İstanbul’da yıl boyunca hasretle beklenen Tekne Fuarı’nın aynı anda düzenlenen iki fuara dönüştüğünden geçen haftalarda söz etmiştim.
Fuarların, düzenleyici şirketlerin arasındaki ticari rekabet yüzünden Yeşilköy’deki fuar bölgesini ilan edilmemiş bir savaşın alanı haline dönüştürmesinin sonuçlarını sektör tartışıyor. Anlaşılan tartışmaya da devam edecek, çünkü benim görebildiğim kadarıyla bu pilav daha çok su kaldırır.
Bir yanda, hızla gelişen bir denizcilik sektörü var. En önemli sorunu sermaye yetersizliği. Doğru; bu yıl daha önceye kıyasla birçok tekne markası yeri modellerini sergileyebildi ama Türkiye’de temsil edilip de, ülke sularında teknesi olmayan daha çok üretici var. Diğer yanda ise, teknelerin ve diğer denizcilik ürünlerinin son kullanıcı ile buluşmasını sağlamayı hedefleyen fuar şirketleri bulunuyor. Aralarındaki fiyat anlaşmazlığının mahkemelere de yansıyan düzenli bir savaşa dönüşmesi, bu sektörün de hálá büyüme sancıları çektiğini gösterdi.
Sonuçta, şubat bu yıl da çok hızlı geçti.
HIZLI AMA VERİMSİZ
Malûm hızlı yaşıyoruz, hıza tapıyoruz ama şubatın çok hızlı geçmesi verimli geçtiği anlamına gelmiyor. Bana anlatılanlar, katılımcılar açısından, durumun pek de keyifli olmadığı gösterdi.
Fuarlara katılan şirketlerin önde gelenlerinin sahipleri ve yöneticileri ile konuşma fırsatı buldum. Savaşı daha kimin kazandığı belli olmadığından sanırım, hiçbiri isimlerinin verilmesini istemedi. Belli mi olur, yarın, öbür gün, yerimiz kalmadı denip, fuara alınmamak da var.
Ben şunu anladım: Katılımcıların büyük bölümü durumdan şikayetçiydi. Bunun temel nedeni açılan iki fuarın son kullanıcının kafasını karıştırması ve bu yüzden de, en azından niyet olarak, iki fuarda da yer alma zorunluluğuydu. Ama bu da kaynak kullanımında ciddi bir verimsizliğe yol açıyor. Denizcilik sektöründe zaten çok sınırlı olan pazarlama harcamalarının ikiye bölünmesi iyi değil. Hele bir de bizde olduğu gibi sermaye yetersizliği diye temel bir sorun var ise.
Sonuçlarını fuarları izleyenler yaşadı. Türkiye’deki teknelerin ve denizcilik malzemelerinin büyük bölümünü görebilmek için iki fuara da gitmek kaçınılmazdı. Birinde çok sayıda yelkenli tekne vardı, diğerinde motoryatlar ağırlıktaydı. Bir fuarda olan şirket, diğerinde yoktu. Yani güç bölünmüştü. Fuar şirketlerinin savaşı denizcilik sektörünü vurmuştu.
ZAMANLAMA YANLIŞTI
Geçen yıla kadar tek olan İstanbul’un en önemli tekne fuarının zamanı zaten yanlıştı.
Kuzey yarımkürede hiçbir deniz ülkesinde o saatte tekne fuarı olmaz: bunun nedeni yazın yaklaşmasıdır. Fuarda ısmarlanacak teknenin, sezonda sahibine ulaşması beklenir. Ama Avrupa’daki en son önemli fuardan yaklaşık bir ay sonra yapılan bu fuarda, diyelim ki paranız vardı ve bir tekne sipariş ettiniz. Teknenin Türkiye’ye ulaşması yaz sonunu bulur çünkü bütün tekne üreticilerinin üretim hatları -eğer bir ekonomik bunalım yaşanmıyorsa- doludur. Yani fuar amacına ulaşmaz; ulaşmadığını tekneciler yıllardır söylüyordu. Fuar daha erken olmalı.
Tekne ve deniz/denizcilik malzemecileri satanlar ise tam tersi, daha geç fuar ister. Küçük bir bot, bir dıştan takma motor almak isteyenlerin, alım kararlarını mevsim yaklaştığında verdiği düşünülür ki, bu da doğru. Onlar da daha geç bir fuar ister.
Bu yıla kadar, mevcut tek fuarın tarihi bu iki beklentinin dayattığı "Ne şiş yansın, ne kebap" mantığı ile belirleniyordu. Kimse memnun değildi ama seçenek de yoktu; o nedenle fuar dolup taşıyordu. Belki de patlak veren fuarlar savaşı en azından zamanlama açısından hayırlı olur; kim bilir?
TEKNENİN YERİ DENİZDİR
İstanbul’un her yanı deniz ama tekneler karada sergileniyor. Bu çok garip bir durum... Tekneler kamyonlara yükleniyor, salonlara sokuluyor, büyük servetlere mal olan platformlara kuruluyor vesaire. Doğrusu, teknelerin denizde sergilenmesidir; bütün büyük deniz şehirlerindeki fuarlar böyledir.
Bugünlerde tekne fuarcılığında káğıtların yeniden dağıtıldığı anlaşılıyor. Mahkemeleri süren ve Maliye’ye ihbarlara yol açtığı iddia edilen bu rekabetin, onlarca teknenin denizde sergilendiği, doğru zamanda yapıldığı için katılımcılara gerçekten yarar sağladığı, amaca uygun bir deniz fuarına dönüşmesi benim beklentim. Doğru zamanlama kuşkusuz önemli; tekneciler için bu yılbaşından önce. Malzemeciler için ise mart-nisan. Belki de gerçekten iki fuar gerekiyor İstanbul’a; biri tekneler, diğeri malzeme için.
14 yaşında Okyanus geçti
Atlas Okyanusu’nu tek başına geçen en genç kişi olan 14 yaşındaki İngiliz Michael Perham, kendisine yeni hedef koydu: Dünya turu. Tasarımını babasının yapıp ürettiği sekiz metrelik Tide 28 tipi tekne ile Cebelitarık’dan Antigua’ya altı haftada giden Perham, rekor kırmayı 11 yaşındayken kafasına koymuş. Seb Clover’ın Okyanus’u 15 yaşındayken geçtiğini bir dergide okuyan Perham, kendini rekor denemesi için hazırlamış. Şimdi hedef, lise bitirme sınavını verdikten sonra dünya turuna çıkmak.
Mike Perham ile ilgili gelişmeleri www.sailmike.com sitesinden takip edebilirsiniz.
Caffari, MacArthur olmak istiyor
Dünyayı ters rüzgarlı bir rotada en hızlı dolaşan kadın olan Dee Caffari, Ellen MacArthur’u dünyanın tanıdığı bir yıldıza dönüştüren Vendee Globe yarışına katılacağını açıkladı. İngiltere’de 2006 yılının yatçısı seçilen Caffari, Vendee Globe yarışının çok farklı olduğunu belirtirken, "Benim teknem çelik bir tanktı. Vendee Globe tekneleri ise Formula 1 otomobillerine benziyor. Yüksek teknolojili ve kullanımları çok dikkat istiyor. Birçok şeyi yeniden öğrenmem gerekecek" diyor. Caffari, başarısının sırrını rahat yaşamamayı ve acı çekmeyi kabullenmekte görüyor.