" demişti.
Yelken camiası, TYF’den seçim öncesindeki söylemine yaraşan bir uygulama beklerken, yayınlanan yarış muhtırası ile şaşkına döndü.