Sayısal makinelerin yaygınlaşması ile, karmakarışık fotoğraf yığınları bilgisayarların sabit disklerini doldurmaya başladı.
Birbiri ardından çıkan yazılımlar bilgisayarlardaki fotoğraf curcunasına belli bir düzen getirmeyi, eğer biraz çaba gösterilirse, mümkün kılıyor. Ben de, çaba gösterme kararlılığı içine girdim geçen hafta. Sonunda...
Bunun birkaç nedeni vardı. 1: Aileye yeni katılan bebeğin çok sayıda fotoğrafının çekilmesi, 2: Aileye yeni katılan bir bilgisayarın (iMac) çaba gösterme işini keyifli hale getirmesi ve 3: Fotoğraf yığını içinde Halki’li ve denizli fotoğrafların sayısının çok olması.
İtiraf ediyorum; iMac’in ekran koruyucusu arşiv diyemeyeceğim bu karmakarışıklığı rastgele büyük ekranda sergilerken, arka planda çok uzun yıllar önce aldığım, New Age müziğin gurusu George Winston’un bendeki tek CD’si çalıyordu. O sentetik duygusal ortamın, yaklaşık altıbin fotoğraftan oluşan görsel curcunaya bir çekidüzen verme konusunda bana sahte olduğunu kısa sürede anladığım bir enerji yüklemesi yaptığını da itiraf etmeliyim. Hata George Winston’u dinlemekti zaten.
*
Benim sayısal fotoğraf makineleriyle sınavımın da bir arşivi olan bu fotoğraf yığınında çocuklar, aile bireyleri, çok az kendim, ev, dağlar falan ama varsa yoksa denizler ve Halki var. Kilyos, Demirciköy, Bodrum, Gökova, Göcek, Rio... Dalgalar, yığın yığın bulutlar, uzun kumsallar. Ekran koruyucunun sanki bağımsız bir aklı varmış gibi fotoğrafın belli yerlerine odaklanması, sonra kocaman bir tuval üzerindeymişçesine fotoğrafın üzerinde dolaşması, ardından belli belirsiz bir hareketle sonraki fotoğrafa geçmesi; kendimi nispeten usta bir fotoğrafçı gibi sanmama sebep oldu. Bence tabii...
Sonra düşündüm ki bu değerlendirmeyi mümkün kılan, aslında denizler ve denizlerin fotoğrafa çok uygun olması.
Kilyos ile Demirciköy arasındaki Dalya Plajı’nda bulutlu bir günde geçen yaz çektiğim fotoğraflar denizin belirsizliklerini, oynaklığını, bulutlar ile birleştiğinde yaratabileceği riskleri ve tehlikeleri çok iyi anlatıyor. Ya da Rio’da Copacabana’daki fotoğraflar denizin bir şehre nasıl hakim olabileceğini gösteriyor. Rio’nun gürültüsünden bağımsız, kendi müziğini yazan okyanusun fotoğrafları.
*
Halki’ye hayatımıza girdiği andan beri sağladığı olanaklar için teşekkürü borç bilirim. Curcunayı ite kaka da olsa kötü bir fotoğraf arşivi haline getirirken gördüm ki, Halki olmasaymış hayatımız bayağı boş kalacakmış.
Anlık bir kararın sonucunda alınan Halki, bize bildiğimizi sandığımız birçok şeyi yeniden tanımlayıp göstermiş. Yıllar yılı denizle şu ya da bu şekilde haşır neşir olan bizler, denizle ilişkimizi Halki’nin varlığı ile geliştirip canlandırmışız. Hayatımızın o an en bilinçsiz görünen kararı, en akıllı adımı olmuş meğer.
O nedenle, denize bugün mü çıksam, yarın mı diye, arpacı kumruları gibi düşünenlere diyeceğim şudur: Siz denize dün çıkmış olmalıydınız.
Gidemediğim Londra Fuarı’nda neler oldu
Londra Tekne Fuarı’na en son önceki yıl gittim. Orsa yazıları henüz hayata geçmemişti ama her yıl gittiğim fuara büyük bir özlemle koşmuştum. Yeni yeri Excel’deydi. Londra’nın doğusunda, hükümetin geliştirmeye çalıştığı bir bölgede modern bir fuar alanı olmasına rağmen hayal kırıklığı yaratmıştı. Bu hayal kırıklığı yaygın olmalı ki, bu yılın fuarında büyük yenilikler olacağı vaat ediliyordu. Geçen hafta sonu biten bu fuara gidecektim; uçak biletimi aldım, oteli ayarladım ama son anda gidemedim. O yüzden, kişisel izlenim yerine, çok sayıdaki yayın organından edindiğim izlenimleri paylaşacağım.
Londra Tekne Fuarı’nda bu yıl çok sayıda yeni tekne ilk defa tanıtıldı.
Deyim yerindeyse, fuarın amiral gemisi, İngiliz şirketi Oyster’ın yeni teknesi 655 idi. 20 metreyi aşan boyuyla bir dev olan Oyster 655, ikimilyon 105 bin sterlin başlangıç fiyatı ile ancak önceden randevu alanları ağırlayabiliyordu sanırım.
Fuarda sergilenen en küçük teknelerden biri ise Polonya’nın yıldızı parlamaya başlayan seri tekne üreticilerinden Huzar’ın dokuz metrelik Huzar 30’uydu. Fiyatı 28 bin sterlin olan bu teknenin, kendisinden büyük teknelerin özelliklerine sahip olmasıyla dikkat çektiği belirtiliyor. Amerika’da yaygınlaşan hem yelken hem de motor ile aynı yüksek hızlara ulaşan teknelerin önemli örneklerinden biri olan Island Packet SP Cruiser da fuarın ilgi çeken yatlarındandı. Motoryatlara kaçan yelkencileri tutmaya yönelik bu girişim, en azından fotoğraflarında, bana zorlama bir çaba olarak göründü. Ne deve, ne kuş; yani ne yelkenli, ne motoryat görünümlü bu teknenin başlangıç fiyatı 207 bin sterlin.
AVRUPA MARİNALARI DOLDU SIRA DOĞU AKDENİZ’DE
Tüm elektronik seyir aygıtı üreticileri de yeni ürünleri ile arz-ı endam etti fuara. Google Earth ile bütünleşik oldukları izlenimi veren yeni haritaların ekran görüntüleri olağanüstü. Karşımıza yeni logosu ile çıkan Garmin, kullanımı kolay harita aygıtları ile dikkat çekiyor. Garmin’in Bluechart haritaları yaklaşılan bir limanı, uzaydan çekilmiş fotoğrafları ile dümencinin önüne getirebiliyor. Deniz feneri yerine trafik ışığına yönelebilecekler için kuşkusuz iyi bir gelişme.
Londra Tekne Fuarı ile ilgili değerlendirmelerde, tekne üretiminde sağlanan ölçekler nedeniyle sağlanan fiyat düşüşlerinin, ortalama tekne boylarını büyüttüğü ve yelken kullanımını kolaylaştıran yeniliklerin önümüzdeki yıllarda çok yaygınlaşacağı belirtildi.
Bir de, Avrupa’nın dolan marina kapasitesi nedeniyle Doğu Akdeniz’in öneminin artacağı vurgulandı. Bu da Türkiye için, eğer değerlendirebilirse, iyi bir haber kuşkusuz.