Denizle ilgili kitapların sayısı aslında her dilde azdır. Sonuçta karada yaşar ve ölürüz; genellikle. Denizle ilgili kitaplarda da genellikle kadın yoktur.
Hayal güçlerimizi olgunlaştıran Herman Melville’in, Jules Verne’in romanları kadınsızdır. Yaratabildiği dehşet verici atmosfer ile okuyanları en karanlıklara taşıyan Joseph Conrad da kadınlardan söz etmez. Yenilerden Jonathan Raban’da da kadına pek rastlanmaz doğrusu.
Yani kadın, denizlerde yoktur. Yok mudur?
*
Ataköy Marina Yat Kulübü tarafından bastırılan kitaplara bir yenisi eklendi: Denizde Günah. Denizcilik Tarihine Erotizm Penceresinden Bir Bakış üst başlığı ile sunulan kitabın yazarı Klaus Hympendahl.
Almanya’da 2005 yılında basılmış. Ve bu hafta Türkiye’de piyasaya çıktı.
Denizle ilgili yeni bir kitabın hızlı bir şekilde Türkçeleştirilmesi, denize olan ilginin yeni bir örneği kuşkusuz. Ama kitabın bir yat kulübü tarafından bastırılmış olması, diğer yayınevlerinin radar ekranına denize ilişkin kitapların henüz girmediğinin de bir işareti.
Kitap 13. yüzyıldan bugüne denizle ilgili yazılı kaynaklarda kadını bulmaya çalışıyor. Buluyor da! Bu yazının başlığı da kitabın önsözünden alınma: Kadınlar nereye saklanmıştı? Anladığım şu: Kadınlar hiçbir yere saklanmamış, erkek yazarlar kadınları yok saymıştı. Yani tipik bir durum.
Yazılı kaynakların ağırlıklı olarak Hıristiyan denizciliği ele alması nedeniyle olsa gerek, kitapta ağırlıklı olarak Batı’nın deniz ve kadına bakışı irdeleniyor. Yazar Hympendahl’ın Önsöz’deki ifadesi ile, "Bu kitap yüzyıllardır gemileri yutmuş sis kümelerini sıkı bir rüzgar ile dağıtacak. Gemilerde heteroseksüel bir cinsel hayatın hep var olageldiğini, bazı gemilerde yüzlerce orospunun aynı anda mesleklerini icra ettiklerini, çok eşli balina avcılarının, eşcinsel ve hatta kadın korsanların, transvestilerin, oğlan fahişelerin, oğlancıların, sadistler ve hayvan sevicilerin geçmişte var olduklarını; yelkenli teknelerin dar kamaralarının ve gözden uzak, karanlık köşelerinin şahit olmadığı hiçbir şeyin kalmadığını anlatacak."
İlginç yani!
*
Sık sık kullandığımız ve cinayete yol açacak bir küfrün Avustralyalılar açısından gerçeğin ta kendisi olduğunu öğrendim mesela. Bu kıtayı mahkûmların Batılaştırdığını bilirdim ama bu Batılılar arasında gemiler dolusu fahişe olduğunu bilmezdim.
1588 yılında, büyük bir yenilgiye uğrayacakları sefere çıkmadan önce Büyük Armada’da gemiler, toplar ve savaşçılar dışında altı bin kadın olduğunu bu kitaptan öğrendim.
Hannah Snell’in 1745 yılında kadın kıyafetlerini çıkartıp erkek tayfa kılığında gemiye atlayıp, sıcak denizlerde savaşlara katıldıktan sonra döndüğü Londra’da bir kadın olarak yaşadıklarını anlatan bir kitap yazdığını da bilmiyordum.
Denizci bir malûmatfuruş olmak istiyorsanız, bu kitap elinizin altında bulunmalı.
Hulki Demirel’in çevirisi ve Sezar Atmaca’nın editörlüğünde yayımlanan kitap, özenli Türkçesi ile de dikkat çekiyor. Ataköy Marina Yat Kulübü’nün diğer kitaplarında da rastlanan bu özen nedeniyle tüm emek verenleri de kutlamak gerek.
Foça’dan Marsilya’ya tarih yolculuğu
Fransa’nın ikinci büyük kenti Marsilya’nın Liman bölgesinde bir taş yazıt vardır. Mealen, "Bu şehir Foça’dan gelenlerce kurulmuştur" yazar o yazıtta. Deniz tarihini araştıran 360 Derece ve Olay Nautic tarafından ortaklaşa gerçekleştirilecek olan bir proje, milattan önce 600’lü yıllarda Foça’dan kalkıp, ulaştıkları bir ıssız kıyıda bugün Marsilya dediğimiz kenti kuranların öyküsünü bugünlere taşımayı hedefliyor.
Deniz kıyısında yaşayanların kaderini genellikle merakları çizer. Anadolu’nun Ege kıyıları yani kadim adıyla İyonya, yalnızca kendilerinin değil, Akdeniz’in de kaderini belirleyen insanların yaşadığı bir yerdi eskiden. Gemilere atlayıp, açılır ve coğrafyasını beğendikleri bir yere yerleşir, orayı abad ederlerdi.
Nisan 2008’de başlaması planlanan Foça - Marsilya Tarihe Yolculuk Projesi ile, bugünkü Marsilya’yı kuran Foçalıların öyküsü anlatılacak. Biri savaşçı, diğeri malzeme ve yerleşmeci taşıyan iki geminin yapımına yakında Foça’da başlanacak.
Bu yolculuğun yazılı bir öyküsü yok. Tek bilinen, Foça’dan gidenlerin Marsilya’yı kurduğu. Projeyi hazırlayanlar, kürek ve yelkenle yapılacak bu uzun yolculuk sırasında Yunanistan, İtalya ve Fransa’dan geçileceğini, Akdeniz’in doğusu ile batısı arasındaki bu epik yolculuğun, tüm kültürlerin aslında birbiri ile ne denli yakın olduğunu göstereceğini ve yolculuk bittiğinde Marsilya’yı kuranların öykülerinin gecikerek de olsa tarihe düşüleceğini belirtiyorlar. Bu nedenle hedef, bu yolculuğun bir belgeselini de çekmek.
Marsilya ile Foça arasında böylesine bir ilişkinin kurulması ve bunun dillendirilmesi de, Fransa ile Türkiye arasında var olan olumsuz algılamaların giderilmesine yardımcı olabilir.